Page 3 of 6

Re: [American Gods] Tanrıların Cezası

Posted: 28 Jul 2024, 15:53
by Midnight Reaper
Hazel'ın kamerayı devre dışı bırakmasının ne zaman sonlanacağını izlerken duyduğum silah sesiyle refleks hareketiyle kendimi yere atarak kaçıyordum. Durduk yere delinmeyi kim isterdi ki? Yerdeyken hızla kafamı döndürmeye zorladığımda arkamdakileri göz ucuyla arkamdakileri. "Iııı... Bu iyi değil"

Adamın elindeki otomatik tüfeği ateşlemeye başlamasıyla benim korunaklı gördüğüm alana yuvarlanıp ayaklanıyor ve koşarak kaçmaya başlıyordum. Sırtımı sağlama aldıktan sonra Hazel'ı ve silahlı adamı görebilecek konumda olduğumu fark ediyordum. Adamın acayip küfürleri kulağımı doldururken adam Hazel ile karşı karşıya gelmeden önce bir şeyler yapmak zorundaydım. Hazel'ın motorlulara karşı üstünlük kurmuş olmasına karşı içim rahat etse de silahlı adama karşı daha fazla beklememe gerek yoktu.

Parmağımı şıklatıp önümde boyum kadar mızrak oluşturacaktım. Ardından enerjimi kullanıp bedenimi gücüm el verdiğince güçlendirecektim. Sol elimle yönlendiriyormuş gibi havada tutup mızrağı beraberimde getirirken hem bedenimden, hem de mızraktan çıkan karmaşık kırmızı ışıltılar ve elektriklenmeler ne derece tehlikeli olduğuyla görsel olarak gözdağı veriyordum. Adamın silahını atmayacağından emindim aslında. Dayanıklı beden formumda makineli tüfeğe karşı ne derece sağlam olduğuma emin olamasam da acısına direnip kendimi iyileştirmem zor bir şey değildi. En kötü diğer formuma geçerdim ne olacak...

Adama ilerlerken "Silahını atıp acısız mı ölmek istersin yoksa direnen ruhunu ben mi zorla söküp alayım" diyordum. Ardından mızrağı son hız silahı tutan kolunu koparmak üzere yönlendirip yanına gidecek ve mızrağı yok etmekle eş zamanda sağ elimle parmak şıklatıp ruh sökücü bir orak oluşturacak ve "Direnebildiğin kadar diren, öylesi daha uzun ve acılı oluyor" deyip boğazından aşağı doğru ruhunu söküp alacaktım.

Re: [American Gods] Tanrıların Cezası

Posted: 30 Jul 2024, 15:27
by GM - Veil
Synapse: Motorlu adamlara karşı alaycı ve cesur tavrınla, son adamı da alt etmeye hazırlanıyorsun. Planını uygulamaya koyarken, motorcu büyük bir şaşkınlık içinde kalıyor. Beklemediği bu hamle karşısında gözleri fal taşı gibi açılıyor, ağzı bir karış açık kalıyor. Sanki hayatında ilk kez bir insan kıçı görüyormuş gibi şaşkın. Adam dengesini kaybederek motoru kontrol edemez hale geliyor. Motor önce hafifçe sağa sola yalpalıyor, sonra birden hızlanıyor. Adamın yüzündeki panik ifadesi görülmeye değer. Motor, adamı üzerinden fırlatarak yandaki çöp konteynerine çarpıyor. Büyük bir gürültü kopuyor, çöpler etrafa saçılıyor. Adam havada tam üç takla atarak yere düşüyor ve poposunun üzerine sert bir iniş yapıyor.

