İçimdeki gücü parmaklarıma doğru yönlendirmek, hayatımda yaptığım en güzel hissiyattı. Bunca gücü, bunca etkiyi bir anda ortaya çıkaracak olmanın özgürlüğünü tatmak, Yoru'ya olan bir ihanetmiş gibi hissettirse de yapmak istiyordum. Ashley'nin kararlığını görebilsem de, ondan çok daha güçlü olduğumu biliyordum. Ben, gücün ta kendisiydim. Gücün mutlak hakimi, hükümdarıydım. Bu dünyaya gelmiş, düşmüş bir tanrıya kafa tutmanın Ashley için iyi sonuçları olmayacağının farkındaydım. Ancak, onun hiçbir şeyin farkında olduğunu sanmıyordum. Ben ölemem, beni öldürmeniz imkansız, çünkü burası benim evrenim. Burayı yöneten, buranın kurallarını koyan da benim gücüm. Sadece, sadece saklamak zorundaydım. Ama bugün, parmaklarımın şıklamasıyla birlikte, işte bu gücü hepinize sunuyorum. Özellikle sana Ashley. Özellikle sana...
Ashley'nin parmaklarımdan yükselen güçle birlikte dağılışını izlemek, üzerimin tamamen kanla kaplanması, öylesine muhteşem bir hissiyat yaratıyordu ki, sıcak bir banyo yapmış gibi rahatlıyordum. Dört bir yana dağılan bedene her baktığımda, tatminkarlık hissini sonuna kadar yaşıyordum. Kan ve doku fırtınasının arasında kalmak başarıya doğru bir ilerleme gibi duruyordu. Niye düşmüş bir tanrı olduğumu çok daha iyi anlıyordum bu hissiyatları keşfettikçe. Yukarıdan izleyen tanrılardan çok daha güçlü, çok daha saldırgan, çok daha vahşi olduğum için beni bu Dünya'ya atmış olmalılardı. Bir gün, o tanrıları da yok edeceğimden emindim. Yavaş yavaş tüm insanlar kendilerine dönerken, bense karşımda duran ceset yığınına bakmakla meşguldüm.
Bir süre sonrasında gözlerimi Grimstrike'ın ilerlediği çatıya doğru çeviriyordum. Ona doğru gülümsemek istesem de, bunu yapmamam gerektiğini düşünüyordum. Kendimi daha fazla hissiyatlarıma kaptırıp, tüm değerlerime ihanet edemezdim. Yoru'nun bana yıllarca öğretmek için çabaladığı şeyleri, bu muhteşem hisler için göz ardı etmem, büyük bir ihanet olurdu. Derin bir nefesi ciğerlerime doğru çekmeye başlarken, Grimstrike'tan gözlerimi çekip tekrardan önümdeki cesede doğrulttum. Bana ihanet etmenin bedelini nasıl ödediğini iyice zihnime kazımak istiyordum. Bedenim yavaş yavaş titremeye devam ederken, gözlerimi kan gölünden ayırmadan izlemeye devam ediyordum.
John'un sesi kulaklarımda yankılandığında, gözlerimi etrafıma doğru çevirmeye başladım. Onun kutlamasına katılmak istemiyordum. Hazel hala kendine gelmeye çalışıyorken, John'un rahat tavrını görmek ironi gibi duruyordu. Asıl hedefim olması gereken Grimstrike'ı ise bulamıyordum. Buralarda bir yerde olduğundan emin olsam da, nerede olduğunu kestirmek zordu. Onun kaçmasına izin vermek istemiyordum. Buraya kadar gelmişken, onu da aradan çıkartmak istiyordum. Hazel'ın kollarını bana doğru açıp, kucağına almamı söylemesiyle birlikte gözlerimi onun gözlerinin içine diktim. Ona doğru birkaç adım attıktan sonra, kollarımı onun koltuk altına sokup, hızlı bir hareketle omzuma attım. Dizinin arka tarafından sağ kolumla tutarak onun konumunu sabitledikten sonra John'a döndüm. "Tüm mekanı tara. Ne varsa eline geçir. Sonrasında mekanın tamamını yak. Bu mekan kül olmadan buradan ayrılma." Sözlerim bittikten sonra, cevap beklemeden Grimstrike'ı en son gördüğüm çatıya doğru koşturmaya başladım. Onu oradan bulabileceğimi düşünüyordum.
Re: [American Gods] Tanrıların Cezası
Posted: 02 Oct 2024, 21:01
by GM - Veil
Midnight Reaper: Telsizi eline alıp, sağlam bir nefes çekiyorsun. Duyduğun haberin verdiği gerginliği atmak istesen de, odağını kaybetmemen gerektiğini biliyorsun. Derin bir nefes alıp telsizi aktif ediyorsun, sesin kararlı ve net çıkıyor. Telsizden bir anlık sessizlik gelirken, arkasından anlaşılır bir yanıt alıyorsun. "Anlaşıldı!" cevabı kulağına çınlıyor. Artık zaman kaybetmemelisin. Yüksek noktadan aşağıya inip harekete geçmeye karar veriyorsun.
