[Author] Psikopat
Posted: 04 Sep 2024, 19:38
Güney Kore
gece 3:00
Ji-Hun, gece yarısında küçük, tek odalı dairesinde uyandı. Işığı açma ihtiyacı hissetmedi, dışarıdaki kırmızılı mavili hologram iç çamaşırı billboardı odasını yeterince aydınlatıyordu. Odasının içinde sade bir yatak, eski bir masa, ve bir raf dolusu defter... Bu odada zaman, neredeyse hiç ilerlemiyormuş gibi hissettiriyordu. Ji-Hun’un rutin hayatı, bir dakikası bile değişmeden geçip gidiyordu. O, kendi seçtiği bu monotonluğun içinde, sanki zamanın hızını yavaşlatıyor ve her yeni güne, eski bir ritüelin parçasıymış gibi başlıyordu. Aslında bunu yapmasının bir başka nedeni ise izafiyet teorisiydi. Bu şekilde daha uzun yaşamış oluyordu. Ömrü uzamıyordu belki ama ömrü uzuyormuş gibi oluyordu. Genelde gündüz vakti uyur. Geceleri ise uyanırdı. Bugün de aynısı olmuştu.
Uyanıp kahvesini hazırladı, içine 8 küp şeker attı. Ardından masasına oturdu ve bir süre dışarıdaki dünyayı izledi. Ancak bu, onun için pek bir anlam ifade etmiyordu; dış dünya, sadece gözle görülebilen bir sahne dekorundan ibaretti.
Televizyonu açtı; haberler her zamanki gibi aynı şeyleri anlatıyordu. Politik tartışmalar, toplumsal olaylar, ekonomik krizler… Tüm bunlar Ji-Hun’un ilgisini çekmiyordu. O, bu haberlerde bir anlam aramıyordu çünkü hiçbirinin kendisiyle bir bağlantısı olmadığını biliyordu. Arada sırada, ekrandaki yüzlere bakıyor, onları inceliyordu. İnsanların yüzlerindeki ifadeleri, davranışlarını, seçimlerini gözlemliyordu. Ama bu gözlemler bile ona bir tatmin sağlamıyordu. Onun için bu dünya, önceden yazılmış bir metinden başka bir şey değildi. Ekranda gördüğü kişiler üstünde gücünü denemeyi çalıştığında işe yaramadığını görmüştü. O görüntüler gerçek değildi, sadece birkaç bin pixelin karışımından ibaretti. Televizyonu kapattı, masasına döndü ve düşüncelere daldı.
Ji-Hun için, hayatta bir amaç ya da büyük bir hedef yoktu. Onun yaşamı, sadece günlük rutinlerden ve defterindeki birkaç satırdan ibaretti. Gücünü uzun zamandır kullanmamıştı, çünkü kullanacak bir neden bulamamıştı. Bu yetenek, bir yandan onun en güçlü silahı, diğer yandan ise hayatının en büyük lanetiydi. İnsanlara hükmetmenin kolaylığı, ona tatmin değil, yalnızca daha derin bir boşluk getirmişti. Bu yüzden, günlerini bir anlam arayışı olmadan geçiriyordu. Defteri masanın bir köşesinde duruyordu, dokunulmamış, boş sayfalarıyla. Belki bir gün, yeniden dolacaktı, belki de sonsuza kadar boş kalacaktı. Gerçi boş kalması seçenek dışıydı çünkü paraya ihtiyacı olduğunda defteri kullanarak para kazanıyordu. Çoğunlukla yasadışı şekilde yapıyordu bunu ancak yasaların bir önemi yoktu. Tabii ki yakalanmadığın sürece...
Ji-Hun, sürekli gözden uzak kalmaya özen gösteriyordu. Onun için gizlilik, hayatta kalmanın en önemli kuralıydı. Toplumdan izole olmuş, kendi dünyasında yaşayan bir adam olarak, kimsenin onu fark etmemesi, kimsenin onu hatırlamaması gerekiyordu. Bu yalnızlık, hem bir koruma kalkanı hem de bir tür huzur sağlıyordu ona. Dış dünyanın kaosundan uzakta, kendi düzenini kurmuş, kimsenin erişemeyeceği bir noktada yaşamaktaydı. İnsanların arasında bir hayalet gibiydi; varlığını kimse bilmez, kimse onu tanımazdı.
