Page 4 of 5

Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon

Posted: 20 Sep 2025, 18:00
by GM - Veil
Synapse: Mazgalı ittiğinde ağır metal kapağın gıcırtısı kulaklarını tırmalıyor. Hiç vakit kaybetmeden aşağıya kendini bırakıyorsun. Bacakların esneyerek yere iniyor, ayakkabılarının tabanı barın gürültüsüne karışıyor. Etraftaki bakışların arasında masaya yöneliyorsun. İçki dolu bardağın içinde çırpınan küçük gri fareyi görür görmez elini daldırıyorsun. Islak tüylerini avucunda hissediyorsun. Onu kavrayıp memelerinin arasına sokuyorsun. Göğsünün sıcaklığında kıpırdandığında yalnızca tiz ciyaklamalar duyuluyor. Fare Cole, sözlerine karşılık olarak sadece çaresiz fare sesleri çıkarıyor.

Gözlerin masada oturanlara kayıyor. Karşında kaslı, kel bir adam var. Üstünde kolsuz siyah deri ceket, göğsünü kaplayan dövmeler sakalının altına kadar uzanıyor. Yanında ise sarışın bir kadın. Meme estetiği olduğu belli, şortu ufacık, üstünde karnını açıkta bırakan bir crop var. Dudaklarında soğuk bir sırıtış var, gözlerini senden ayırmadan ayağa kalkıyor. Yavaşça yanına geliyor. Parmak uçları saçlarının arasından kayıyor. "Maceracı birine benziyorsun." diyor yumuşak bir sesle. "Ne güzel." Eğilip kulağına fısıldıyor. "Arayış ne peki? Kocam seni sikerken sizi izlememi ister misin?" Onun yakınlığıyla şaşkına dönüyorsun, cevap vermeye fırsat bulamıyorsun.

Bir anda yukarıdan ayak sesleri geliyor. Robert sabredememiş, aşağı atlıyor. Sert inişle biraz sendeleyerek ayağa kalkıyor. Yumruklarını sıkıp adamın üzerine yürüyor. "Bırakın onu!" diye bağırıyor. Adam tek kelime etmeden yumruğunu kaldırıyor. Çenesiyle beraber tüm gücü Robert’ın suratına çarpıyor. Robert’ın bedeni havalanıyor, bara doğru uçuyor. Bam diye barın kenarına çarpıyor. Barmen, sarı saçlı bir kadın, öfkeyle Robert’ın omzuna itiyor. "Defol buradan!" diye bağırıyor. Robert afallamış ama gözleri öfke dolu. Ayağa kalkıyor, sesi titreyerek "Seni uyarıyorum bak." diyor. Çığlık atacak gibi nefesini topluyor. Kel adam yavaş adımlarla Robert’a doğru yürümeye başlıyor. Çizmelerinin zemine vurduğu her adım kulaklarında yankılanıyor. Bu sırada göğüslerinin arasında gizlediğin Fare Cole hala tiz sesler çıkarıyor. Kaosun ortasında kalmışsın. Bir yanda seni çekmeye çalışan sarışın kadın, diğer yanda Robert’ın karşısına dikilmiş kaslı dev. Hangisine müdahale edeceğin an meselesi.

V: John, senin sözlerini duyduğu an bir şey sormadan yukarı kata koşuyorsun. Ayak sesleri merdivenlerde yankılanıyor. Elini pompalıya uzatıyor, soğuk metali parmaklarının arasına alıyorsun. Derin bir nefes alıyorsun. Sonrası saniyeler sürüyor. Tetiği çektiğinde karnına saplanan sıcak acı, göğsüne saplanan basınçla birleşiyor. Nefesin kesiliyor. Ama kalbini es geçiyorsun, bilinçli bir hesaplamayla. Kan gömleğini hızla ıslatırken dizlerinin üstüne düşüyorsun. Gözlerin ağırlaşıyor. Yerdeki kan havuzuna bakarken kulakların açılan kapıların gürültüsüyle doluyor. Siren sesleri artık çok yakın, sonra da doğrudan içeride. Çelik çizmeler tahtaları çatırdatıyor, silah sesleri, emirler. Ama senin bilincin kararıyor.

...

Gözlerini tekrar açtığında bembeyaz bir ışık göz bebeklerini yakıyor. Tavan lambası. Etrafında steril bir sessizlik. Kollarına bakıyorsun, serum hortumları damarlarına saplanmış. Burnunda plastik bir oksijen maskesi var. Göğsünde bandajların baskısını hissediyorsun, her nefeste acı yeniden hatırlatıyor. Kapı açılıyor. İçeri orta yaşlarında, keskin bakışlı bir kadın polis memuru giriyor. Üniforması kusursuz ütülü, belinde tabancası. Elinde kalın bir dosya var. Yavaşça yatağının yanına geliyor, dosyayı açarken gözlerini sana dikiyor.

"Ben Dedektif Ramirez. Miami Metro Polis Departmanı." Ses tonu sert, ama ölçülü. "Olay yerinde seni baygın halde bulduk. İki ölü var. Tony Rivera ve isimsiz bir kadın. Çok temiz iş çıkarmışsın. Bizim raporlarımıza göre silah kullanılmış. Senin ellerinde barut izi var. Bunun dışında, komşular polis sirenlerini duyduklarını ama ortada siren olmadığını söylediler. Yani birileri sizi tuzağa düşürmek istemiş de olabilir."

Dosyadan birkaç sayfa çeviriyor, gözleri kayıyor. "Şimdi sorulara gelelim. Tony’nin evine neden gittin? Yanında bir genç adamın olduğu söyleniyor. Kamera kayıtlarında görmüşler. Anlaşılan ortada yok." Kalemini kaldırıyor, gözlerini sana dikiyor. "Senden doğruları istiyorum. Tony’yi neden öldürdün? Kadını neden öldürdün? O evde gerçekte ne oldu?" Sana doğru biraz eğiliyor, bakışları delici. "Sana kurban muamelesi yapmamı istiyorsan, hikayeni düzgün anlatacaksın. Yoksa buradan ellerin kelepçeli çıkarsın." Odanın sessizliği, kalbinin monitördeki bipleri ve kadının nefesleriyle bölünüyor. Şimdi ne söyleyeceğin, nasıl cevap vereceğin belirleyici olacak.

Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon

Posted: 21 Sep 2025, 02:40
by Synapse
Iyyyy, Cole'un tüyleri içkiden vıcık vıcık ıslanmıştı. Memelerinin arasında ıslak tüylü bir şey olması hissi Hazel'ı bir tık ürpertse de yapacak bir şey yoktu. En iyi orada emin olurdu bir yere kaçmayacağına. Ciyak viyak da bir sesler çıkarıyordu. Keşke farece bilseydi de ne dediğini anlasaydı. Şimdi problem şuydu ki, birilerinin içkisine laps diye elini daldırıp içinden fare çıkartmıştı. Bu pek hoş bir durum olmasa gerekti. Fare ile olan işini halledip garantiledikten sonra başını kaldırıp içkinin sahiplerini süzdü şöyle bir. Kaslı, kel, tam daddy gibi bir herif vardı. İri yarı bir şeydi. Böyle alıp duvardan duvara seksi seksi vurabilir gibiydi. Yanında da bir sarışın bomba hatun vardı. Memeleri sahteydi ama poposu filan da bir lokmalıktı tam. Crop giymişti bir de. Göbeğinden içki içmelik oyşh. Yanındaki dövmeli herif de at kişnetir gibi götünü şaplaklasa filan...

Ahem! Hazel saçma sapan fantezilere dalmak üzereyken işinin ne olduğunu hatırladı. Tam dönüp gidecekti ki sarışın bomba seksi bakışlar atarak, böyle saçını okşayarak filan yanına gelince Hazel'ın içi bir hoş olmuştu. Kulağına da fısıldamıştı. Hazel şelale olsa yeriydi şu an. Kocası onu sikerken izlemek istediğini söylemişti sonra da. "Haaa... Cuck muck o işler diyosun yani?" Hazel tam cevap verecekti ki havalandırma borusundan telaşlı ayak sesleri işitti. Robbie olanları görünce rahat duramamış hemen aşağı atlamıştı. Yahu! Hazel hallederdi ki bu durumu!! Adamın üzerine yürüyerek artistlik taslamaya kalkmıştı bir de. Sonra da bir temiz yumruk yiyip karşıki duvara fırlamıştı. Hazel'ın en başta hayalini kurduğu duvardan duvara vurma olayı böyle değildi tam ama adam yapabileceğini kanıtlamıştı. En azından beklentileri boşa çıkmamıştı.

İşin kötü tarafı ise buradaki insanların birazdan başlarına gelebilecek olaydan haberleri olmamasıydı. Robbie öfkelenmişti, ciğerlerine çektiği nefese bakılırsa birazdan alaylarını silkecekti. Hazel normalde böyle şeyleri umursamazdı ancak şu an dikkat çekmeleri pek hoş olmazdı. Kel adam Robbie'nin üzerine doğru yürüyordu. Memelerinin arasındaki fare ciyak ciyak bağırınıyordu. Hazel overstimule olmuştu. "BEN FAREM İÇİN GELDİM GERÇEKTEN. BAŞKA BİR AMACIM YOKTU. HEM BEN REGLİM SEVİŞEMEM BUGÜN, ÜZGÜNÜM. BAŞKA ZAMANA AMA SÖZ, OLUR MU?" Robert'ın ve kel adamın dikkatini dağıtmak için bağırdıktan sonra hızla Robert'ın koluna girecek ve bardan dışarıya doğru koşturacaktı. "Robbie gözünü seveyim gidelim bu herif mememde kıpraşıp duruyor kafayı yiyeceğim."

Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon

Posted: 22 Sep 2025, 20:09
by V
Hassiktir...

Birisi tarafından vurulmayalı çok uzun zaman olmuştu. Bu hissiyatı hatırladığımı bile zannetmiyorum. Kendimi ise, ilk kez vuruyorum sanırım. Hastanenin göz yakan beyaz lambasına en son ne zaman bakmıştım acaba? Hatırlamıyorum bile. Gençken, daha toyken hastaneye yatırıldığım çok vaktim oldu, bir defasında Martinez'le birlikte gitmiştik hatta. O zaman ikimiz de ağır yaralıydık, bir odanın içerisinde yan yana sedyelerde yatıyorduk. Yüzümüzde acının ifadesiyle karışmış bir gülümseme vardı. Şimdi ise, bu odanın içerisinde tek başımayım. Olması gereken buydu, yanıma John'u çekerek onu ateşe atamazdım. Burada olsaydı, muhtemelen saatlerce sorgulanacaktı ve bir noktada çözülebilirdi bile. Bu acımasız aynasızların yöntemlerini bilirim, kameraları kapatırlar, seni eşşek sudan gelinceye kadar hırpalarlar. Gerçi, bende pek işe yaramıyor olsa da, dostlarımın bir çoğunda işe yaramıştı bu taktikleri. Bana gelince, ben genellikle onlara tepki veriyordum.

Elinde kalın dosyasıyla içeriye gelen kadın konuşmaya başladığında, ağır ağır açılmış gözlerimi ona doğru devirdim. Dedektif Ramirez. Güzel araştırmışlar, benim temiz bir iş çıkardığımı bile söylüyordu ama elinde bir kanıt var mıydı, önemli olan oydu. Muhtemelen bir kanıtı yoktu ve beni konuşturmayı planlıyordu. Aklı sıra, beni korkutacaktı. İçeriye sokmakla, herkesin suçunu bana yıkmakla tehdit edecekti beni. Biraz geçmişimi araştırdıysa, içeriye girdiğimde ne kadar bela çıkardığımı, sırf bu beladan dolayı hep tek kişilik hücrede kaldığımı biliyor olmalıydı. Yine de sessizce dinlemeye devam ettim. John'un kimliğini tespit edememiş olmaları işime yarar bir durumdu. Kadının konuşması bittiğinde, derin bir nefes aldıktan sonra, dirseklerimden güç alarak sırtımı doğrulttum. Konuşmak gibi bir planım yoktu.