Binadan inerken, basamaklar ayağının altında hafifçe gıcırdıyor, ama kafandaki tek düşünce karargah. Kendi iç sesin seni hızlandırıyor, binaların gölgeleri arasında hızla ilerleyip bulunduğun sokak seviyesine iniyorsun. Motorunu park ettiğin yeri bulman fazla uzun sürmüyor, çünkü şehrin kaosu yavaş yavaş azalmaya başlamış. Yoldaki kontrolsüz kalabalık yerini, artık kendine gelmiş insanlara bırakmış durumda. Motoruna ulaşıyorsun, elinle gidonu kavrarken gözlerin son bir kez çevreyi tarıyor, kimse kalmadı. Vites değiştirdikten sonra hızla karargaha doğru yol alıyorsun. Yol boyunca rüzgar yüzüne çarparken, düşüncelerin Elizabeth ve Gabrielle’e kayıyor. İkisini de sağ salim bulmalısın. Motorun hızla şehrin sokaklarını yararak karargaha yaklaştığında, içeriden gelen bir şeyin yanlış olduğunu anlıyorsun. Binanın önüne yaklaştığında, kapının hafifçe aralık olduğunu fark ediyorsun ve içeriden belli belirsiz alevlerin yansımasını görüyorsun. Anında tehlike sinyalleri beyninde çınlıyor. Hızla motoru durdurup binaya doğru koşuyorsun, adımların yeri sarsıyor, kapıya bir tekme atarak açıyorsun.
İçeri girdiğinde, ilk gördüğün şey alevler oluyor. Ocağın cehennemi gibi içeriyi sarmış bu alevler, gözlerini yakan bir turuncu deniz gibi her yeri kaplamış. Fakat en dikkat çekici olan, Elizabeth'in ortalıkta olmaması. Kalbin hızla atmaya başlıyor, endişen artıyor. O sırada alevlerin içinde beş silüet dikkatini çekiyor; çete üyeleri, karargahın içinde bekliyorlar. İlk gördüğün adam, uzun boylu ve iri yapılı. Üzerinde deri bir yelek var ve sırtında büyük bir ejderha dövmesi dikkat çekiyor. Kolları kaslı ve üzerinde çeşitli yara izleri var, yüzünde ise belirgin bir gülümseme. İkinci kişi, daha kısa ama hızlı görünüyor; sıska ve çevik bir yapıya sahip. Siyah deri pantolonu ve kollarına kadar uzanan zincirleri, her an saldırıya hazır olduğunu gösteriyor. Gözleri sürekli etrafı tarıyor, sinsi ve dikkatli bir tip. Üçüncü adam ise gözlük takıyor ve bilim adamı gibi görünüyor, ama elinde tuttuğu bıçak, işinin kesinlikle bilim olmadığını düşündürüyor. Yüzünde tuhaf bir ifade var, sanki her şey onun planıymış gibi. Dördüncü çete üyesi, elinde ağır bir balyoz tutuyor. Kaslı ve geniş omuzlarıyla, her an saldırıya geçmeye hazır bir güç abidesi gibi görünüyor. Beşinci ise aralarındaki tek kadın, daha genç, ancak enerjik ve deli bir bakışa sahip. Üzerinde neon renkte bir mont var ve sırtında elektrik çakan bir cihaz taşıyor.
Hepsi birden sana dönüyor, bakışları anında sertleşiyor. Sen ise karargahın kapısında tek başına duruyorsun, önünde alevler dans ederken, karşında beş çete üyesi. Alevlerin ışığı onların yüzlerini aydınlatıyor ve senin geldiğini fark eder etmez hepsi dikkat kesiliyor. Sessizlik bir anlığına hüküm sürüyor, sadece alevlerin çatırtısı kulaklarında yankılanıyor. İçindeki öfke ve adrenalinin yükseldiğini hissediyorsun. Ne yapacaksın? Hepsi sana doğru bakarken, yüzlerinde bir tehdit var, ama senin içinde kaynayan bu öfke, gücünü ve hızını onların hesap edemeyeceği bir noktaya taşıyacak. Şimdi doğru hamleyi yapma zamanı.
V ve Synapse: Synapse’i sırtladığında, onun zayıf ve hala şokta olan bedeninin ağırlığını hissediyorsun, ama bu senin için bir yük değil. Varlığınla etrafına yayılan güç, seni çok daha fazlasına hazır kılıyor. Synapse’in kollarını omuzlarına geçirirken, bakışlarını etrafa çevirip, John’a kararlı bir şekilde emir veriyorsun. John, senin emirlerini aldıktan sonra, yüzünde hafif bir gülümsemeyle "Emredersin patron, içelim iş bitince bi' karton!" diyerek işe koyuluyor. Ortalığı ateşe vermeye başlıyor, alevler yavaşça yayılıyor ve kısa sürede binayı tamamen sarıyor. Alevlerin çatırtısı arkanızdan gelirken, sen Synapse ile birlikte harekete geçiyorsun. Hedefin Grimstrike; onu yakalayıp bu işin sonunu getirmek zorundasın. Sırtında Synapse ile birlikte adım atarken, hissettiğin o yoğun güç seni bir çatıdan diğerine taşırken neredeyse bedenin kendi kendine hareket ediyor. İçindeki güç, seni tamamen sardı, hareketlerin keskin ve patlayıcı bir hale geldi. Çatıların üzerinden koşuyorsun, Synapse’in bedenini dengede tutarak hızlanıyorsun. Çatıdan çatıya atladıkça, bedeninin her bir kası bu hareketlerle uyum sağlıyor. Koşarken bir süre sonra gücünü daha da yoğunlaştırıyorsun. Hızın arttıkça artık sadece çatılar yetmiyor; gücünü kullanarak çatıların da üzerine sıçrıyorsun. Synapse’i sırtında taşımak bile bu hızda bir engel değil; ayakların altındaki zemin seni geri çekemiyor, adeta hava ile yarışıyorsun. Gözlerin sürekli etrafı tarıyor; Grimstrike'ın varlığını arıyorsun.
