Devils'in hareketleri, tahmin ettiğim gibi ilerliyor. Sophia, bu davayı kendi başına açmak zorunda kalmış, Devils ona bir şey söylememiş. Ashley'nin ölümünden sonra, bir daha ona hiç ulaşmamışlar. Sadece çocuğuna bakabilmek için bana bu davayı açmış, muhtemelen benden alacağı para ile bir şeyler yapmayı deneyecekti. Devils'in kendi çetesine sahip çıkmamasını anlamıyorum. Özellikle bu işlerin içerisinde iken, çeteler kendi üyelerine kim olursa olsunlar, sahip çıkmalılar. Sophia'yı önemsemeyeceklerini biliyordum, onlar böyle bir çete, işlerine gelene kadar çok sertler, ama işlerine gelmedikleri zaman bir jelibon gibi yumuşak bir hale geliyorlar. Bu kadına umut vermiş olmak beni sevindiriyor, birisini yarı yolda bırakacak değilim. Üstelik, böylesine zor bir durumda kalmışsa ve ortada masum bir çocuk varsa. Benim yanımda olana, her zaman sahip çıkacağım.
American Gods, böyle bir çete işte. Yanındakini kollayan, sırtını güvenle dostuna yaslayan.
Kadına söylediğim her şey bittiğinde, arkamı dönüp yürümeye başladım. Arkamdan iletişime geçeceğini söylemesine rağmen dönmedim ve arabaya yürümeye devam ettim, ancak John'un arkasını tekrardan dönmesiyle birlikte sadece gülümsedim. Bu kadar yumuşak da olmamalıydı. Ona verilmesi gereken bir ton eğitim vardı belli ki. Rolls-Royce'un kapısını açıp içeri geçtiğim gibi, alnımı ovuşturdum işaret ve baş parmağımla birlikte. Sonrasında Yousef'in yola çıkmasıyla birlikte söze girdim John'a karşı.
"Orada sorduğum soruya, kısmen doğru bir cevap verdin." Dedim. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra söze girdim. "Şartlar bazen çok zor olacak. Ortada masum bir çocuk olması, işimizi çok zorlaştırdı." Sol işaret parmağımı havaya kaldırdım. "İlk düşünmen gereken, senin düşmanın kim? Düşmanın bu durumlarda ne yapıyor, çok iyi tanımalısın. Ortada masum bir çocuk olması, kadının ne yapacağını değiştirmeyebilir, çünkü düşmanın böyle şeyleri önüne engel olması için koymuş olabilir. Ben, Devils'i tanıdığım için böyle bir harekete kalkıştım. O kadını ortada bırakacaklarını iyi biliyordum, eğer davayı onlar açtırmış olsaydı kadını ve çocuğunu kaçıracaktım. O zaman da, kaçırdığım anda gözden çıkardıklarını kanıtlayacaktım." İşaret parmağımı indirdim. Elimi dizimin üstüne koydum. "Önce düşmanının ne yapacağını bil, sonrasında diğer durumları değerlendir. Her ne kadar ortada zarar görmesini istemediğimiz kişiler olsa da, önceliğin çeten olmalı. Çetenin iyiliği, her şeyden önemlidir." Bence alması gereken dersi aldı diye düşünüyordum. Yine de üstüne konuşmak isterse, daha fazlasını da anlatabilirdim.
Bir süre sonra, Miami'nin tehlikeli bölgelerinden birine giriş yapmıştık. Sanırım bu Tony denen eleman başımıza iş açacak birisiydi. Muhtemelen, ortalığın birbirine karışacağı yer burası olacaktı ve Sophia gibi sonuçlanmayacaktı. Tony'nin evinin önüne geldiğimiz anda John'un sözlerine karşılık, "Ortalığı karıştırmamaya çalışacağız, ama karışırsa önceliğimiz Yousef'i korumak." dedim. Panjurların içerisinde gördüğüm el, hızla perdeyi çekip kapamıştı. Tony ona geleceğimizi biliyor olmalıydı. Zili çaldığımızda, bir ses, bir hareket yoktu, John bana dönüp açmayı teklif ettiğinde, arka taraftan duyduğum ince gıcırdama sesiyle birlikte kulaklarım dikeldi. İşaret parmağımı dudaklarıma götürüp 'Sus' işareti yaptıktan sonra, aynı elimin baş parmağıyla kapıyı işaret ederek açmasını söyledim sessizce, benim de arkaya gideceğimi belirttim. Arkaya gitmek basitti, gücümün az bir kısmını ayaklarımın altında toplayacak ve zıplayacaktım, sonra gücü kesmeyerek evin tepesinde koşturarak arkaya varacaktım. Muhtemelen birkaç saniyemi almazdı. John tamam olduktan sonra, hızla harekete geçecektim.
Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon
Posted: 04 Sep 2025, 20:58
by GM - Veil
Synapse: Cole, çenesini sertçe tuttuğun an ufak bir yutkunma sesi çıkarıyor, yüzünde teatral bir panik ifadesi beliriyor. Bir adım geri çekilip ellerini iki yana açıyor. "Yalnız hanfendi ben kadınlarla bu kadar yaklaşınca bayılabiliyorum. Lütfen biraz dikkat edelim." diyor, gözlerini kırpıştırarak. Abarttığı belli ama bu ukala tavrı bırakmıyor. Sonrasında omuzlarını silkip etrafında yürümeye başlıyor. Depodaki raflara, tavandaki zincirlere, hatta köşede duran forkliftin üstündeki toz tabakasına parmağını sürüyor. Bir anlatıcı edasıyla konuşmaya başlıyor.