"Ben kimseyi öldürmedim." Dedim sakince. "Tony bana silah doğrulttu, bir süre boğuştuk, silahın sesini duyduktan sonra tek hatırladığım şey bir kan gölü ve karanlık." Biraz düşünüyor gibi yaptıktan sonra, yine söze girdim. "Kadın dediğin? Kim? Ben Tony'den başka birini görmedim." Konuşmanın bu kadarı yeterliydi. Eğer gerçekten hepsini benim öldürdüğüme dair inancı tamsa, muhtemelen bu sözlerimin konuşmayacağımın garantisi olduğunu anlayacaktı. Yine de onu bu kadar alttan almış olmak benim için iyi değildi. Daha keskin bakışlarla, gözlerimi yorgunlukla kapamadan önce kadının gözlerinin içine baktım. "Sakın benimle emrivaki konuşmaya kalkma. Bir daha da bu odaya avukatım olmadan girme. Bana emir verilmesinden hiç hoşlanmam Dedektif Ramirez." Gözlerimi kapatmadan önce, sedyenin üstünde bulunan tuşla hemşireyi çağıracak ve Ramirez'i odadan attıracağım. Bundan sonra benimle konuşacaksa bile, avukatım olmadan konuşamayacak.

Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon

Posted: 29 Sep 2025, 17:15
by GM - Veil
Synapse: Sarışın kadına verdiğin cevaptan sonra kadın bir an afallıyor, gözleri göğüslerine kayıyor. Memelerinin arasına sıkıştırdığın fareyi fark ediyor, dudaklarında hafif bir sırıtış beliriyor. "Merhaba ufaklık." diyor fareye doğru, sonra da sana göz kırpıyor. Tam o sırada kaslı kel adam Robbie’ye yüklenmeye devam ediyor. Sen Robbie’nin koluna girip onu hızla çekiştiriyorsun. Robbie itiraz edecek gibi oluyor. "Abla dur şunu bir-" Ama sen çoktan kapıya yönelmişsin bile, Robbie mecburen seninle geliyor. Barın dışına adımınızı attığınızda Robbie nefes nefese kalıyor. Ter içinde kalmış, yumruk yemiş suratını ovuşturuyor. Tam o sırada göğüslerinin arasındaki fare Cole iyice kıpırdanmaya başlıyor. Minik bedeniyle seni sıkıştırıyor, sonra da bir anda kendini dışarı atıyor. Şap diye yere düşüp hızla uzaklaşıyor.

Cole iç dünyasında. Kafasının içinde yankılanan ses çok net. "ADAMLAR İÇERİDEYKEN DALSAK ASLINDA ÇOK İYİ OLMAZ MI?!" Ama gerçek dünyada, Robbie ile sen sadece tiz fare sesleri duyuyorsunuz. Cole hala dönüşmemiş. Robbie sonunda senin elini kavrıyor, telaşlı gözlerle etrafı tarıyor. "Yürüyün ya!" diye hırlıyor. Birlikte sokak boyunca hızla ilerliyorsunuz. Düz gitmek yerine arka sokaktan dolanmayı tercih ediyor. Adımlarınız yankılanıyor, hava ciğerlerinizi yakıyor. Nefes nefese kalmışken, köşeyi döndüğünüzde kendi arabanızı görüyorsunuz. Robbie parmağıyla işaret ediyor, sesi çatlıyor. "Abla, koş!"

Koşarak arabaya varıyorsunuz. Sen sürücü koltuğuna atlıyorsun, direksiyonu kavrıyorsun. Robbie ise Cole’u avuçlayıp arka koltuğa geçiyor. "Nereye abla?" diye soruyor telaşla. Fare Cole ise anlaşılmaz ciyaklamalar çıkarıyor. Tam arabayı çalıştırmak üzereyken göz ucuyla binanın önüne bakıyorsun. İçeriden bir grup adam dışarı çıkıyor, etrafı tarıyorlar ama sizi tanımıyorlar. Fakat bardaki kel adam gözlerini sana dikiyor. Hızla koşarak geliyor, kaslı vücudu sokağı dolduruyor. Arabanın önüne atlayıp yolunuzu kesmesine ramak kalıyor. Ya gaza basmalı, ya da acilen bir plan düşünmelisin. Çok dikkat çekmek de iyi bir fikir olmayabilir. Ne yapacaksın, Synapse?

V: Dedektif Ramirez sana bakıyor, kalın dosyasını kucağında hafifçe düzeltirken yüzünde profesyonel, ama bir nebze de meydan okuyan bir ifade var. Sözlerin onu beklediği kadar etkilememiş gibi duruyor. Dudaklarını sıkıştırıp kısa bir an sessiz kalıyor, sonra başını hafifçe yana eğerek konuşmaya başlıyor. "Bana gözdağı vermeye çalışma, Vincent. Bu şehirde senin gibilerden çok gördüm. Silah sesleri, kırık kemikler, cesetler... hepsi bana aynı hikayeyi anlatıyor, biri konuşmazsa, diğeri bedelini öder. Tony ve kadının cesetleri masanın üzerinde. Parmağın tetiğe dokunmuş mu, dokunmamış mı, adli inceleme bunun cevabını çıkarır. Ama senin hikayende fazla boşluk var. Bu yüzden buradayım."

Dosyayı açıyor, içinden birkaç fotoğraf çıkarıyor. Kanlı bir zemin, yamulmuş bir masa, parçalanmış bir tüfek namlusu. Fotoğrafları kucağındaki çarşafa bırakıyor. "Bunları gör. Bak. Sessizlik sana bazen koruma sağlar ama bazen de celladını çağırır. Yanındaki kimdi bilmiyoruz. Ama sen biriyle beraberdin. Kız çocuğunu da gördük. Sen sustukça biz başkalarına yükleniriz. Bir gün yanlış kişi konuşur ve senin yerine birileri acı çeker." Tam bu anda, koridorun ucunda bir bip sesi duyuluyor. Hemşire geliyor. Ramirez gözlerini senden ayırmadan ayağa kalkıyor. "Avukatını isteyebilirsin, sorun değil. Ama avukatlar seni sokakta korumaz. Bir sonraki görüşmemizde daha dürüst olmanı umuyorum." Ceketini düzeltiyor, dosyayı koltuğunun altına sıkıştırıyor ve hemşire kapıyı açar açmaz odadan çıkıyor.