Zafer dolu kahkahalarla etrafına bakındığında, diğer iki motorcu adamın da hala yerde olduğunu görüyorsun. Biri acıyla inlerken, diğeri çöp yığınının altında debelenmeye çalışıyor. Manzara o kadar komik ki, gülmekten neredeyse yere yığılacaksın. Ancak uzaktan yaklaşan sirenlerin sesi kahkahanı bölerken, binanın içinden daha fazla silahlı adamın çıktığını fark ediyorsun. Ashley'nin daha fazla takviye gönderdiği belli. Yeni gelen adamlar, ellerindeki silahları size doğrultmuş durumda ilerliyor. Aralarında bir tanesi özellikle dikkatini çekiyor: Üzerinde pembe bir tişört ve mor bir şort var. Saçları da yeşile boyanmış. Bu renk uyumsuzluğu gözlerini acıtıyor. Gözlerini kısarak etrafı tarıyorsun ve kaçış yolları arıyorsun. Aynı zamanda, güvenlik sistemlerine olan hakimiyetini kullanarak bir avantaj elde etmeye çalışıyorsun. Binanın güvenlik protokollerini incelediğinde, ilginç bir özellik dikkatini çekiyor: Acil durum sprinkler sistemi. Ama bu sıradan bir sistem değil, içinde su yerine yapışkan bir sıvı var. Şimdi bir karar verme zamanı. Sprinkler sistemini aktive edip, gelen adamları yapışkan sıvıyla ıslatarak yavaşlatmayı ve kaçmayı deneyebilirsin. Güvenlik sistemini kullanarak binanın kapılarını kilitlemeyi ve adamları içeride hapsetmeyi deneyebilirsin. Yakındaki bir vinç sistemini hack'leyip, üzerinizdeki büyük bir konteyneri adamların üzerine düşürmeyi deneyebilirsin. Hangi seçeneği tercih ediyorsun? Ya da belki başka bir fikrin vardır.

V: Kadına doğru hamle yaptığın anda, onun da hazır olduğunu fark ediyorsun. Yumruklarını art arda savururken, kadın inanılmaz bir çeviklikle kaçınıyor. Her hamleni önceden tahmin ediyormuş gibi hareket ediyor. Yumruklarının rüzgarı kadının saçlarını dalgalandırıyor, ama bir türlü isabet ettiremiyorsun. Çatışmanız sürerken, etrafınızdaki alan değişmeye başlıyor. Sanki gerçeklik bulanıklaşıyor ve çevreniz farklı bir boyuta kayıyor gibi. Kadının gözlerindeki beyaz parıltı daha da yoğunlaşıyor ve etrafınızda enerji dalgaları oluşuyor. Bu dalgalar, rengarenk ışıltılarla dans ediyor, sanki Aurora Borealis'i andırıyor. Bir an için dengen bozuluyor, ayağın altındaki zemin sıvılaşmış gibi hissediyorsun. Kadın bu fırsatı değerlendirerek sana güçlü bir darbe indiriyor. Darbenin etkisiyle geriye savruluyorsun, sırtın bir duvara çarpıyor. Ancak duvar, normalde olması gerektiği gibi sert değil, adeta bir jöle kıvamında. Hızla toparlanıyorsun, ama vücudunda garip bir karıncalanma hissediyorsun.

Kadının güçlerinin seninkilerden farklı olduğunu anlıyorsun. Fiziksel gücünün yanı sıra, gerçekliği manipüle edebiliyor gibi görünüyor. Her hareketiyle, etrafınızdaki alan daha da değişiyor. Binalar eğilip bükülüyor, renkler birbirine karışıyor. Kadın, ellerini iki yana açarak, "Ashley'nin planları senin hayal gücünün çok ötesinde, Vincent." diyor. Sözlerinin ardından, etrafınızdaki enerji dalgaları daha da yoğunlaşıyor ve seni çevreleyen gerçeklik daha da bulanıklaşıyor. Gökyüzü mor bir renge bürünüyor, yerden garip, kristal benzeri yapılar yükselmeye başlıyor. Bu durumda, sadece fiziksel gücüne güvenemeyeceğini anlıyorsun. Zihinsel olarak da mücadele etmen ve bu değişen gerçeklikte ayakta kalmayı başarman gerekiyor. Aynı zamanda, ekibinin durumu hakkında endişeleniyorsun ve bir an önce onlara ulaşman gerektiğini biliyorsun. Aniden, etrafınızdaki enerji dalgaları yoğunlaşıyor ve üç farklı portal açılıyor. Her biri farklı bir yere çıkıyor gibi görünüyor. Birinci portal, parlak bir ışıkla dolu. İkinci portal, karanlık ve puslu. Üçüncü portal ise sürekli değişiyor, içinde farklı görüntüler beliriyor.