Sonunda, Grimstrike’ın durduğu çatıya ulaşıyorsunuz. Tam vardığınız anda, Grimstrike tereddüt etmeden silahını doğrultuyor ve ateş ediyor. Ancak V’nin refleksleri o kadar hızlı ve keskin ki, sanki bedenin bu hareketi kendi kendine yapıyor. Bir an bile düşünmeden kenara doğru savruluyorsun, kurşunlar seni ıskalıyor. Bu, otomatikleşmiş bir hayatta kalma refleksi gibi; ne düşünüyorsun ne de planlıyorsun. Bedenin seni koruyor. Grimstrike bu hamlene karşı sinsi bir gülümsemeyle yanıt veriyor. Silahını indirip sana bakarak "Beyin sikiciyi indir, erkek erkeğe dövüşelim." diyor. Sözlerindeki meydan okuma açıkça belli. Grimstrike’ın bakışları bir an için senin silahına kayıyor. Bunu fark edince, bir alaycı tavırla silahını yere atıyor. "Sikmişim silahı." diye ekliyor, gözlerinde soğuk bir kararlılık var. Ardından eldivenlerini çıkarıyor, çıplak elleriyle dövüşmeye hazır olduğunu gösteriyor. Yavaşça sana doğru adım atıyor, kasları geriliyor, sanki patlamaya hazır bir bomba gibi.
O sana doğru yaklaşırken, etrafındaki rüzgar sertleşiyor, bu meydan okuma seni daha da tetikliyor. Grimstrike’ın eldivenlerini çıkarıp bu dövüşü saf bir güç gösterisine çevirmek istemesi seni şaşırtmıyor. Ama onun karşısında, sadece gücünle değil, iradenle de üstün olman gerektiğini biliyorsun. Artık her şey sana ve onun karşısında yapacağın hamleye bağlı. Synapse hala sırtında, yavaşça bu meydan okumayı izliyor, gücünü yeniden kazanmak için zamana ihtiyacı var. Ama V için zaman sınırsız değil. Grimstrike seni test etmeye başladı bile.
Re: [American Gods] Tanrıların Cezası
Posted: 20 Jul 2025, 03:16
by V
Grimstrike, karşımda duruyordu. Silahını bana doğrultmuş, tereddüt etmeden tetiği çekmişti. Vücudum, sanki bağımsızlığını ilan etmiş gibi bir refleksle birlikte büyük bir hızla mermiden kaçınmıştı. Buna sevinmiştim içten içe, zira hala taşımaya devam ettiğim Hazel'a bir şey olması, isteyeceğim son şeydi. Silahını indirmiş, Hazel olmadan teke tek dövüşmemizi istemişti. Bu düelloyu kaçırmak istemiyordum, Grimstrike'ı paramparça etmeye hazırdım. Silahını yere attığında, bu işin tam bir saf güç savaşına döneceğini anlamıştım. Eldivenlerini çıkarıp bir kenara atmış, üzerime doğru adımlamaya başlamıştı. Hazel'ı sırtımdan indirip, kenara koydum. Maskemden gözükmese bile, sakin bir şekilde gülümsedim. Onun da yorulduğunu biliyordum, ben de gücümün sınırlarını kullanmıştım. Basit bir savaş olmayacaktı, ancak halledebileceğimi düşünüyordum. Eğer halledemezsem, zaten bu ekibin lideri olmak adına uygun değildim. Hazel'ın kafasına en yavaş şekilde bir kez vurdum, iyi bir mücadele vermişti. Döndüğümüzde ona iyi bir kokteyl hazırlamak istiyordum.
"Ah şu Ashley." Diye homurdandım kendi kendime. "Bana ihanet etmeseydi, bugün ölmek zorunda değildin Grimstrike." Grimstrike'ın erkekliğini almak istiyordum. Erkek erkeğe dövüşelim lafını ona göstermek çok eğlenceli olacaktı. Onun taşşaklarını koparmayı planlıyordum, ancak kolay bir ölüm sunmayacaktım. Önce bacaklarını kıracak, sonra kollarını kıracaktım. Sonrasında boğazını delecek ve kestiğim taşaklarını boğazına tıkacaktım. Nefessiz bir şekilde, boğazından taşşaklarını çıkarmaya çalışıyorken boğulmasını izlemek çok keyifli bir sahneye dönüşecekti. Bana doğru adımlaması gibi, ben de ona doğru sert bir şekilde ilerlemeye başladım. Aramızda az bir mesafe kaldığında, sürpriz saldırılarla dövüşmeye başlayacaktım. Motor çetesinde olduğumuz zamanlar çok severdim böyle saldırıları. Sağ elimi kaldıracak, ilerlemeye başladığı anda aniden eğilecek ve diz kapağına sağ tarafından bütün gücümle yumruğu oturtacaktım. Dizini parçalamak istiyordum, yumruğu patlattığım gibi arkaya doğru sıçrayarak mesafeyi açacaktım tekrar saldırıya geçmeden önce.