"Şimdi biliyorsunuz Meksikalılar var. Varlar yani, gerçekler. Çeteleri de mevcut, Miami civarında baya mevcut. Benim de çete geçmişim var, hikayeyi başa sarmayalım, anladınız. İzleyicilerimiz de SIKILMASINLAR." Bir an boşluğa bakıyor, gözleri sanki görünmeyen birilerine hitap ediyormuş gibi odaklanıyor. Sen de Robert da bu kısa anın tuhaflığını hissediyorsunuz. Ardından devam ediyor. "Sin Ira adında bir çeteye problem çıkardım. Sokakta rastgele dövdüğüm bir adam onların üyesiymiş, çok kızdılar. Dedim ulan siz kim, karargahlarına saldırayım bari dedim çünkü peşlerime takıldılar. Sonra bir baktım adamlar Meksika hükümeti tarafından fonlanıyormuş amk. Hemen dedim, yok aga, sarmazzzzzz geç."
Burada kısa bir süre sessizleşiyor. Kaşlarını kaldırıp sırayla yüzünüze bakıyor, tepkilerinizi ölçmeye çalışıyor. Gülümseyerek dişlerini gösteriyor. "Tabii ben peşlerini bıraktım diye onlar beni bırakmadı. Uluorta buldukları an çatır çutur diye düşünüyorum şahsen. Sniper olayı da mecaziydi bu arada, o kadar da değil. Ama ben diyorum ki bunları batırsam hem eğlenceli olur, hem bizim hükümet belki beni ödüllendirir." Gözlerini sana dikiyor, sanki biraz daha yaklaşmaya çalışır gibi. "Hem sizin mekana gelmiş oldum. Ortadan kalkacakları için sizin beni reddetmeniz halinde benim buradan çıkışımdan sonra size bulaşmamış olurlar."
Robert’ın yüzü kasılıyor, gözlerinde öfke parlıyor. Yumruklarını sıkıyor. "Bizi tehdit mi ediyorsun lan sen?" Cole hemen ellerini kaldırıyor, kahkaha atarak geri adım atıyor. "Yok la, şaka şaka! Abi vallahi şaka! Özür dilerim, yanlış anladın. Tehdit olur mu hiç? Robert kardeşim, hiç mizah anlayışın yok ha!" Robert homurdanarak ileri adım atıyor. "Bir daha ağzına öyle bir laf alırsan kafanı patlatırım, anladın mı?" Cole sahte bir korku ifadesiyle geri sıçrıyor, sonra kıkır kıkır gülüyor. "Peki peki anladık, sen neymişsin be abi. HAM, HAM, HAM. Bir daha demem. Ama kabul edin, on numara tepki verdi." Robert gözlerini devrerek başını iki yana sallıyor, dişlerinin arasından "Salak herif." diye söyleniyor.
Cole'un varlığı ciddiyetle saçmalık arasında gidip geliyor. Ne yapacaksın? Ne yapacağız? Ne oluyor şu an?
V: Rolls-Royce’un ağır gövdesi sokakta yavaşlarken, John yanında sessizce kıpırdanıyor. Arabada konuştuklarını aklına getiriyorsun. Özgüveni eksik, kendine tam inanmayan cümleler. "Patron... bilmiyorum ya, belki yanlış yaparım." demişti bir ara. "Ben daha önce kimseyi öldürmedim, belki midem kaldırmaz, belki rezil olurum..." Sözlerinin altına sakladığı endişeyi görmüştün. Ama yine de onun içinde, doğru yönlendirilirse yükselebilecek bir kıvılcım vardı.
Şimdi, evin önündesiniz. Perdeler kapanmış, içeride bir hareket var. John, senin işaretini görünce derin bir nefes alıyor. "Tamam patron." diye fısıldıyor. Sen gücünü ayaklarının altına toplarken, John kapının sürgüsüne hafifçe dokunuyor. Metalden minik bir çıtırtı geliyor, parmaklarının arasında ince kıvılcımlar dans ediyor. Elektrik gücünü ilk kez ciddi bir şekilde kullanmaya niyetlenmiş belli ki. Bir anda kapının kilidi cızırdayarak açılıyor. John hafif bir sırıtışla sana bakıyor. "Anahtar falan gerekmedi." O sırada sen çoktan yukarıdasın. Gücünü kullanarak çatıya sıçramış, evin arkasına doğru koşuyorsun. Çatı kiremitleri altında ayak seslerin yankılanırken, arka tarafta küçük bir servis kapısının aralık olduğunu görüyorsun. Gıcırdama sesi buradan gelmişti.
Kapının önünde iki silahlı adam duruyor. Birbirlerine fısıldıyorlar. "Marquez içeride, hazırlık yapıyor. Polisi içeri sokarsak işi bitik." Sen onları görüyorsun, ama onlar seni fark etmemiş. Önde ise John içeri adımını atar atmaz karşısına başka bir adam çıkıyor. Elinde paslı bir tabanca. John refleksle elini kaldırıyor. Anlık bir parıltının ardından kıvılcımlar adamın silahını kaplıyor. Adamın parmakları uyuşuyor, tabanca elinden fırlayıp yere düşüyor. Adam çığlık atıp geriye sendeleyerek duvara tosluyor. John’un gözlerinde şaşkınlık ve heyecan var. "İşte bu lan! Çalıştı!" diye fısıldıyor kendi kendine. Ama titriyor, yaptığı şeyin ağırlığını anlamış gibi.