Midnight Reaper: Silahlı adama doğru ilerlerken, mızrağını tehditkar bir şekilde savuruyorsun. Adamın gözlerindeki korku, senin ürkütücü görüntün karşısında büyüyor. Mızrağından çıkan kırmızı ışıltılar, adamın yüzünde dans ediyor. Ancak, son anda beklenmedik bir şey oluyor. Adam silahını atmak yerine, aniden yere düşüyor ve silahı elinden kayıyor. Silah yerde kayarken, garip bir şekilde buhar çıkarmaya başlıyor. Yaklaştığında, adamın vücudunun tuhaf bir şekilde titrediğini ve gözlerinin beyaza döndüğünü görüyorsun. Sanki görünmez bir güç tarafından kontrol ediliyormuş gibi hareket ediyor. Adamın derisi, gözlerinin önünde değişmeye başlıyor, rengi soluklaşıyor ve üzerinde tuhaf desenler beliriyor. Bu beklenmedik durum karşısında duraksamak zorunda kalıyorsun. Mızrağını ve oluşturmayı planladığın orağı bir kenara bırakıp, dikkatle adamı inceliyorsun. Adamın vücudundan tuhaf, karanlık bir enerji yayılmaya başlıyor. Bu enerji, siyah duman gibi adamın etrafında dolanıyor ve havada garip şekiller oluşturuyor.

Birden, adamın ağzından Ashley'nin sesi geliyor: "Oyun daha yeni başlıyor, Midnight Reaper. Hazır mısın?" Ses, adamın ağzından çıkmasına rağmen sanki her yerden geliyor gibi. Sesin yankılanması, kemiklerinde bile hissediyorsun. Bu sırada, etrafındaki gerçeklik de değişmeye başlıyor. Binanın duvarları eriyor gibi görünüyor ve yerini karanlık, puslu bir manzara alıyor. Duvarlar erirken, arkalarından garip, organik görünümlü yapılar ortaya çıkıyor. Sanki canlı bir organizmanın içindeymiş gibi hissediyorsun. Uzaktan, ekip arkadaşlarının seslerini duyuyorsun, ancak onları göremiyorsun. Sesler, sanki su altından geliyormuş gibi boğuk ve uzak. Arada bir, tanıdık kelimeler duyuyorsun ama tam olarak ne dediklerini anlayamıyorsun. Ashley'nin bu beklenmedik hamlesi karşısında, hızlı düşünmen ve bir sonraki adımını dikkatle planlamam gerekiyor. Ruh sökücü yeteneklerinin bu durumda nasıl işe yarayacağını düşünüyorsun ve aynı zamanda ekip arkadaşlarına ulaşmanın bir yolunu bulmaya çalışıyorsun.

Re: [American Gods] Tanrıların Cezası

Posted: 31 Jul 2024, 04:21
by Synapse
Kendini kenara atmasına bile gerek kalmamıştı. Adam ömründe ilk kez bu kadar parlak, bu kadar büyüleyici, bu kadar muazzam bir göt görüyor olacaktı ki öküzün trene baktığı gibi bakmaya başlamıştı Hazel'ın güzel götüne. Hazel götünü "naniiik naniiik" diye sağa sola sallamaya devam ederken adam motora olan hakimiyetini kaybetmiş ve motorundan fırlayarak uçuşa geçmişti. Motorunu kontrol edemeyince yüzünün aldığı ifade nasıl da tatmin ediciydi! Hani Ashley'in gazabından kaçamayacaklardı? Hani işlerini bitireceklerdi? Daha bir göte bile karşı koyamıyorlardı. Motorlu adamın motoru çöp kutusuna çarpıp ortalığı ketçap mayonez ederken adam da üç takla atarak kıç üstü yere çakılmıştı. Artık oynayacak enerjisi yok gibi görünüyordu. Hazel şortunu düzeltip fermuarını çekti. İstemediği bir anda düşse hiç komik olmazdı. Ya da belki de olurdu.