Re: [American Gods] Tanrıların Cezası
Posted: 20 Jul 2025, 04:52
by Synapse
Patron Hazel'a tip tip baktıktan sonra cukka diye omzuna halı gibi fırlatmıştı resmen. Aralarındaki en-boy farkı da düşünülünce halıdan ziyade kilim gibi duruyordu omzunda. Hareketsiz kalmış kolları ve bacakları noodle gibi aşağı doğru sallanırken Hazel durumu boykot eder gibi çırpındı. "PATRON KUCAĞINA AL DEDİYSEK PİREMSES GİBİ TAŞI ANLAMINDA DEDİK YAV!" Bedeni hareket etmediği için bu konuda pek de bir şey yapamıyordu. Noodle haline gelmiş uzuvlarını hareket ettirmeye çalışırken ve eski gücünü kazanmaya çalışırken kişiliğinden en ufak bir şeyin eksilmediğini kanıtlamak istedi. "Götümü ellemek için miydi yoksa bu? Hehehe~ Patroooaaağğn sorsan yeterdi!" O esnada Vince öyle bir at gibi koşturmaya başlamıştı ki Hazel düşeceği endişesiyle ufak çaplı bir çığlık attı. "Ay ters tarafta olunca midem bulanıyor benim be." John da bu esnada etrafı kundaklamakla meşguldü. Leş gibi is kokmuştu her yer.
Patron çatıdan çatıya maymun gibi zıplarken Hazel'ın yüreği de hop hop oynuyordu. Kısa süre sonra bu platform oyunu eğlenceli olmaya başlamıştı. Vincent'ın her bir zıplayışında kaç puan aldığını ve hangi coinleri kaçırdığını hesaplamaya çalışıyordu. Üzücü olan taraf ise hiç yanlışlıkla bile olsa poposu ellenmemişti. Hazel bu sanki yaşanmış gibi bir ömür ona sataşacağını bildiği için pek de bir önemi yoktu. Hazel, patronun yavaşlamasından ve bir silah sesi duymasından hedefine ulaştığını anlamıştı. Başını hafifçe çevirdiğinde Grimstrike'ı gördü. "Aaa daddy material buradaymış." Silahını indirirken patrona "beyin sikiciyi" indirmesini söyleyerek teke tek dövüş teklif etmişti. "Ne, kıskandın mı? Beyin dışındaki şeyleri sikme teklifini etmiştim sana kabul etmedin." Dudaklarını büzüştürdü şımarıkça. Ardından şen bir kahkaha attı. Ay inanılmaz eğleniyordu bu gece! Savaşın dışında bırakılmak canını sıksa da zaten bedeni pek işlev görüyor değildi.
Patron düello teklifine coşmuş gibiydi. Pek göstermese de yüzünde ufak bir neşe aydınlanması olmuştu sanki. Hazel'ı kenara doğru bırakırken kafasına şakacı bir şekilde vurmuştu. Biraz evvelin intikamını alıyor gibiydi. "Hüğğğğ daddy materialın bu gece ölecek olması çok yazık!" Yalandan ağlama numarası yaparken dönüp Grim'e flörtöz bir şekilde göz kırptı. Kaç dakikası kalmıştı ki sonuçta? Neyse ki ölmeden önce göreceği son şey kendisi gibi bir güzellik olacaktı. Belki o zaman pişman olurdu verdiği kararlardan ancak her şey için çok geçti artık.
Re: [American Gods] Tanrıların Cezası
Posted: 21 Jul 2025, 14:14
by GM - Veil
V: Grimstrike karşında hiçbir korku olmadan duruyor, bu adamla ilk defa karşılaşıyorsun ve kapasitesi hakkında bir bilgin yok. Ama sen V'sin ve başarabileceğinden eminsin. Sana doğru ilerlemeye başlıyor ve sağ elini kaldırıp diz kapağına yumruk atmaya yelteniyorsun. Grimstrike ise bu kadar beklenmedik bir hamle olmasına rağmen sanki bunu önceden tahmin etmişçesine dizini havaya kaldırarak saldırını savuşturuyor ve aniden oraya doğru savurduğun yumruğunun üstüne sert çelik botlarıyla basıyor. Elinde istemsizce botun acısını hissediyorsun ve o anda elin yere saplandığı için başını eğiyorsun. Başını eğdiğin anda Grimstrike yüzüne sert bir diz darbesi çakıyor. Aldığın darbe ile geriye doğru savruluyorsun. Güçlerin sayesinde yaşadığın acı bir anda azalıyor, burnunun kanadığını hissediyorsun ama elinle kontrol ettiğinde çoktan kurumuş olduğunu fark ediyorsun. Ancak Grimstrike'ın kolay lokma olmadığı da anlaşılıyor. Bu sefer o sana doğru bir yumruk savuruyor, sol taraftan geliyor ve omzunu hedefliyor gibi görünüyor. Kaçınmak için yeterli vaktin var ama bir karşı saldırı bulmazsan seni şaşırtması muhtemel.
Synapse: Vücudundaki uyuşukluğun yavaş yavaş azalmaya başladığını hissediyorsun. Kendine geldiğini hissettiğinde yavaşça V'nin seni bıraktığı yerden kalkıyorsun. V ve Grimstrike bir süre daha kavga edecek gibi görünüyor, sen de etrafına bakınmaya başlıyorsun. Bir anda beklenmedik bir şekilde yavaş ayak sesleri duyuyorsun. Karşıdan Midnight Reaper, yani Chris geliyor. Ama bir gariplik var. Chris'in ağzından kanlar akıyor, derisi soluklaşmış, ağır ağır adımlarla yürüyor ve kendinde değil gibi. İçgüdüsel olarak ona doğru koşuyorsun, çok uzak da değil hem. Yanına gittiğin anda dizlerinin üstüne çöküyor ve sayıklamaya başlıyor. "Çok fazlalardı... Hepsinin ruhunu yedim..." diyor. Bugüne kadar Chris'in aynı anda birden fazla ruhu kısa bir süre içerisinde yediğini görmemiştin. Ama bir ruh yediğinde bile belli değişiklikleri sezebiliyordun, kişiliği değişiyordu, enerjisi bir hayli düşüyordu. Gözlerini sana çeviriyor ve küçümser bir bakış atıyor. "Bu hayattan bıktım artık." diyor. Seni yavaşça itiyor ve yere oturup havaya bakıyor. "Etrafımıza bak... Hep aynı şeyler. Keşke o sikik yetimhaneden kaçmasaydım. Orada ölüp gitseydim."