O sırada bir ses duyuyorsun. Evin içinden bir ses, pencerelerden biri açılıyor. İçeriden bir kadın bağırıyor. "Anthony! Polis geliyor! Siren sesleri yaklaşıyor!" Ama dışarı baktığında fark ediyorsun ki siren yok. Bu, içerideki adamlardan birinin blöfü. Oldukça amatör bir blöf, ne işe yarayacağını da anlamıyorsun. John'un yüzü donuyor, göğsü inip kalkıyor. "Hassiktir, ya polis gerçekten gelirse?" Tam o sırada çatıda olduğun noktadan bakınca görüyorsun. Arka kapının açıldığı yerdeki iki adamdan biri, telsizle konuşuyor. “American Gods geldi. Şimdi sıkıştırıyoruz, Tony hazır olsun.”
Belli ki John'u içeridekiler çoktan gördü, ama Tony orada mı, kim var kim yok emin olamıyorsun. Sen çatıdan içerisi dışında her şeyi görebiliyorsun. John içeride, gücünü yeni keşfetmiş ama panik halinde, öndeki adam artık etkisiz ama her an kendine gelebilir. Arkada ise iki silahlı adam, telsizle Marquez’e haber veriyor. İçeride pusuda bekliyorlar. Burada alacağın karar kritik. John'u yalnız bırakıp arka kapıdaki adamlara saldırarak bağlantıyı kesebilirsin. Ya da John'un yanında kalıp, gücünü kontrol etmesi için ona destek olabilirsin. Belki de Tony ile doğrudan yüzleşmek için risk alıp içeri dalabilirsin. Veya kim bilir, belki başka bir planın vardır. Hangi yolu seçeceğin, gidişatı tamamen değiştirecek.
Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon
Posted: 05 Sep 2025, 03:46
by Synapse
Cole, Hazel'ın tutuşundan kaçarak abartılı abuk sabuk tepkilerle kadınlara yaklaşırsa bayılacağını filan söylemişti. "Bakir misin yoksa sen bu tavırlar ne?" Hazel ona kıs kıs gülerken Cole yine birtakım tavırlara girmiş orayı burayı ellemeye, tozları parmağıyla silmeye filan başlamıştı. Hazel'ın hiç umurunda değildi başı beladaysa bile. Altından çıkacak hikaye zevkli mi değil mi onu umursuyordu yalnızca. Oynamaya değer bir şey olursa oynardı elbet. Cole saçma sapan bir şekilde girmişti lafa. Meksikalılar vardı. Salak herif gidip Meksikalılara mı bulaşmıştı? Hem de Amerika'da?
Cole, Sin Ira adındaki bir çete bulaştığını söylemişti. Onların bir adamını dövmüş, sonra peşine takılmışlar gitmiş karargahlarına basmış ama çete Meksika hükümeti tarafından fonlanmış köklü bir çete çıkınca da pısırıp kaçmıştı. Kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırmıştı kesin. Tabi çete öyle ha deyince peşini bırakmamıştı. Muhtemelen Cole'u öldürmek istiyorlardı. Belki iç organlarını satarlardı, iyi para ederdi. Belki geliştirilmiş olduğu için karaborsada iyi paraya satılırdı bedeniyle. Birilerinin köpeği, hizmetçisi, orospusu filan olurdu. Ashley gibi karıların ellerine düşer kucaktan kucağa hoplardı. Ah ne talihsiz bir geleceği vardı. İşin en talihsiz kısmı ise onları tehdit etmeye kalkarak American Gods'un korumasını alabileceğini sanmış olmasıydı.
Bu mekana girdiği için çetenin onların peşine düşeceğini sanıyordu. Burası teknik olarak onların resmi mekanı değildi. Çete tarafından sürekli takip ediliyorsa belki... Robert tehditten aşırı öfkelenince hemen geri adım atmıştı ancak yüzünde utanmaz ve arsız bir gülümseme vardı. Hazel'ı böyle umursamaz tavırlar birazcık azdırsa da şelale gibi ıslatamıyordu. Bir kere adam güçsüzdü. Loserdı. Lamedi. Muhtemelen bakirdi ve kokuşmuştu. Daddy tipli güçlü kaslı sakallı filan da değildi. Döşünde de kılı yoktu. Ne kadar seksisin alımlısın gibi laflar etse de yeterince kıvamına getiremiyordu Hazel'ı. Bu epey üzücü ve yazıktı. Biraz çabalamış olsa çok keyifli vakit geçirebilirlerdi. Neyse ki Hazel'ın burnuna birtakım başka eğlence kokuları gelmişti de onu köpek gibi havlatıp etrafta koşturması gerekmemişti. "Yani sen şimdi diyorsun ki ben Meksika hükümeti tarafından fonlanan önemli bir çete için kıymetliyim, ha?" Parmaklarıyla çenesini ovuşturarak yüzüne oldukça kötü ve gaddar bir gülümseme yerleştirdi. "Bu patronun hoşuna gidebilir gibi geldi bana. Hatta belki beni över. İyi iş çıkardığımı söyler. Aferin filan der. Ben de gece en az altı tur bunu zihnimde tekrar ederek kendimi tatmin ederim. Çok hoş olmaz mııııı~~" Bakışlarını Cole'un yüzünde gezdirdi. Yüzüne baktığı anda ona Bio-Hack yapacak ve hareket etmesini engelleyecekti. "Robert, arkadaşla ilgilenir misin bi'tanem? Geçir bi tane kafasına da atalım bagaja." Umursamaz bir şekilde omuz silkti. "Yaa öyle göte böyle yarrak işte naparsın bebişim."
Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon
Posted: 07 Sep 2025, 13:08
by V
John'un kendisine tam olarak inanmamasının altındaki sebepleri anlayabiliyorum. Onun gibi birden fazla adamla münasebetim oldu şuana kadar. Kimilerinin içinde gerçekten bir potansiyel yoktu, kimileri ise o kıvılcımı nasıl yakacağını bilmiyordu. Hepsi bir noktada kırılma yaşamıştı, bu yüzden John'u zorlamayacaktım. Bu ya doğal bir şekilde gelişiyordu, ya da hiç beklemedikleri bir anda zorlanıyorlardı. Bu yüzden bu işi zorlamanın bir manası yoktu, olayların bir şekilde onu birilerini öldürmeye iteceğini öngörüyordum.
Arka tarafta küçük bir servis duruyordu, kapısı aralanmıştı. Duyduğum ses buradan gelmiş olmalıydı. Kapının önünde duran iki silahlı adamdan birisi, Marquez'in içeride hazırlık yaptığını konuşuyordu. Polisi içeri soktukları anda işinin bitik olacağından bahsediyordu. Beni fark etmemişlerdi. John, elinde paslı bir silahla çıkan adamı yeteneği ile birlikte duvara toslamayı başarmıştı, lakin yaptığı şeyin ağırlığını fark ediyor olmalıydı. Bir şeyleri fark etmek için bu kadar acele etmemesi gerekiyordu. Evin içinden bir ses, pencerelerden birini açmıştı. Polis geldiğini bağırıyordu, siren sesleri olduğunu söylüyordu lakin siren olmadığından emindim. Amatörce yapılan bir blöftü, lakin bu blöf ne için yapılıyordu anlamış değildim. John panik haline girmişti, belki de tam bunun içindi.
Arka kapıdaki adamlardan birisi, sıkıştıracaklarını söylüyor, Tony'nin hazır olmasını istiyorlardı. John'u gördüklerinden emin gibiydim, lakin Tony içeride mi, içeride kimler var emin değildim. Çatının kiremitini söküp, hızlı bir şekilde ikiye kırdım. Ellerimi hafifçe geriye doğru çektikten sonra, gücümün %3lük bir kısmını kullanarak silahlı adamların kafalarına fırlattım. Direkt olarak kafataslarına saplayarak onları etkisiz hale getirmeyi ve ardından John'un yanına dönmeyi planlıyorum. John'un yanına döndükten sonra, onun arkasında veya önünde değil, yanında bir ilerleme yapacağım. Bir şeylere acele etmesini veya panik halinde karar almasını istemiyorum.
Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon
Posted: 07 Sep 2025, 20:08
by GM - Veil
Synapse: Cole'un ukalaca sırıtışı, senin dudaklarının kenarında kötücül bir tebessümle birleşiyor. Gözlerini tam yüzüne sabitliyorsun. Onu seyrediyormuş gibi yaparken çoktan zihnine süzülmeye başlıyorsun. Karanlık bir sis perdesi gibi beynine giriyorsun. Cole'un düşünceleri ilk başta dağınık. "Hazel seksiymiş... Robert yine korkuyor... lan keşke Meksikalılar peşime düşmeseydi... aç karnına gelmeseydim keşke... aslında Meksika mutfağı da baya zengin ha düşününce, hamur işi desen var, etli yemekler desen var-" Derinlere indikçe sinir uçlarını yakalıyorsun. Bir yerden sonra beynin motor fonksiyonlarını bağlayan iplikler karşına çıkıyor. Parmaklarını uzatıp bir piyanonun tuşlarına basar gibi bastığında, Cole'un bedeni bir anda kitleniyor. Gözleri boşluğa dikilmiş, kasları taş gibi donmuş halde. Dudaklarından salyası akmaya başlıyor. Senin kontrolünde, kıpırdayamıyor.
Robert bu sahneyi görünce gözleri korkuyla büyüyor. "Abla! Ona ne yaptın?!" diye panikliyor. Ellerini saçlarına götürüyor, sanki yanlış bir şey görmüş gibi. Senin yüzündeki sakin ifadeyi görünce biraz olsun rahatlıyor ama hala şokta. Sonra yumruklarını sıkarak derin bir nefes alıyor. "Ben... ben hallederim!" diyor. Hemen Cole’un yüzüne dönüyor, gözlerini kapatıyor ve tüm gücüyle yumruğunu savuruyor. Çatırtılı bir ses yankılanıyor, Cole'un çenesi yana kayıyor. Sendeleyip bir anlık boşlukta kalıyor, sonra baygın bir şekilde yere düşüyor. "Özür dilerim." Robert hemen ardından sana dönüyor, alnından terler akıyor. "Abla, böyle mi yapmam lazımdı? Doğru mu oldu?"
Baygın Cole'u kaldırmaya kalktığında, genç yaşına rağmen ağırlığını hissettiriyor. Kaslı değil ama uzun ve esnek bir vücut, kolları gevşekçe sarkıyor, bacakları sendeleyen bir bebek gibi savruluyor. Robert onu omuzladığında neredeyse dengesini kaybediyor. "Uff... abla bu çocuk... tahminimden ağır... sanki bilerek taş gibi kasılmış..." diye homurdanıyor. Onu sürüklemek mümkün ama ses çıkarıyor, taş zemine botları sürtündükçe yankı oluşuyor. Bagaja taşımak vakit alacak. Tam bu sırada, dış kapının önünden ayak sesleri geliyor. Önce ağır, sonra daha sert. Ardından metal kapıya vuran bir elin tok sesi, tak tak tak. Robert, gözleri korkuyla açılmış halde sana dönüyor."Abla! Burada olduğumuzu biliyorlar. Çıkış yolu lazım hemen!"