Hemşire serumunun ayarını kontrol ederken kısa bir şeyler söylüyor. "Sakin olun, bayım. Dedektif size dokunamaz, yalnızca rapor alıyorlar." Sonra odayı toparlayıp çıkıyor. Birkaç dakika sessizlik oluyor. Derken, odanın kapısı çok hafifçe aralanıyor. İçeri girmeyen, sadece aralıktan görünen bir yüz, John. Gözleri telaşla odanı tarıyor. Çenesiyle sana ben buradayım der gibi küçük bir işaret yapıyor. Sonra hızla geri çekiliyor. Polisler fark etmesin diye kendini göstermesi bile riskliydi. Birkaç dakika sonra tekrar siren sesleri ve ağır bot sesleri koridorda yankılanıyor. O an, kalbinin derininde bir şeyin farkına varıyorsun. Bu hastane odası seni güvenceye almıyor. Aksine, burası bir kafes. Polislerin elinde tutulan bir kart. Burada ne kadar kalırsan, o kadar fazla ipuçları onların eline geçecek. Kafanın içinden geçen düşünce ağır basıyor, çıkış yolu araman gerekecek. Bu odada kalmak demek, kontrolü başkalarına bırakmak demek. Ve senin gibiler, kontrolü asla başkasına bırakmaz.

Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon

Posted: 04 Oct 2025, 02:44
by Synapse
Robbie tam itiraz edip racon kesmeye çalışacaktı ki Hazel onu kolundan sürükleyip dışarı atabilmişti. Manyak mıydı neydi be? Kulağı işiten herkesi gebertmek mi istiyordu? Tamam eğlenceli olurdu da çok dikkat çekerdi latin karteller peşlerindeyken. Tüm bunlar yetmezmiş gibi Cole memelerinin arasında kıpır kıpır ederek onu rahatsız edip gıdıklamıştı. Sonra da şıp diye atmıştı kendini aşağıya. "Lan çocuk!" İğrenç vıcık fare sesleri çıkararak koşturup köşeyi dönmüştü. Robbie'nin elini tutup sürüklemesi ile birlikte sokak boyunca ilerlemeye başladılar. Arka sokaktan ilerledikten sonra köşeyi dönünce arabayı park ettiği yerde sapa sağlam görünce topukları götüne vura vura koşarak ulaştı arabaya Hazel.

Kendini sürücü koltuğuna attığı gibi kapıyı kapatması bir oldu. Robbie de fareyi yakaladığı gibi arkaya atlamıştı. Hiç yerleşmelerini bile beklemeden hızla gaza basarak yola çevirdi arabanın ucunu. Binanın önünde adamlar vardı. Onları görmedikleri için ve Cole da fare kılığında olduğu için kim olduklarını anlamamışlardı. Bardaki dayakçı daddy nedense onlardan daha öfkeli görünüyordu. Arabaya bindiklerini görmesine rağmen üstlerine gelmeye devam etmişti. Arabanın önüne atlayacaktı manyak psikopat! Hazel hızla gaz pedalına asıldı. "KAÇANIN ANASI AĞLAMAZ ROBBIEEEE!" Artık ters yöne mi girerdi, zik zak mı çizerdi, sollar mıydı sağlar mıydı bilmiyordu ancak kafasına göre random şeyler yaparak buradan kurtulacaktı. Peşlerine birisi takılacak olursa karmaşık yollardan giderek izini kaybettirecekti. Sonra da bara, çete üyelerinin yanına dönecekti. Patron dönmüşse Cole'u orospusu yapma fikrini ona hemen ilk elden anlatmalıydı, çok seksi bir hikayeydi çünküsü.

Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon

Posted: 04 Oct 2025, 03:00
by V
Dedektif Ramirez, benim kim olduğumu bilmiyor olmalıydı. Silah seslerinden, kırık kemiklerden, cesetlerden bahsediyordu. Oysa, zaten kemik kıran da bendim, cesetleri çıkaran da. Beni korkutabilecek hiçbir şey yoktu. Hikayemdeki boşlukları aramak, bu kadına hiçbir şey kazandırmayacaktı, zaten doldurabilecek birisi yoktu ortada. Adli inceleme ise, benim götümü korkutabilecek bir mesele değildi. Benim muhteşem avukatım bunların üstesinden gelebilecek bir kadındı. Dosyayı açıp, birkaç fotoğrafı önüme çıkardı. Çarşafın üstüne koyduktan sonra, hala bir şeyler konuşmaya devam etti. Ben sustukça başkalarına yükleneceğini söylüyordu, bilmiyordu ki benim dostlarıma yüklenmeye kalkarsa onun cesedini de bir yerlerde bulurlardı. Karşıma herkesi alabilirdim, dostlarım için her zaman. Dedektif Ramirez gitmeye karar verdiğinde, derin bir nefes aldım hiçbir şey demeden.

Sen gerçek sokağın ne demek olduğunu hayal bile edemezsin.

Hemşire serumumun ayarlarını kontrol ederken, beni teselli etmeye çalıştığını fark ediyordum. Hiçbir şey demedim, ancak odanın kapısının hafifçe aralanması ile birlikte, kaşlarımın çatılması bir oldu. John, telaşla odayı tarıyordu. Bana yanımda olduğunu göstermeye çalışır gibiydi. Polislere rağmen bu riski almış olması, gerçekten bu çetenin patron varisi olmasına aday olduğunu gösteriyordu. Üstelik, bu saçma olay yüzünden içeri girersem, kesinlikle çetenin başına o geçecekti, bundan emindim. Hiçbir şekilde umursamadan, serumlarımı sökmeye başladım. Bir an önce buradan gitmeyi kafaya koymuştum. Hızlı bir şekilde Wild Panda'ya dönmek istiyordum. Daha belki de öldürmem gereken çok fazla insan vardı, ancak Dedektif Ramirez peşimdeyken zorlanacağımı biliyordum. Bu yüzden, yeni bir plan yapmaya karar verdim. Buradan çıktığımda, Dedektif Ramirez'i içeri attıracak bir plan yapacağım. Yılanın başını, henüz küçükken ezmek lazım derler. Bir an önce serumlarımın hepsini söküp, hastanenin dışına çıkacağım. John'u telefonla arayacak, Yousef'le birlikte gelip beni almasını isteyeceğim. Şimdi, merkeze geri dönme zamanı.

Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon

Posted: 04 Oct 2025, 20:54
by GM - Veil
Synapse: Araba birden ileri atılıyor, lastikler asfalta sertçe tutunuyor. Direksiyon senin ellerinde kıvranırken araç savrulmadan doğruluyor, gaz pedalına sonuna kadar yükleniyorsun. Önündeki iri adam refleksle ellerini kaldırıyor ama kaçmaya da yetişemiyor, tampon kalçasına hafifçe çarpıyor, adam sendeleyip yere düşüyor. Robbie arka koltuktan "Abla dur vuracaksın!" diye bağırıyor ama sen çoktan devam ediyorsun. Arka aynada sadece küçülen figürleri görüyorsun, adamlar geride kalıyor, biri diğerine küfrediyor.

Bir süre sessizlik hakim oluyor arabada. Şehrin ışıkları camlarda dans ederken Robbie derin bir nefes veriyor. "Ulan sadece antrenman yapacaktık..." diyor, hala şoktan çıkamamış bir ses tonuyla. Arabayı bara yaklaştırırken, arka koltuktan minik tıslama ve ciyaklamalar geliyor. Robbie elindeki kağıt torbaya benzeyen bezin içini kontrol ediyor, o sırada sesler daha netleşiyor. Cole'un sesini duyuyorsunuz. "...Yani bana sorarsanız Meet’n Fuck serisinin en iyi oyunu Lesbian Ride’dır, çoğu insan Secret Agent ya da Star Mission diyor ama çekerken neden malafat g-" Arka koltuktan bir “poff” sesi geliyor ve dikiz aynasında yarı çıplak, ıslak saçlı Cole’u görüyorsun. "Aaa bakın bar." diyor hiçbir şey olmamış gibi. Robbie hemen dönüyor ve "Oğlum saçma saçma konuşma ya." diye tıslıyor.

Arabayı bara yanaştırıp park ediyorsun. Hava nemli, uzaktan neon tabelanın turuncu ışığı titriyor. Kapıdan içeri girdiklerinde onları hemen James karşılıyor. Eli cebinde, yüzü soğuk. "Eğittin mi çocuğu?" diye soruyor sana. Cevap gelmeden bakışları arkaya, Cole’a kayıyor. Cole, James’in ifadesini görünce kollarını iki yana açıyor, sırıtıyor. "Söyle hadi." James kaşlarını çatıyor. "Ne?" Cole adım atıyor, sesi ciddileşiyor. "Ne olduğumu biliyorsun Bella." James bir şey anlamamış gibi bakıyor. Robbie öne geçiyor. "Bu Cole." diyor. "Benim eski bir arkadaşım. Maalesef bir şekilde bizi buldu. Peşinde bir kartel var, mafyadan kaçmaya çalışıyor."

James’in yüzü buz kesiyor. "Bize bulaştırmayın da." diyor kısa, keskin bir sesle. Cole hemen lafa atlıyor. "Çoktan bulaştırdık abi, hanımefendi yardım ediyor." O anda James’in sinirleri kopuyor. Cole’un yakasından tutuyor, tek eliyle Robbie’ye de hızlı bir tokat geçiriyor. Cole’u duvara yaslayıp gözlerini kısıyor. "Sikerim oğlum bak sizi. American Gods’u sikik sokuk işlerinize alet ederseniz buraya geldiğinize pişman ederim." Etraf sessizleşiyor. Robbie nefes almakta zorlanıyor, Cole gülümsemeye çalışıyor ama korkudan göz bebekleri küçülmüş.

V: Serumu hızla çekiyorsun, iğnenin çıktığı yerden sıcak bir yanma hissi yayılıyor. Bileklerinden aşağı doğru akan o keskin sızı seni uyanık tutuyor. Kalbin hala pompalıdan kalan deliklerin yakınındaki ağrıyla yarışıyor, göğsündeki sargılar, üzerine yapışan kurumuş kanın izini gizleyemiyor. Kapıya göz atıyorsun, dışarıda iki gölge. Polis ayakkabılarının o tanıdık tak tak sesi yankılanıyor. Dedektif Ramirez’in sesi, koridorun ilerisinden duyuluyor. "Odasında tutun. Kaçmaya çalışırsa vurun." Bu kadının soğukkanlılığı sinirini bozuyor. Kendini tanıtmadan girip çıkıyor, sonra da vurma emri veriyor. Senin gibilerin neden sokağı yönettiğini anlamıyorlar işte.

Odanın penceresini kontrol ediyorsun, hastane bahçesine bakan dar bir açıklık. Aşağıda birkaç ambulans, birkaç polis aracı. Siren ışıkları duvarlara mavi kırmızı lekeler çiziyor. Sessizce kalkıyorsun, damarındaki serumun plastik hortumunu kesip yatağın altına fırlatıyorsun. Sedyenin altından serum sehpasını alıp pencerenin menteşelerine geçiriyorsun. Metalin sürtünme sesi odada yankılanıyor ama yapacak başka çaren yok.Tam pencereyi araladığın anda kapı kilidi dönüyor. "Bay Bentley?" diyor Ramirez’in sesi. "Bir dakika konuşalım."