Chris'in tavırları gittikçe daha korkutucu olmaya başlıyor. O sırada size doğru Ashley'in çetesinden bir üyenin koştuğunu görüyorsun. Chris bir anda ayağa kalkıyor ve Dark Harvest yeteneğini kullanarak kocaman bir orak çıkarıp çete üyesinin ruhunu gözlerinin önünde alıyor. Bir ruh daha tükettiğinde tekrar yere kapaklanıyor. "Kendimi biraz daha zorlarsam bayılırım. Biri de gelip vurup gider. Kurtulurum şu düzenden." diyor. O sırada ne yapacağını düşünmeye çalışırken telsizinden bir ses duyuyorsun. "Hazel! Geliyorum oraya! Karargaha saldırmışlar, çoğu eşyamız yanmış. Gidip kontrol ettim, yangın sönmüştü." John'un sesini duyduktan kısa bir süre sonra motorsikletinin sesini de duymaya başlıyorsun. John hemen yanınıza yanaşıyor ve Chris'in durumunu görünce motorundan inip yanınıza geliyor. "Ne oldu buna ya? Götüreyim mi?" diye soruyor. Bir yandan da şok içinde V ve Grimstrike'ın kavgasını izliyor.
Ashley'in çetesinin üyelerinin geri çekilmeye başladığını fark ediyorsunuz. Çok geçmeden ortamda sizden başka kimse kalmıyor. Herkes ya koordine bir şekilde geri çekiliyor, ya da rastgele kaçıyor. Grimstrike'ın ise öyle bir amacı olmadığı çok belli. Durumun kontrol altına alınması şart.
Re: [American Gods] Tanrıların Cezası
Posted: 21 Jul 2025, 15:12
by V
İşte, aradığım şey bu. Grimstrike, neredeyse benim gibi reflekslere sahip, neredeyse benim kadar güçlü bir adam. Neredeyse diyorum, çünkü benim asıl gücüme yaklaşması mümkün bile değil. Ama yine de ona bir şans vermek istiyorum, çünkü hareketimi tahmin edip, dizini yüzüme oturtması hoşuma gitmişti. Kendi dengime göre bir rakip bulmuş olmak beni heyecanlandırıyordu. Gücümü kullanmak istemiyordum, ancak zorda kalırsam güce başvurabilirdim. Benim sıram bitmişti artık, bana doğru savurduğu yumruk sol tarafımdan geliyordu ve omzumu hedefliyordu, muhtemelen aynı şeyleri düşünüyorduk. Omzuma gelen bu yumruk kolumu kırmayı hedefliyor olabilirdi, ancak bunu başarabilecek kadar güçlü olup olmadığından emin değildim.
Benim gibi birini böylesine bir böceğin yıkması imkansız sayılırdı.
Gelen yumruğa hızla kafamı döndürdüm, ancak kafamı hafifçe geriye attım. O yumruğa mükemmel bir kafa koyacağım. Elinin kırılması bile benim için oldukça işe yarar olur, kafayı vurduktan sonra hızla sağ ayağımı tekme atmak için havaya kaldıracağım, ancak tekmenin hedefi attığı sol yumruğun dirseği olacak. Dirseğine sağlam bir tekme koyarak, dirseğini parçalamayı hedefliyorum.
Re: [American Gods] Tanrıların Cezası
Posted: 22 Jul 2025, 03:49
by Synapse
Patron ve Grimstroke daddy ciddi ciddi kapışırlarken Hazel da biraz kendine gelmeye başlamıştı. Uzuvlarını yeniden oynatabilir hale gelince oturduğu yerden kalkarak iki ayağının üzerinde durdu. Ashley karısı ne yaptıysa koskoca kıza bebek gibi yeniden yürümeyi ayakta durmayı filan öğretmişti resmen. Başını kapışmanın olduğu yere çevirdiğinde Grim'in her nasılsa V'ye karşı koyabildiğini fark etti. Adam tam bir daddydi. Daha önce bir kez bile Vince'in yumruğundan tekmesinden hayatta kalan görmemişti. Çok azdırıcı bir sahneydi gerçekten de. Chris yalpalayarak üzerine doğru gelmese belki biraz daha izler, tadını çıkarır, birtakım materyaller için kullanmak üzere hafızasına kazırdı bu sahneleri.
Chris ona doğru ağır ağır yaklaşıyordu. Ağzından kanlar akıyordu. Gözleri de ölü balık gibi boş boş bakıyordu. "Ne oldu yav ölü mü yedin? Muahhaaha!" Chris dizlerinin üzerine çökerek çok fazla ruh yediğini söylemişti. "Haaa, hazımsızlık mı yaşıyon aşko? Olur öyle şeyler. Karargaha dönünce sana bir maden suyu açarız." Chris'i dinliyormuş gibi gözükürken bir yandan da saçlarını ve kıyafetlerini toparlıyordu. Bu kadar koşturmaca içinde iyice pasaklı olmuş çıkmıştı. Saçı başı dağılmıştı. Eve böyle görünerek dönemezdi. Chris'in onu ittirmesi ile irkilerek kendisine geldi. Ne hadle?! Chris hayattan bıktığını falan filan depresif bir şeyler sayıklayıp duruyordu. Hazel esnedi. Uykusu gelmişti.