Odaya hızlıca bakıyorsun. Arka tarafta yarı paslı bir sürgü kapı, depodan çıkış için kullanılabilir ama gıcırdayacak. Yan duvarda üstü tozlu bir havalandırma menfezi, ancak bir insanı sürünerek geçirecek kadar geniş. Tavanda zincirlerin yanında kırık bir cam pencere, yukarıdan çıkış mümkün ama Cole'u yukarı taşımak zahmetli. Robert panikle nefes nefese kalıyor, kollarında baygın Cole'un ağırlığıyla sendeleyerek. "Ne yapacağız abla?! Hangisini deneyeceğiz?!" Tabii Robert işin diğer kısmına hiç değinmiyor. Kaçacak mısınız, yoksa yüzleşecek misiniz?
V: Çatının üzerinde kiremiti sessizce söküyorsun. Elinle ikiye ayırdığın anda hafif bir toz bulutu yükseliyor. Parmaklarının arasında tuttuğun parçaları geriye alıp gücünü %3 oranında topluyorsun. Nefesini sabitleyip fırlattığında, parçalar bir kurşun gibi hızlanıyor. Çat! Pat! BUM! İlk kiremit, bir adamın kafasına saplanarak onu anında yere seriyor. İkincisi, diğerinin şakağını yarıyor, kısa bir inleme çıkardıktan sonra yere yığılıyor. Sessizlik. Arkada artık tehdit kalmadığından emin oluyorsun. Çatının kenarından sessizce sarkıp tekrar aşağı atlıyorsun. Ayaklarının altında küçük bir güç dalgası yayılıyor, sert inişini yumuşatıyor. John’un yanına vardığında, onun hala paslı tabancayı ayağıyla ittiğini görüyorsun. Yüzünde karışık bir ifade var, korku, gurur ve şaşkınlık bir arada. Yanına geçtiğinde istemsizce dikleşiyor, senin gölgene güvenmeye alışmış gibi. Birlikte içeriye doğru yürüyorsunuz.
Salona girdiğinizde, ışığın tam ortasında iki figür beliriyor. Biri, üstünde sadece ince bir havlu olan, saçları dağınık bir kadın, gözlerinde korku yerine soğuk bir alışkanlık var, sanki buna defalarca şahit olmuş. Diğeri ise dosyadaki fotoğrafla birebir uyuşan bir adam, Anthony "Tony" Marquez. Orta boylu, iri gövdeli, yüzünde sakal gölgeleri. Sağ elinde pompalı tüfek, namlusu doğrudan size çevrilmiş. Sert bir tonda konuşuyor. "Bak bak, kimler gelmiş. American Gods'un kahramanları. Miami'nin yeni bar patronları. Buraya kadar geldiniz ha? Piçler!" Pompalıyı hafifçe kaldırıyor, namlunun ucu John'un göğsünde geziniyor, sonra sana dönüyor. "Polis yolda. Sizi burada parçalar, sonra da resmi yetkililere teslim ederim. İkinizin de suratını gazetede görmeyi çok isterim. İşte o zaman kimse karşımıza dikilemez." John dişlerini sıkıyor. "Senin gibi orospu çocukları ile mi uğraşacağız? Silahına güveniyorsun ama biz senin gibileri çok gördük." Tony kahkaha atıyor. "Silah değil evlat, zeka. Benim gibi adamlar sizi doğmadan bitirir." John sinirden öne atılıyor, ama hemen ardından sana bakıyor, gözlerinde kararsız bir ışık var. "Ne yapalım patron?"
Etrafına baktığında birkaç ayrıntı gözüne çarpıyor. Yan tarafta küçük bir sehpa var. Üstünde boş bira şişeleri duruyor, doğru açıyla fırlatılırsa dikkat dağıtabilir. Tavanın ortasında eski bir zincirli lamba sallanıyor. Elektrik bağlantısı çıplak görünüyor, belki John gücüyle kısa devre yaptırılabilir. Havlulu kadın kenarda duruyor, paniklemiyor ama tetikte. Belki Tony'nin yanında değil, bir baskı altında olabilir. Sol tarafta mutfağa açılan bir kapı var, muhtemelen arka çıkışa bağlanıyor. Kaçış yolu olabilir ama Tony pompalısıyla dibinizde duruyor. John'un nefesi hızlanmış, parmakları kıvılcım çıkarmaya başlamış. Emrini bekliyor.
Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon
Posted: 11 Sep 2025, 13:28
by V
İçeriye girdiğimiz anda, iki figür karşımızda duruyordu. Birisi, saçları dağınık, üstünde ince bir havlu olan bir kadındı. Gözlerinde korku ifadesi yoktu, bunun yerine sanki tüm bu olayların gidişatına alışmış, soğuk gözler vardı. İlginçti. Bu tür durumlara defalarca şahit olduğuna emindim. Bir diğer figür ise, aradığım kişiydi, Tony. Sağ elinde pompalı tüfeğini tutmuş, namlusunu bize doğru doğrultmuştu. Ne kadar ayıp değil mi? Hemen tüfeğini doğrultarak saldırıya geçmek. Pompalıyı hafifçe kaldırıp, John'un göğsünde gezdirmeye başladığında, hızlı bir aksiyon almak istemiştim ancak söze girmesiyle birlikte bunu kestim. Polisin yolda olduğunu, bizi hapse göndereceğini söylüyordu. Neyse ki, böyle bir durum için de planım yok değildi. John, adamla kısa bir laf dalaşına girdikten sonra, derin bir nefes aldım. Her ne kadar hızlı olursam olayım, John'un yaralanmasına engel olmak mümkün değil gibi duruyordu. Bu yüzden, bir plan ortaya atmam lazımdı.