Televizyonda kanalı değiştirdi ve son dakika haberlerine bakmaya başladı. Karanlık olduğu için gözlük takmıyordu. Kahvesini yudumladı. Sessizce ekranı izlemeye devam etti.
gece 3:00
Ji-Hun, gece yarısında küçük, tek odalı dairesinde uyandı. Işığı açma ihtiyacı hissetmedi, dışarıdaki kırmızılı mavili hologram iç çamaşırı billboardı odasını yeterince aydınlatıyordu. Odasının içinde sade bir yatak, eski bir masa, ve bir raf dolusu defter... Bu odada zaman, neredeyse hiç ilerlemiyormuş gibi hissettiriyordu. Ji-Hun’un rutin hayatı, bir dakikası bile değişmeden geçip gidiyordu. O, kendi seçtiği bu monotonluğun içinde, sanki zamanın hızını yavaşlatıyor ve her yeni güne, eski bir ritüelin parçasıymış gibi başlıyordu. Aslında bunu yapmasının bir başka nedeni ise izafiyet teorisiydi. Bu şekilde daha uzun yaşamış oluyordu. Ömrü uzamıyordu belki ama ömrü uzuyormuş gibi oluyordu. Genelde gündüz vakti uyur. Geceleri ise uyanırdı. Bugün de aynısı olmuştu.
Uyanıp kahvesini hazırladı, içine 8 küp şeker attı. Ardından masasına oturdu ve bir süre dışarıdaki dünyayı izledi. Ancak bu, onun için pek bir anlam ifade etmiyordu; dış dünya, sadece gözle görülebilen bir sahne dekorundan ibaretti.
Televizyonu açtı; haberler her zamanki gibi aynı şeyleri anlatıyordu. Politik tartışmalar, toplumsal olaylar, ekonomik krizler… Tüm bunlar Ji-Hun’un ilgisini çekmiyordu. O, bu haberlerde bir anlam aramıyordu çünkü hiçbirinin kendisiyle bir bağlantısı olmadığını biliyordu. Arada sırada, ekrandaki yüzlere bakıyor, onları inceliyordu. İnsanların yüzlerindeki ifadeleri, davranışlarını, seçimlerini gözlemliyordu. Ama bu gözlemler bile ona bir tatmin sağlamıyordu. Onun için bu dünya, önceden yazılmış bir metinden başka bir şey değildi. Ekranda gördüğü kişiler üstünde gücünü denemeyi çalıştığında işe yaramadığını görmüştü. O görüntüler gerçek değildi, sadece birkaç bin pixelin karışımından ibaretti. Televizyonu kapattı, masasına döndü ve düşüncelere daldı.
Ji-Hun için, hayatta bir amaç ya da büyük bir hedef yoktu. Onun yaşamı, sadece günlük rutinlerden ve defterindeki birkaç satırdan ibaretti. Gücünü uzun zamandır kullanmamıştı, çünkü kullanacak bir neden bulamamıştı. Bu yetenek, bir yandan onun en güçlü silahı, diğer yandan ise hayatının en büyük lanetiydi. İnsanlara hükmetmenin kolaylığı, ona tatmin değil, yalnızca daha derin bir boşluk getirmişti. Bu yüzden, günlerini bir anlam arayışı olmadan geçiriyordu. Defteri masanın bir köşesinde duruyordu, dokunulmamış, boş sayfalarıyla. Belki bir gün, yeniden dolacaktı, belki de sonsuza kadar boş kalacaktı. Gerçi boş kalması seçenek dışıydı çünkü paraya ihtiyacı olduğunda defteri kullanarak para kazanıyordu. Çoğunlukla yasadışı şekilde yapıyordu bunu ancak yasaların bir önemi yoktu. Tabii ki yakalanmadığın sürece...
Ji-Hun, sürekli gözden uzak kalmaya özen gösteriyordu. Onun için gizlilik, hayatta kalmanın en önemli kuralıydı. Toplumdan izole olmuş, kendi dünyasında yaşayan bir adam olarak, kimsenin onu fark etmemesi, kimsenin onu hatırlamaması gerekiyordu. Bu yalnızlık, hem bir koruma kalkanı hem de bir tür huzur sağlıyordu ona. Dış dünyanın kaosundan uzakta, kendi düzenini kurmuş, kimsenin erişemeyeceği bir noktada yaşamaktaydı. İnsanların arasında bir hayalet gibiydi; varlığını kimse bilmez, kimse onu tanımazdı.
Televizyonda kanalı değiştirdi ve son dakika haberlerine bakmaya başladı. Karanlık olduğu için gözlük takmıyordu. Kahvesini yudumladı. Sessizce ekranı izlemeye devam etti.