Üstünü silkeleyip dağılan saçlarını düzelttiğinde motorcuların hepsinin yere serili olduğunu fark etti. Her birinden acı dolu iniltiler çıkıyordu. "HAHAHAHAHA! Altınızda motorunuz var ama anca götüme bakarsınız işte öyle. Kim kimin gazabından korkacakmış şimdi he?" Bunun tehlikeli bir mücadele olması gerekiyordu ancak Hazel o kadar çok gülmüştü ki neredeyse gülmekten altına işeyecekti. Hatta kendini gördüğü her komik şeye "işicemm asdfg" mesajı atan kızlar gibi hissediyordu. Şu ana kadar olanlarla ilgili tek üzüldüğü nokta Chris'in ve Vince'in tüm bunları kaçırmış olmasıydı. Şimdi onlara anlatsa da inanmazlardı ya da etkilenmezlerdi! Kahkahalarının arasında bir siren sesi işitti. Binadan elleri silahlı adamlar çıkıyordu. Ashley varını yoğunu onları durdurmaya harcamıştı anlaşılan. İçlerinde bir tanesi tam bir moda faciasıydı. Yeşil saçlar, pembe tişört, mor şort. Yani... Olacak şey miydi şimdi bu? Savaşa gelmenin de bir adabı vardı. Gururu olan hiçbir insan parçası böyle bir kombin giymezdi. Yatarken bile, evde kimse bakmıyorken bile. En fazla cosplay yaparken giyilecek şeydi bu.

Şimdiiiii... Yapması gereken şey bu kadar adamı durdurmaktı. Kendi ekibinden kimse etrafta yok gibiydi. Herkesi korumak yine ona kalmıştı. Ne yapacağını düşünmeye başladı. Binanın sprinkler sisteminde yapışkan bir sıvı vardı. Bunu kullanarak avantaj elde edebilirdi. Güvenlik kilidini çalıştırarak onları binaya hapsedebilirdi ancak bu Ashley'e ulaşmalarını zorlaştırabilirdi. Ve teknik olarak başka bir çıkış da kullanabilirlerdi. Güvenliği override etmeleri de mümkündü. Yanlarındaki vinçi kullanarak adamların üstüne konteyner de düşürebilirdi. Ya da daha eğlenceli bir şey yapardı. Aklına bir fikir gelmişti. Önce sprinkler sistemini kullanarak adamları yapıştıracak ve hızlarını kesecekti. Bu onların aynı zamanda biraz şaşırmalarına ve dikkatlerinin dağılmasına yol açabilirdi. Sonra moda faciası olan adama seslenecekti. "Şşşş sen mor şortli!" Adam ona döndüğü an bio-hack yapacak ve onu, yanındaki kendi adamlarına saldırtacaktı. Böylece hepsinden kesin olarak kurtulurken kendi taraflarına da geçici süreliğine birisini katmış olacaktı. Onunla ne yapacağına sonra karar verirdi.

Re: [American Gods] Tanrıların Cezası

Posted: 31 Jul 2024, 04:28
by V
Kadına doğru yaptığım her bir hamlenin başarısızlıkla sonuçlanması beni biraz olsun şaşırtmayı başarmıştı. Kadının inanılmaz çevikliği karşısında sadece ıskalamakla yetinebilmiştim. Ona saygı duymam gerekirdi, kolay bir lokma olmadığını şimdiden kanıtlamayı başarmıştı. Kavgamız devam ederken, etrafımızdaki alanın değişiyor olması dikkatimi çekiyordu. Gerçekliğin bulanıklaştığı ve çevremize farklı bir boyut kattığı fark edilebiliyordu. Kadının gözlerindeki beyaz parıltı arttıkça, enerji dalgaları oluşmaya başlıyordu. Belki normal bir günde bir manzara niyetine izleyebileceğim bu enerji dalgaları, şimdi sadece bir düşmanın ahenkinden ibaretti. Ben henüz bu ahenke dahil olamadan, dengem bozulmuş ve altımdaki zemin sıvılaşmış gibi hissetmemle birlikte gözlerimi hemen ayaklarıma doğru yönlendirmiştim. Bu açıklığımdan faydalanan kadın ise, güçlü bir yumrukla beni jöle kıvamındaki duvara zımbalamıştı.