Kullanabileceğim ve kaçabileceğim belki bir sürü şey vardı, ancak ne yapacağımı kafamda kurgulamıştım bile. Bu ikisini öldürmek, benim işimdi. Üstelik, gerçekten polis geliyorsa, bunu benim üstlenmem American Gods'ın patronu olarak benim görevim olmalıydı. Bu yüzden, sol elimi John'un omzuna koyduğum anda, gücümün %3 üyle onu kenara fırlatmayı planlıyorum. Böylelikle pompalının menzilinden çıktığı gibi, tekmeyi silaha doğru çıkaracak, o anın karmaşası içerisinde Tony'i boğazından yakalayacağım. Bundan sonrası mı? Bundan sonrası çok basit, boğazından yakaladığım gibi boynunu kıracağım, ardından havlulu kadına döneceğim, suratını duvara vura vura öldüreceğim. Sonuçta, hiçbir şahit bırakılmamalı ardımızda, değil mi?
Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon
Posted: 12 Sep 2025, 04:27
by Synapse
Cole'un zihninin içi de dışı gibi karmakarışık, leş, loser bir şeydi. Karnının aç olduğu konusu dışında başka hiçbir şeyle ilgilenmiyordu. He, tabi bir de seksi olduğu konusunda. O konu da önemliydi. Cole ile olan işi bitince Robbie hemen uslu bir çocuk gibi dank diye geçirmişti arkadaşının kafasına. Nasıl sıkı bir dostluktu o öyle. Tereddüt bile etmemişti. Gözünü kırpmamıştı kerata. Robbie, çocuğu kaldırmaya çalıştığında baya bir zorlanmıştı. Taş gibi kasıldığını, göründüğünden ağır olduğunu söylemişti. Ayol ne kadar ağır olabilirdi ki? 70-80 kilo bir şeydi en fazla. Hazel tam ona yardım etmek üzere yanına yaklaşıyordu ki dış kapının önünde ayak sesleri işitildi. "Hasiktir." Robert hemen telaş etmişti, klasik Robbie. "Dur be bi' sakin ol tamam."
Hızlıca odayı taradı. Arka kapıdan kaçabilirlerdi ancak ses çıkarırdı ve dikkat çekerdi. Havalandırmadan kaçabilirlerdi. Tavandaki pencereden de kaçabilirlerdi ancak oraya Cole'u taşımak zor olacaktı. "Kaç Robbie kaç, kaçanın anası ağlamaz derler!" Hazel Cole'u ayaklarından tutup kaldırarak Robert'a destek olmaya çalışırken duvardaki havalandırma menfezine doğru yöneldi. "Atalım şunu şuraya hemen tüyelim peşinden."
Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon
Posted: 18 Sep 2025, 18:23
by GM - Veil
V: Sol elini John’un omzuna koyuyorsun. Gücünü topladığında bedeninle birlikte kaslarının da gerildiğini hissediyorsun. %3’lük bir enerji yüklenmesiyle John’u yan tarafa doğru fırlatıyorsun. Çocuğun ayakları yerden kesiliyor, göğsüne doğrultulmuş pompalının menzilinden çıktığı gibi yan duvara çarpıyor. O anda Tony’nin parmağı tetiğe gidiyor ama sen çoktan harekete geçmiş oluyorsun. Ayağını hızla kaldırıp tüfeğin namlusuna tekmeyi indiriyorsun. Çıkan metalik patlama sesi odanın içinde yankılanıyor. Tony’nin dengesi bozuluyor. Tam o an, üzerine atılıyorsun. Boğazını yakalıyorsun, parmakların gırtlağını kavrıyor, onun boğuk bir inilti çıkarmasını sağlıyorsun. Bedenini geri itmeye çalışıyor ama gücün karşısında direnemiyor. Bir anda sert bir hamleyle boynunu çeviriyorsun.
Kırt! Boynunun kırılma sesi havada asılı kalıyor. Tony’nin gözleri donuklaşıyor, bedeni cansız bir şekilde yere yığılıyor. Hemen ardından bakışlarını havlulu kadına çeviriyorsun. Kadının yüzünde panik ya da dehşet yok, sadece soğuk bir kabulleniş var. Elini saçından tutup duvara çarpıyorsun. İlk darbede havlusu kayıyor, ikinci darbede kan saçılıyor. Üçüncü ve son darbede boynu yan tarafa düşüyor. Kadın artık hareketsiz. Derin bir nefes alıyorsun, göğsün ağır ağır inip kalkıyor. John yan taraftan sendeleyerek kalkıyor, gözleri büyümüş, gördüklerini anlamlandırmaya çalışıyor. Şok hala damarlarında dolaşıyor. Ağzını açıyor ama kelimeler çıkmıyor.