Çete üyelerinden birisi üzerlerine doğru koşmaya başlayınca Chris ayaklanarak onun da ruhunu yemişti. "Afiyet olsun paşama da çüş yani biraz yavaş. Az mola ver be. Bu kadar yemek sana iyi gelmiyor." Patronun işi ne zaman biterdi ki? Bu ucubeyle daha fazla muhabbet etmek zorunda kalmak istemiyordu. Chris yeniden yere kapaklanarak ölme isteğini yeniden dile getirmişti. "Bebişkosu ne anlatıyorsun? Sinirlenmeye başlıyorum bak. Çok ölesin varsa git öl be seninle mi uğraşacağım ben?" Böyle bir şey yapmayacağına emindi tabi, öyle sayıklıyordu işte. Gerçekten ölmek isteyen böyle bir savaş ortamında güzel bir yolunu bulurdu hem. Ama çok anlamsız olurdu. Respawn pointi yoktu sonuçta. Öldü mü full ölü kalacaktı.
Telsizden John'un sesini işitince rahatladı. Ondan da pek hazzetmese de şimdilik iyi bir dikkat dağıtıcı olurdu. "Joooooohn~ Çabuk buraya gel." Karargahta yangın mı çıkmıştı? Oshit, kundaklanmışlar mıydı? Hiç fena plan değildi. Ashley karısı az değildi, kafası zehirdi. Biraz evvel sıvılaşarak ölmese o kafa daha çok kullanılırdı. John motorundan inerek yanlarına gelip Chris'in durumunu sormuştu. Hazel "ben ne bileyim ya" gibisinden omzunu silkeledi. Yere çökmüş olan Chris'in yanına gelerek gerildi, gerildi, gerildi ve şak diye yanağının ortasına bir tane şaplak geçirdi. Şaplağın sesi binalarda yankılandı. "Bu iyi gelmiştir. Al bunu götür buradan, daha fazla ruh emciklemesin. Ayarları bozuluyor gibi olursa vur iki tane kafasına. Fabrika ayarlarına sıfırlansın."
Herkes geri çekilirken geriye yalnızca Grim ve Vince kalmıştı. Hazel bu mücadelenin bitmesini beklemeye karar verdi. Vince'ın kaybetmesi imkansızdı ancak olur da zorlanacak olursa müdahalede bulunabilirdi. Patronunu İrlandalının tekine yem edecek değildi ya.
Re: [American Gods] Tanrıların Cezası
Posted: 25 Jul 2025, 17:52
by GM - Veil
V: Grimstrike gerçekten beklediğin gibi bir adam çıkmıyor. Bu sefer kafanı hafifçe geriye doğru attığında sanki eline doğru yumruk atacağını fark etmiş ki bir anda yumruğunu geriye doğru çekmeye başlıyor. Ancak bu sefer sen de tekme ile onu şaşırtıyorsun ve dirseğine doğru tekme atmaya başlıyorsun. Fakat o da o sırada kolunu geriye doğru çektiği için tekmen tam olarak Grimstrike'ın sol eline denk geliyor. Grimstrike, canının yandığını belli edercesine "Ananıskim!" diye bağırıyor. Elini birkaç kere havada sallıyor, sinirli bir şekilde tekrar sana doğru ilerlemeye başlıyor. Bu durum seni şaşırtıyor, güçlerini kullanmadığın haliyle bile elinin kırılmış olması gerekirdi. Hele ki tekme attın, yumruktan daha ağır bir hasar bile verebilirdin. Grimstrike bu sefer kolundaki bir düğmeye basıyor ve bir anda kendi sırtından bir daire çıkıyor. Kırmızı yanıp sönen dairenin üstünde ise dört tane kancaya benzeyen aparat çıkıyor. Daire bir anda uçarak sana doğru geliyor ancak dikkatin tam anlamıyla Grimstrike'ın fiziksel saldırılarında olduğu için sana ne kadar hızlı yaklaştığını fark edemiyorsun. Bu küçük daire bir anda sağ kolunun tam üstüne oturuyor, kancaları ise derinin altına sertçe saplanıyor. Grimstrike gülümsüyor ve "Kaslarını şimdiden anmaya başla, orospu çocuğu. Sağ kolun birazdan parçalara ayrılacak." diyor. Bir anda cebinden bir kancalı silah çıkarıyor, yakındaki binalardan birinin çatısına fırlatıyor ve hızla oradan uzaklaşıyor. Kendi kendine yenemeyeceği fiziksel bir savaştan kaçarken bir yandan da kalıcı hasar bırakmanın yolunu bulmuş anlaşılan.
Kolundaki yanıp sönen daireye bakıyorsun. Çelikten yapılmış ve kancalar acısını her ne kadar hissetmesen de derine tamamen dört köşeli bir şekilde girmiş durumda. Çıkarmanın bir sürü farklı yolu olabilir, ama aynı zamanda Grimstrike'ın söylediği doğruysa bu bir patlayıcı, o yüzden dikkatli davranmak gerekiyor. Ne yapacaksın?