Pencereyi bir omuz darbesiyle açıyorsun. Bahçeye atlamak üç metrelik bir mesafe, ama bu ilk değil. Bacağındaki ağrıya rağmen atlıyorsun. Zemin çimen değil, beton. Dizlerinde yankılanan acı, ciğerinden çıkan hırıltılı nefesle birleşiyor. Hemen doğruluyorsun. Alarm çalıyor, arkanın aydınlandığını fark ediyorsun, dedektif camdan sana bakıyor. "Kaçıyor! Güney çıkışı, hemen!" diye bağırıyor Ramirez. Bahçede devriye gezen iki polis seni fark ediyor. Ellerini silahlarına atıyorlar, sen ise ilk adımı atıyorsun. Adrenalin damarlarında yeniden akıyor, kasların eski hızını hatırlıyor. Bahçeyi çevreleyen beton duvarı tırmanıp diğer tarafa geçiyorsun, ayakkabın zemine vurduğunda bir lastik sesi çıkıyor, otopark.

Yousef'in arabasını görüyorsun. Arabada kimse yok ama bu iyi bir işaret, demek ki yakınlarda. Elini cebine atıyorsun, kanlı telefonun hala çalıştığını görünce yüzüne zayıf bir gülümseme yerleşiyor. John'u çaldırıyorsun. Uzakta bir megafon sesi yankılanıyor. "Silahsız teslim ol!" Cevap vermiyorsun. Çünkü biliyorsun, bugün burada teslim olursan yarın seni morgda sayacaklar. Gözlerini geceye dikiyorsun, nefesini sabitliyorsun. Damarlarında yanan o güç hissi geri dönüyor. Artık tek çıkış yolun kaldı. Ve o da önünde, mavi kırmızı ışıklarla çizilmiş bir yol gibi uzanıyor. Ve tam o anda, uzaktan yaklaşan motor sesleri yankılanıyor, tanıdık, ağır, bastırılmış.

John’un arabası.

Önünde sayısını bilmediğin kadar polis arabası var, en azından beşi görebileceğin mesafede. Az önce gördüğün iki polis birkaç saniye içinde dolanıp yanına varacaktır, ikisinin de silahı var. Önündeki polis arabasından da muhtemelen ondan fazla adam inecek, hepsi silahlı olacak. John da yakın ama ilk hamleyi yapman gerek. Ne yapacaksın, patron?

Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon

Posted: 08 Oct 2025, 02:39
by Synapse
Psikopat herif yoldan çekilmeye tenezzül bile etmemişti. Hazel onu ezip geçse umurunda olmazdı. Eceline mi susamıştı be? Robbie arkadan ay may bir şeyler dese de iş işten geçmişti artık, Hazel gaza bastığı gibi yola daldı gitti. Adama hafifçe çarpması ile birlikte adam yere yuvarlanmıştı. Yine de herif hala daha onları yakalamaya çalışsa da yetişmeyeceğini anlayınca vazgeçmişti. "Manyak mıdır nedir ya?" Yol boyunca Robbie yaşananları sindirmeye çalışırken Hazel de onları takip eden var mı diye aynalara dikkat kesilmişti. Olabildiğince acele ediyordu ve bilinmedik ara yollardan gitmeye çalışıyordu. O esnada viyak viyak faremsi sesler gelmeye başlamıştı. Sonra arkasına dönüp bir baktı ki Cole yeniden Cole olmuş. Meet n Fuck filan öyle bir şeylerden bahsediyordu. "Porno oyunu olan mı?" Hazel tabi ki de bu seriyi biliyordu, oynamıştı da. Ama içerisinde seksi daddy erkekler olmadığı için sıkılıp bırakmıştı.

Arabayı bara yanaştırdığı gibi kemeri filan çıkarıp attı kendini dışarı. İçeri girdikleri anda arabanın anahtarını James'e fırlattı. "Bir kere de temiz niyetle bir şey yapmak istediğimde işlerim rast gitsin yaaa!" Adam plakayı aldıysa ve onları araştıracaksa James'in başına biraz problem açılabilirdi elbette ancak bunu ona söylemeye gerek yoktu. Ha bir de kural ihlali cezaları vardı ama... Neyse, öderdi be, koskoca doktordu adam sonuçta. Küçücük kızdan mı isteyecekti parasını? James ona dönüp eğitimi tamamladılar mı diye sormuştu. Hazel tam inanılmaz sarkazm dolu bir cevap verecekti ki Cole çok komik hallere girmişti. Hazel de ona katılmaya karar verdi. "BU BİR KATİLİN TENİ BELLA!" Robbie'nin onu tanıştırması ile birlikte bu büyülü an hızla yok olmuştu.

James bulaştırılmamak istese de Cole'a uyuz olmuş gibiydi. Robert'a tokat atıp Cole'un da yakasına yapışmıştı. "Dur James, sakinleş. İyilik yapmak için getirmedim herhalde onu buraya." Yüzüne sinsi bir gülümseme yerleştirdi. "Bu Cole var ya... Devlet destekli büyük bir Meksika çetesini takmış peşine. Onu arıyorlarmış. Ben de düşündüm ki bu çocuk çok değerli olabilir bizim için. Belki satarız, belki çeteyi çökertip mallarına konarız, belki direkt Meksika devletinin amına koyarız. Zevkli olmaz mı? İstediği herhangi bir şeye dönüşebilme yeteneği var. Az önce memelerimin arasında kıvranan leş bir fareydi!" Bunu söyledikten sonra kendi kendine şen bir kahkaha attı. "Eee patron döndü mü? Bu haberi ona önce ben vereyim n'olur ölümü gör! Heyecandan ıslatıcam onu!"

Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon

Posted: 13 Oct 2025, 02:04
by V
Serumu hızla çektiğim gibi, sıcak bir yanma hissi vücuduma yayılmıştı, ancak bu umurumda değildi. Sadece buradan çıkmak istiyordum, bu yüzden vücudumun bana yarattığı tüm acıları hiçe saymaya hazırdım. Koridora doğru ilerlediğim anda, Dedektif Ramirez'in sesi kulaklarıma ilişmeye başladı. Kaçmaya çalıştığım takdirde beni vuracağına dair talimatını duydum, işlerin çok daha ciddi bir hal almaya başladığını anlıyordum. Bu kadının benimle kişisel bir derdi olduğunu düşünmeye başlamıştım. Onun amına koyacağım, ancak şimdi zamanı değil. Benim gibi bir adamı devirmek kolay değil, bunu başarması için daha kırk fırın ekmek yemesi gerekiyor. Yine de, koridordan çıkmamayı tercih etmiş, bunun yerine odanın penceresine doğru yönelmiştim. Pencereyi araladığım anda, Ramirez'in sesi bu sefer yine kulaklarıma inmişti, ancak onunla konuşmak istemiyordum. Bir an önce ait olduğum yere dönmeliydim, sokağa.