Tam o sırada dışarıdan polis sirenleri yankılanmaya başlıyor. Önce uzak, sonra daha yakın. Kulak kesiliyorsun. Sirenler sadece bir yönden değil, iki çıkıştan da geliyor. Sokağın hem önünden hem arkasından. John derin bir nefes alıyor, elleri titriyor. "Patron, bir plan yapmamız lazım, yoksa buradan çıkamayız." diye fısıldıyor. Tam cümlesini toparlamaya çalışırken yukarıdan ince bir kadın ağlaması duyuluyor. İkiniz de başınızı kaldırıyorsunuz. Ses, üst kattaki odalardan geliyor. John gözlerini kısıp kararlılıkla başını sallıyor. "Ben bakarım!" diyor.
Merdivenleri hızlı adımlarla çıkıyor. Birkaç saniye sonra geri dönüyor. Yüzü biraz solgun, sesi kısık. "Patron... burada genç bir kız var. Ağlıyor." Aynı anda sirenler daha da yaklaşmış durumda. John iki kapıya koşup hızlıca sürgüleri çekiyor, kapıları kilitliyor. Önünüzde karar vermeniz gereken bir durum var artık.
Synapse: Robert kollarındaki Cole’un ağırlığıyla sendeleyerek sana bakıyor. "Abla ya, attıktan sonra nasıl taşıyacağız biz bunu, hani oradan çıkınca gene kucağa alacağız ya..." diye mızmızlanıyor. Birlikte zar zor da olsa Cole’u sürükleyerek havalandırmanın önüne getiriyorsunuz. Menfezin kapağını tek bir hamleyle söküp Cole’u içeri sokuşturuyorsun. Robert da dizleriyle ittikçe genç çocuğun bedeni boruya giriyor. Arkasından siz de tırmanıp sürünmeye başlıyorsunuz. Arkada menfez kapağını yerine kapatıyorsunuz. O an dış kapıdan gürültüyle içeri giren birkaç adamın sesi yankılanıyor. Tak, tak, tak! Bot sesleri, metal sürgünün açılış sesi ve İspanyolca bağırışlar. "¡Muévanse, arriba! ¡Encuéntrenlos!" Demek ki bu adamlar Cole’un bahsettiği Sin Ira’ydı.
Dar metal borunun içinde sürünerek ilerliyorsunuz. Sırtınızda toz, dizleriniz metalin üstünde kayıyor. Robert fısıldıyor, sesi biraz titrek. "Abla burası nereye çıkıyor, bilgin var mı?" Tam cevap verecekken, boruların arasında boğuk bir müzik sesi dolmaya başlıyor. Ritmi ağır, sözleri İspanyolca bir şarkı. Derinden gelen bas titreşimleri metal duvarlara vuruyor. Robert yüzünü buruşturuyor. "Eyvah..." diyor. Birden arkanda bir hareket hissediyorsun. Cole kıpırdanmaya başlıyor. Aniden gözlerini açıyor. "LAN?!" diye bağırıyor, sesi metal duvarlardan yankılanıyor. Başını sana çeviriyor. "Benim klostrofobim var! Çabuk çıkalım buradan, çabuk, çabuk, ça-"
Cümlesi yarıda kesiliyor. Bir anda vücudu bükülüyor, kemikleri çıtırdayarak küçülmeye başlıyor. Robert’ın gözleri faltaşı gibi açılıyor. Önünüzde artık Cole yok, onun yerine gri tüylü, kıpır kıpır bir fare var. Robert hafifçe kıkırdayarak "Ne alaka lan?!" diye bağırıyor. Fare Cole, paniklemiş gibi borunun içinde hızla koşmaya başlıyor. Minik pençelerinin tırmalama sesi yankılanıyor.
Onun peşinden sürünerek gidiyorsunuz. Birkaç dakika sonra önünüzde ışık belirmeye başlıyor. Dar çıkış, aşağıya bakan bir mazgahla sonlanıyor. Fare Cole deliğin kenarından dışarıya süzülüp atlıyor. Tam o anda sen de eğilip aşağıya bakıyorsun. Karşında loş ışıklı bir bar var. İçerisi duman altı. Dövmeli, kaslı adamlar bilardo oynuyor. Masaların etrafında striptizciler kucağa oturmuş, şampanya patlatılıyor. Köşelerde sigara dumanı, masalarda devasa içki bardakları. Fare Cole aşağı atlıyor ve tam bir bardak dolusu içkinin içine şlap diye düşüyor. Robert hemen yanında fısıldıyor. "Abla hatırlıyor musun, biraz önce bir sağ vardı. Orayı dönmek yerine düz gitmiştik. Kesin orası çıkıştı ya."
Şimdi mazgalın kenarında dizlerinin üstünde bekliyorsun. Aşağıya atlayıp Cole’un peşinden bu tehlikeli bara mı ineceksin, yoksa geri dönüp havalandırmadan çıkış yolunu mu arayacaksın?
Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon
Posted: 19 Sep 2025, 02:56
by Synapse
Robert biraz mırın kırın etse de Cole'u hızlıca havalandırma menfezinden içeriye atmayı başarmışlardı. Kendileri de hemen peşinden pıtı pıtı dalmışlardı. Girdikleri menfez kapağını fark ettirmeden kapattıktan sonra tam havalandırma boyunca yol almaya başlayacaklardı ki depoyu da Meksikalılar basmışlardı. İspanyolca konuşarak bir şeyler anlatıyorlardı birbirlerine. Sürüne sürüne ilerlerken Robbie buranın ucunun nereye çıktığını sormuştu. "Valla bilmiyorum şekerim. Umarım bombok bir yere çıkmıyordur." diyordu ki borulardan içeriye garip bir İspanyolca şarkı dolmaya başlamıştı. Çok da zevksiz bir şeydi. İnsanın kulağını kanatıyordu böyle çirkin şarkılar.