Synapse: John, Chris'i sırtladığı gibi motorsikletinin arkasına yüklüyor ve sana dönüp "Ben tüm ekibi kontrol altına alayım, aramızda ölü olduğunu sanmıyorum, ki varsa Ashley'in ölüsünü sikerim, sana da haber veririm. Hadi görüşürüz kanka." diyor. Kaskını takıyor, motora biniyor ve hızlıca oradan uzaklaşmaya başlıyor. Sen de iki kas yığını adamın savaşını izlemeye devam ediyorsun. Grimstrike'ın bir anda çıkardığı aparatın V'ye yapıştığını görüyorsun, o anda Grimstrike da uzaklaşıyor. Tam bu olanları izlerken bir başka olay dikkatini dağıtıyor. Uzaklarda, sokak tarafında koşarken bir anda ayağı takılıp yere düşen siyahi bir genç adam görüyorsun. En fazla 18-19 yaşında olduğunu tahmin ettiğin kısa saçlı, yırtık pırtık giyimli genç adam sırtüstü dönüyor ve kendini geriye doğru sürüklemeye başlıyor. O sırada ona doğru yaklaşan iki adam görüyorsun, ikisinin de Ashley'in çetesinden olduğu çok belli, hepsi benzer kıyafetler giyiyor. Adamlardan biri çocuğa bakarken "Direkt sık silahı gitsin! Çocuk çok tehlikeli!" diyor. Diğer adam ise "Söylemesi kolay amına koyayım! Ya düşündüğümüz şekilde olursa?" diye cevap veriyor. Genç ise ağlamaya başlıyor ve "Ben ihanet etmedim, gerçekten etmedim. Lütfen bırakın kanıtlayayım." diyor. Öndeki adam ise "Evlat, bize kalsa kanıtla ama emir büyük yerden." diyor. Genç ise "Ashley öldü!" diye bağırıyor. Bağırırken bir anda iki adam da bir adım geri atıyor. Birkaç saniye sonra da kulaklarında yüksek, tiz bir ses duyuyorsun. Ses seni o kadar rahatsız ediyor ki bir adım geri çekiliyorsun. Genç daha sakin bir ses tonuyla devam ediyor. "Gözlerimle gördüm, tüm vücudu parçalarına ayrıldı." Adam tekrar silahı doğrultuyor ve "Ağzını bir daha açarsan..." diyor. Genç ise gözyaşları akıtmaya devam ediyor. "Lütfen, ölmek istemiyorum..." Genç korkudan tir tir titriyor. Adamların ise durmaya niyeti yok gibi.
O Sırada
John, tek tek telsizden herkesle araşıyor, o sırada Chris de yavaş yavaş kendine geliyor. Telsizin öbür ucundan James'in sesi duyuluyor. "Tamamdır, sağ ol John. Akşam 7 gibi buluşalım o halde." John gülümsüyor ve "Okeyto." demekle yetiniyor. Bir anda yüksek bir patlama sesi duyuyor ve motorsikletini durduruyor. Konuşurken yola dikkat etmemiş olacak ki önünde bulunan şeyleri yeni fark ediyor. Geniş sokağın tamamını Ashley'nin çete üyeleri doldurmuş. Her tarafta adam var, bazılarının elinde makineli tüfek, bazılarında beyzpol sopası, bazılarında fırlatılabilecek kadar küçük bıçaklar... John gülümsüyor ve "Chris, yeni uyandın biliyorum ama mideni azıcık bulandırabilir miyim?" diye soruyor. Chris ise "Yo-" derken John bir anda radyodan sevdiği bir şarkıyı açıp hızla motorsikleti sürmeye başlıyor. Şu durumda hayatta kalabilmesinin tek yolu Karanlığın Prensi'nden yardım almak gibi görünüyor.
John, motorunu öncelikle kaldırımdan sürmeye başlıyor. Cebinden çıkardığı hançeri tam önünde duran adama fırlatıyor, adam sağa doğru yere düşüyor, motorun önü açılıyor. Bir anda rampalardan birini kullanarak motorla birlikte havaya atlıyor, sokaktaki restoranlardan birinin geniş tabelasının üstüne çıkıyor. Tabelanın sonunda da hafif bir yükselti olduğu için motor tekrar havaya doğru kalkıyor ve tekrar sokağa iniyor. Sokağın sonuna kadar geldiği anda geriye doğru bir sis bombası fırlatıyor ve sağa dönüyor. Daha çok çete üyesi olduğunu görüyor ve bu sefer de motora kurduğu bir teçhizat sayesinde motoru zıplatıyor ve arabaların birinin üstüne çıkıyor. Teker teker birkaç arabanın üstünden ilerliyor ve önüne gelen arabanın alarmının ötmesine sebep oluyor. O sırada Chris tekrar bayılıyor ama neyse ki John'a doğru bayılıyor. John, Chris'in ağırlığını hissedince "Hassiktir..." diyor, sonra da önündeki bir adamın elinde silah olduğunu görüyor. Son kez motorunu zıplatıyor ve ön tekerlek ile adamın kafasını deşiyor. Adam yere düşünce John da motoruyla birlikte yere iniyor ve bu sefer soldaki sokağa dönüyor.
Başka çete üyesi yok gibi görüyor, rahatlıyor ve kafasını arkaya çevirip Chris'i kontrol ediyor. "Galiba Reaper'a harbiden Midnight oldu. Hadi oğlum kalk artık atlat-" derken bir anda önde beyzbol sopalı bir kadın çıkıyor ve motor ilerlerken John'un kafasına ağır bir darbe indiriyor. John motordan fırlıyor, Chris ise motorla birlikte bir süre daha gidip yere düşüyor. John çok hızlı gittiği için çok hızlı bir şekilde o sırada tadilatta olan açık bir elektrik haznesine çarpıyor. Çarptığı anda ciddi bir elektrik çarpmasına maruz kalıyor. Acı içinde bağırıyor ve vücudunda ağır yanıklar oluşuyor. Chris o sırada kendine geliyor ve "John!" diye bağırıp ona doğru koşmaya başlıyor. Diğer çete üyeleri de arka sokaklardan oraya doğru hızla ilerliyor. Elektriğin çıkardığı kıvılcımlar yavaş yavaş sönmeye başlıyor, o sırada çete üyeleri Chris'i de John'u da köşeye sıkıştırıyorlar. Durum vahim ve kimsenin haberi yok.