Pencereyi omuz darbesiyle açmış ve hızla bahçeye atlamıştım. Alarm çalmaya başlamış, kaçmaya çalıştığıma dair bilgi hemen Ramirez'in ağzından yayılmaya başlamıştı. Bahçede devriye gezen polisler beni fark etmişti, ellerini silahlarına atmışlardı. Bahçeyi çevreleyen beton duvarları tırmanıp diğer tarafa geçmiştim. Yousef'in arabası buradaydı, kendisi burada olmasa da yakınlarda bir yerde olduğundan emindim. John'u çaldırmaya başladığım gibi, megafon sesi yankılanmıştı. Teslim olmamı söylüyordu, ancak benim gibiler şunu çok iyi bilir ki, teslim olmaktansa ölmeyi tercih ederiz. Derin bir nefes aldıktan sonra, John'un araba ile yaklaştığını görmüştüm. John'u bu işin içine çekersem, onun başını yakacağımdan emindim. Ayrıca kaçmak gibi bir eylemde bulunmak istemiyordum. Üstelik, suçlu bulunmadığım bir durum için teslim olacak değildim.

İki kolumu da iki yana açtım önümdeki bütün polislere göğüs gerercesine. Hepsine meydan okuyordum. "Burası Amerika, değil mi? Özgürlüklerin ülkesi!" Ağır adımlarla onların üstüne doğru yürümeye başladım. "Suçlu bulunmadığım bir durum için teslim olacağımı mı sandınız? Bir şüphelinin, suçu kanıtlanmamış bir şüphelinin teslim olduğu veya vurma emri verildiği nerede görülmüş?" Birkaç adım daha atıp, kendimi tam ortaya aldım. Bu sefer, bütün şehrin, bu hastanenin yankılanacağı şekilde bağırmaya başladım. Bağırdığım sırada bile, vücudumdan ve yüzüme oturmuş hafif gülümsemeden kendime olan güvenim belli oluyordu. "AVUKATIM BURAYA GELMEDEN, ADIM ATMAYACAĞIM!" İstemsizce atmaya başladığım kahkahalar, gücümden dolayı etrafı bir deprem misali sallamaya başladığında, hızlı bir şekilde öksüre öksüre gülüşümü kestim ve yine suratıma o nötr ifadeyi takındım. Nötr ifadeyi takındıktan sonra etrafımı çevreleyen her polise teker teker bakmaya başladım ve iki elimi havaya kaldırdım.

"Avukatım buraya gelecek. Yoksa hepinizin önünde önce o sürtük dedektifi, Ramirez'i bir güzel beceririm, ki benim sikimi yiyen her kadın gibi zevkten delirmiş bir şekilde burada yatar, sonrasında sizleri eşcinsel olana kadar beceririm." Dudağım, bir taraftan yukarıya doğru kıvrılıyordu. "Sikimi içinize alacak kadar kendinize güveniniz var mı, yoksa avukatımı bekleyelim mi?" İçimde saklamaya çalıştığım gücü, bir aura olarak salmaya başladım. Buradaki herkesi bastıracağımı biliyorum, yine de ellerim teslim olmuş gibi havada beklerken, yavaş yavaş gücümün %5 lik kısmını yaymaya başladım etrafa. Bir tanrının gücüne şahit olmaları gerektiğini biliyorum, ancak beni buradan hareket ettiremezler. Avukatım gelmeden buradan bir yere ayrılmak planda değil. Eğer beni vurmaya kalkarlarsa, hepsini katletmek zorunda kalacağım. Bu yola başvurmayı mümkün mertebe istemiyorum, henüz Yoru ve Martinez'i onurlandıramamışken, bu yola başvuramam. Yaşamak zorundayım, hapse girmeden bu şehri kontrolüm altına almak zorundayım.

"Beni bekletmeyin. Dönmem gereken bir evim var."

Beklediğim her bir saniye, yıllardır yaptığım antrenmanlara ters düşüyor gibiydi. Kendimi daha fazla sakin tutabilmek adına derin nefesler alıyor, boynumda sallanan Yoru'nun haçını düşünüyordum. Göz kapaklarımın titrediğini hissedebiliyordum, bunu sadece patlamak üzere olduğum zamanlar hissederdim. Kontrolümü kaybetmek istemiyordum, ancak burada durmak ve beklemek, beni daha fazla patlama noktasına doğru itiyordu. Etrafımda yayılmaya başlayan o mor auranın farkındaydım, bunu hissetmek ve görüyor olmak, kontrolümü elime almam için bir şans sunuyordu bana. Geriye kalan tek şey ise, avukatımın bir an önce buraya gelmesiydi. Şu işi kapatmamız gerekiyordu, hızlı bir şekilde.

Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon

Posted: 20 Oct 2025, 21:06
by GM - Veil
Synapse: James kaşlarını çatıyor, elindeki Cole'u bırakıp seni işaret ediyor. "Meksika devletinin amına koymayalım Hazel." diyor, sesi kısık ama öfkesi net. "Unuttun galiba anne tarafından Meksikalıyız biz." Bir anlık sessizliğin ardından Cole öne eğilip saçma bir sırıtmayla "Abi geçmiş olsun." diyor. James anında dönüp elini kaldırıyor, sesi barı dolduracak kadar sert çıkıyor. "Oğlum seni öyle bir sikerim ki feleğin şaşar bak." Cole’un yüzündeki sırıtma bir anda siliniyor. "Pardon." deyip bir adım geri çekiliyor, ellerini havaya kaldırıyor. James tekrar sana dönüyor, derin bir nefes alıp başını kaşıyor. "Ama zamanı gelince satabiliriz belki, evet. İşimize yarar." Bir süreliğine sessizce duruyor ve tekrar sana dönüp "Ne faresi la?" diyor şaşkın bir ifadeyle.