Robbie tam panik moduna geçiyordu ki Cole kıpırdanmaya başlamıştı. "Yav iyi vuramadın mı uyanıyor bu?" Hazel itiraz etmeye çalışsa da Cole hemen uyanıp kendine gelmişti. Uyandığı gibi de çığlığı basmıştı. Klostrofobisi varmışmışmış. Erkek adamın öyle fobisi filan olur muydu ayol? Tam panik atağımsı öyle gey bir şeyler geçiriyordu ki vücudu eğilip bükülmeye, kemikleri kırılıyor gibi olmaya başlamıştı. Sonra da bir anda minnak bir lağım faresine dönüştü. Çok da çirkin görünüyordu American Gods affetsin. Robert tam gülecekti ki fare ardına bile bakmadan koşmaya başlamıştı. "Hoop oğlum kaçma lan!"
Tabi küçücük fareye yetişmek mümkün değildi. Hazel ve Robbie onun pençe seslerini takip ederek ilerlediler bir süre tünelde. Ta ki bir ışık kaynağı görene kadar. Cole kendini mazgaldan aşağıya bırakmıştı. Minik bedeni sığmıştı deliklerden. Hazel eğilip mekanı kolaçan etti. Fena bir yerdi. Herkes geceye akmıştı. Dövmeli böyle kocaman kasları olan daddy daddy adamlar bilardo oynuyordu. Hazel'ın ağzının suyu akmıştı izlerken. Hatta sadece ağzının suyu akmamıştı. Anlayan anladı. Çok seksi hatunlar da striptiz ve kucak dansı yapıyordu. GTA'daki Malibu kulübü gibiydi içerisi. Pek bir şahaneydi.
Cole'un kendisini bir içki bardağının içine lıps diye attığını gördü. Robert ise esas çıkışın o dönmedikleri sağ olduğunu söylüyordu yan tarafında. "Robbie, Cole'u salamayız. Ben peşinden gideyim sen burada dur. Başım belaya girerse yardıma gelirsin." Sonra da hemen mazgalı ittirerek açtı ve kendini aşağıya bıraktı. "EVCİL FAREM!" Cole'un içine düştüğü masaya koşturdu haykırarak. "Faremi takip ediyordum da içkinize düştü şekerim. Şöyle bi' alayım ben onu." Elini içki bardağına sokup fare Cole'u alacak ve sütyenin içine, memelerinin arasına sokacaktı. Sadece onun duyacağı bir sesle de "Sakın geri dönüşeyim deme sikerim belanı." diye fısıldayacaktı.
Re: [American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon
Posted: 20 Sep 2025, 14:29
by V
Planım, tam istediğim gibi işledi. John'u riske atmadan yan tarafa fırlatmıştım. Tony'i boğazından kaldırdığım gibi, onu büyük bir hiddetle öldürmüştüm. Hiçbir pişmanlık duymadan. İşte, öldürmek böyle bir şeydi. Dostlarına doğrulmuş bir tehdit varsa, gözünü bile kırpmadan, herkesi karşına alır, anında yok edersin. John'un asıl öğrenmesi gereken şey buydu belki de. Dostların için, canların için herkesi karşına almak ve kimsenin gözünün yaşına bakmamak. Bunun öğrenilmesi gerekiyor diye düşünüyordum. Neyse ki, bunu gidişata bırakmaya kararlıydım. Bu yüzden üstüne çok düşünmeden, hızla kadına doğru fırlamıştım. Kadını da duvara vurduktan sonra, cansız bedeninin yere yığılması için bırakmıştım olduğu yerde.
Polis sirenleri yankılanmaya başladığında, derin bir nefes alıp verdim. Polislerin gelmeyeceğini düşünüyordum, anlaşılan gerçekten bizi tuzağa düşürmeyi başarmışlardı. İçimden derin bir 'siktir' çekmek üzereyken John'un sesi kulağıma ilişti. Bir cevap vermeden düşünmeye devam ederken, ince bir kadın ağlamasıyla birlikte başımızı tavana doğru kaldırmıştık. Ses üst kattaki odalardan geliyor olmalıydı, John hızlı bir aksiyon alıp bakacağını söylemişti. Merdivenleri çıkıp, birkaç saniye sonra geri dönmüştü. Genç bir kızın olduğunu, ağladığını söylüyordu. Sirenler daha da yaklaşırken, ne yapacağımızı şaşırmıştım. Bir anda, John'un ensesinden tuttum.
"Çabuk kızı al, en hızlı şekilde kaç. Wild Panda'da buluşacağız. Bir şey olursa, önce onlar saldırdı."
John'u yolladıktan sonra, Tony'nin parmaklarında duran silaha doğru eğilecek ve kendime pompalı ile iki el ateş edeceğim. Ateşlerin birini karnıma, birini göğsüme doğru yapmak zorundayım. Kalbimi es geçerek yapmam gerekiyor, biraz direndiğim de belli olmalı. Böylelikle olayı onlar bana saldırdı, ben de onları öldürdüm olarak değiştirebilirim. Yapacak bir şeyim yok, en kötü ihtimalle John'u ve kızı kurtarmış olacağım. Şimdilik, planım bu. Yaralı bir şekilde polisleri beklemek ve hastaneye kaldırılmak.