Re: [American Gods] Tanrıların Cezası
Posted: 25 Jul 2025, 21:18
by V
Grimstrike, beklediğimden iyi çıktı. Bana karşı koyabilecek birisiyle kapışmak, beklediğimden çok çok daha eğlenceliydi. Yumruğunu geriye doğru çekmesiyle birlikte tekmemi salladım, sol eline denk geldi, ancak buna rağmen bana karşı atağa geçmeyi başardı. Ama, sözünde duran birisi olmadığını öğrenmem yerinde oldu. Sırtında çıkan daireden sonra, kancaya benzeyen aparatlar çıktı ve daire benim sağ kolumun üstüne oturdu. Kancaları ise derimin altına sertçe saplanmıştı bile. Bana gülümseyip, kolumun parçalara ayrılacağını söyledi. Sanırım ya patlayacaktım, ya da başka bir şeyle karşı karşıya kalacaktım, ama nihayetinde sağ kolumu kaybetmem muhtemeldi. Binalardan birinin çatısına fırlayıp kaçmasının ardından, sadece arkasından bakmakla yetindim. Şimdilik onu kovalamak istemiyordum. Bu yüzden, sağ kolumda duran şeye doğru kaydı gözlerim. Sanırım bunu tek başıma halletmem mantıklı olmayacaktı. En iyisi Hazel'a bir danışmaktı, eğer o da bir çözüm bulamazsa, en uygun yöntem kolumu kaybetmek olacaktı.
Sakin bir şekilde Hazel'ın yanına doğru ilerledim. Aramıza biraz mesafe koymam gerekiyordu, zira bu bir patlayıcı ise, kimseye zarar gelsin istemiyordum. Bir köşede tek başıma kolumu kaybetmek diğerlerinin açısından en iyisi olurdu. Onlara bir zarar gelsin istemiyordum. "Hazel." diye seslendim tam olarak neyi izlediğini bilemeden. "Kolumda sanırım bir patlayıcı var, patlayıcı değilse bile kolumu kaybettirecek bir şey bu." dedikten sonra, sağ kolumu hafifçe ileriye doğru uzattım. "Bu cihaz her ne ise, onun üzerinde bir şeyler yapabilir misin güçlerinle? Yapamazsan sorun değil." Dedim. Yapamazsa, bir an önce onun yanından uzaklaşıp tek başıma kolumu kaybetmem gerekiyor çünkü nasıl bir etki yaratacağını hiç bilmiyorum.
Re: [American Gods] Tanrıların Cezası
Posted: 26 Jul 2025, 02:29
by Synapse
John Chris'i motoruna alıp götürürken utanmadan "kanka" demişti. Ne kankası be? Iyyy. Hazel sırtını dönüp onlara arkadan el salladı. Şu an hiç ikisiyle de uğraşacak modda değildi. Patronun ve Grimstrokedaddy'nin kavgasını izlemek istiyordu. Tam kafasını çevirmişti ki Grim'in garip cihazlarından birisinin patronun koluna yapıştığını gördü. Grim de olay yerinden tüymüştü. Kazanamayacağını anlayınca topuklamıştı pezevenk. "Hani ne oldu erkek erkeğe dövüş? Gavat." Bu esnada biraz solunda yeni bir olayın filizlendiğini fark etti. Siyahi bir çocuğu Ashley'in çetesinden iki başka adam kovalıyordu. Çocuk takılıp yere düşmüştü. Onu kovalayan adamlardan fazlasıyla korkuyor gibi bir hali vardı. Ezik bir tipi olsa da oldukça genç görünüyordu. Muhtemelen yeni reşit olmuştu. Kendi aralarında çocuğu öldürmekle öldürmemek arasında çatışır halde konuşuyorlardı. Çocuk ısrarla Ashley'in öldüğünü, parçalandığını gördüğünü, kimseye ihanet etmediğini söylüyordu. Adamlar ise çocuğun tehlikeli olduğunu, emir kulu olduklarını söylüyorlardı.
Şimdi... Bu sahne ilginçti. Çünküsü çetesinden dışlanmış ve üyelerin korkacakları kadar güçlü bir çocuk söz konusuysa bu işlerine yarayabilirdi. Çocuğun numarasının ne olduğunu anlamak için de Bio-Hack kullanabilirdi. Korkak kevaşenin teki gibi davrandığı için çocuğun potansiyeline inanası yoktu ancak diğer adamlar bilgili abilere benziyorlardı. O esnada patron yanına gelerek kolunda patlayıcı gibi bir şey olduğunu, onu güçleriyle yok etmesini istemişti. Hangisine öncelik vermeliydi? Patronun sağ kolu mu yoksa siyahi çocuk mu? Belki ikisini aynı anda yapabilirdi. Patronun kolundaki cihaza odaklanarak onu hacklemeyi deneyecekti. O esnada da çocuğu öldürmek üzere olan adamlara bağıracaktı. "PARDON BAKAR MISINIZ? Faruk Eczanesi'ne buradan mı gidiliyor?" Onunla göz göze geldikleri anda da siyahi çocuğa Bio-Hack yapacaktı. Gücünü bu kadar üst üste kullanabilir miydi, hepsi tutar mıydı, patronun kolu gider miydi, ödlek öçin alır mıydı artık hayırlısıydı.