O sırada barın ön kapısı öyle bir çalıyor ki duvarlardaki şişeler titriyor. BAM BAM BAM! Herkesin başı bir anda kapıya dönüyor. Cole refleksle bar tezgahının arkasına atlıyor, bir bardak devriliyor. Robert hiçbir şey olmamış gibi bir masaya oturup ters çevrilmiş bir kitap buluyor, sayfalarını çeviriyormuş gibi yapıyor. Kapı gıcırdayarak açılıyor. İçeri orta yaşlı, kel kafalı, gür bıyıklı, göbekli bir polis giriyor. Üniforması biraz dar gelmiş gibi, karnı kemerinin üstünden taşmış. Etrafa alıcı gözle bakıyor, yürürken bileklerinden çıkan tıkırtılar yankılanıyor. Sana yaklaşıyor. Burnuna ucuz tıraş losyonu kokusu geliyor. "Hanfendi." diyor, aşırı feminen bir ses tonuyla. "Vincent bey burada mı acaba yaaa? Burada kaldığı söyleniyorrr daaa~"

James yüzünü eline gömüyor, sessizce iç çekiyor. Arkasını dönüp, sadece sana bakarak dudaklarını oynatıyor. "Sen hallet." Polis bu sırada James’e dönüyor, dudaklarını büzüyor. "Pardon yakışıklı, bir sıkıntı mı var yani? Ne bu ya, of." James iç çekiyor. "Yok memur bey sıkıntı." Ama polis pes etmiyor, iyice yaklaşıyor. "Yok inat ettim, sen cevaplayacaksın. Ne oluyor şimdi burası? Bar mısınız siz? Barsanız bu saatte neden kapı açık acaba?" James yavaşça yarım dönüyor, yüzünde alaycı bir gülümseme beliriyor. "Canımıza susadık memur bey, illegal bir bar işletiyoruz." Polis başını sallıyor, kalın bıyıkları titriyor. "Canınıza susadınız ve illegal bir bar işletiyorsunuz. Peki arayış ne burada?" James ellerini kaldırıyor, tamamen sana dönüyor, yüzünde sabırsız bir ifade. "Lütfen Hazel." diyor, kelimenin altını çize çize.

Memur hemen sana dönüyor, gözlerini süzerek dudaklarını büküyor. "Rujun ne kız?" diye soruyor, gözleri senin dudaklarında gezinirken. Tam o anda bar tezgahının arkasından bir hapşu sesi yankılanıyor. Herkesin başı aynı anda o yöne dönüyor. Cole, burnunun ucunu silerken panikle yere çökmüş. Polis gözlerini kısıyor. "Şöyle bir bakayım ben şuraya dur." diyor, adımlarını bar tezgahına doğru yönlendiriyor. Aklından bin düşünce geçiyor, ya Cole’u görürse? Ya devlete rapor edilirse? Ya barın gizli işleri açığa çıkarsa? Ne yapacaksın, Hazel?

V: Mor aura damarlarından doğan bir nabız gibi yayılıyor, önce ayaklarının altında bir titreşim, sonra tüm bedeninden dışarı taşan bir kudret. Betonun yüzeyine, çatlakların arasına sızıyor, sonra hava ile karışıp etrafında dönen ağır, parıltılı bir sis haline geliyor. Işığı yutuyor, gölgeleri eğip büküyor. Polislerin elleri, silahlarının kabzasında donakalmış gibi. Her biri nefes almayı unutmuş, sanki görünmez bir el boğazlarına bastırıyor. Birinin alnında ter damlaları beliriyor, başka biri dizlerinin üstüne çöküyor. Nefesleri kısalıyor, sesler boğuklaşıyor. Sirenler uzaklaşıyor gibi, aslında oradalar ama senin çevrendeki hava artık başka bir kurala göre titreşiyor.

Yürüyorsun. Her adımında yer sarsılıyor. Gücün, çevrendeki dünyayı tanrıların dilinde konuşturuyor, sanki yerin altındaki damarlar bile seni dinliyor. Mor aura giderek kalınlaşıyor, etrafındakilerin kulaklarında basınç yapıyor, gözbebeklerinde yanma hissi yaratıyor. Senin içinse bu bir özgürlük duygusu. İlahi bir hak. Uzun zaman sonra ilk kez bedeninin, zihninin, ruhunun aynı frekansta buluştuğu o mükemmel an. Bir tanesi, silahını kaldırmak istiyor ama bileği dönmüyor. Gücün, onun kaslarının üzerinden akıyor, damarlarına kilit vuruyor. Yüzü morarırken sende korku yok, sadece dinginlik.

Hava giderek ağırlaşıyor. Bayılmak üzere olan bir polis dizlerinin üstüne düşüyor, bir diğeri yere kapaklanıyor. Başkomiser olduğu belli olan biri telsizine uzanıyor ama frekans bozuluyor, senin auran sinyalleri bile bastırıyor. O an gökyüzünü delip gelen motor sesi duyuluyor. Gücün yankısı şehirde kaybolurken siyah bir araba bariyerin önünde ani bir frenle duruyor. Farlar mor auranın içinde kısa bir anlığına boğuluyor, sonra seni aydınlatıyor. Kapılar açılıyor. John iniyor, yüzünde kararlı bir ifade, elinde hafifçe titreyen bir dosya çantası. Yan koltuktan zarif, uzun bacaklı bir kadın iniyor, Gabrielle. Avukatın. Gözlüğünü düzeltip seni inceliyor, sonra yanında yürüyen John’a başıyla işaret ediyor. Mor aura, onları fark ettiğin anda kendi isteğinle geriye çekiliyor. Hava tekrar solunabilir hale geliyor. Polisler birer birer bilincini yitirip dizlerinin üzerine düşerken sen başını hafifçe eğiyorsun. Gabrielle seni net bir sesle çağırıyor. "Vincent. İzin ver şu işi halledelim."

Ve o an tüm kontrolün sende olduğunu biliyorsun.