Kadının fiziki güçleri harici, gerçekliği de manipüle ediyor olması işimi yokuşa sürüyordu. Böylesi bir güce sahip olmayı isterdim. Kendi gücümün haricinde gerçeklik üzerinde büyük bir etki bırakmak, oldukça eğlenceli olmalıydı. Yaptığı her bir hareketle etrafımızdaki alanın daha fazla değişmesi oldukça zorlanacağım anlamına geliyordu. Kadın ellerini iki yana açmış, Ashley'nin planlarının benim hayal gücümün çok ötesinde olduğunu söylemişti. Buna karşılık sadece hafif bir şekilde gülümsemekle yetinmiş, daha fazlasına gerek bile duymamıştım. Bu sözlerinin ardından enerji dalgaları daha da yoğunlaşmış, hatta gökyüzü bile mor renge boyanırken yerden kristal benzeri yapıların çıkmaya başladığını fark etmiştim.

Bu mücadele, hem fiziki hem zihinsel bir mücadeleye dönüşüyordu. Ekibime ulaşmadan önce ise, önüme çıkan üç portaldan doğru olanını seçmem gerekiyordu sanırım. Birinde parlak bir ışık varken, ikincisinde karanlık ve pus mevcuttu, üçüncüsünde ise görüntü sürekli değişiyordu. Neyi seçeceğimi, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ancak şunu biliyordum ki, gücümü efektif bir şekilde kullanmalıydım.

Gücümün %50 sini vücudumdan dışarıya doğru salmaya başladığımda, kadına doğru baktım. "Ashley ve sen, son nefesinizi vereceksiniz. Bu şehir, benim şehrim. Benim karşımda yer alacak herhangi birisi olamaz. Sizler benim başarı merdivenimdeki böceklerden ibaretsiniz." Gücümün %50 sini iyice ateşlerken, sanki yeri yaracakmışçasına adımlamaya başladım karanlık ve puslu olan portala doğru. Attığım her bir adımda, sanki onun yarattığı gerçekliği delmeye çalışıyordum. Eğer bu gücümün %50 siyle bile onun gerçekliğini delemezsem veya yenemezsem, sonunda gücümün tamamını ateşleyebileceğim bir gerçeklik bulmuş olacaktım.

Ah, bunu görmek zorunda kalırsan, senin için gerçekten üzüleceğim, adını bile sormadığım kadın.

Re: [American Gods] Tanrıların Cezası

Posted: 03 Aug 2024, 01:13
by Midnight Reaper
Adamı deşip geçeye hazırdım ama adam buna pek hazır değil gibiydi. Yere düşüp titremeye başlaması ürpertici görünüyordu. Çıkan buharları gördüğümde adam acaba eriyor mu diye düşünüyordum. Yaklaşıp baktığımda gözlerinin beyaza döndüğünü de görmüştüm. Bir şeyin etkisi altında gibiydi ama çözememiştim. Adamdan yayılmaya başlayan karanlık enerjiyi gördüğümde bu normalde gördüğüm enerjiden farklı geliyordu.

Neler döndüğünü çözmek için bir hamle yapma gereği duymasam da adamın ağzından Ashley'in sesi geldiğinde tetiğe geçiyordum. Oyunun yeni başladığını söylüyordu. Ona karşı kişisel olarak açık bir öfke veya nefret bulundurmasam da amacımız için ortadan kaldırmakta tereddüt etmeyeceğim biriydi. V için tereddüt edecek değildim ya.

Çevrenin yapısının bozulmaya başlamasıyla beraber kendi algılarımın da bozulduğunu fark ediyordum. Algılarım iyice bozulduğunda sağa sola rastgele ruh saldırılarında bulunursam Hazel veya V ye zarar verebilirdim. O yüzden acele edip sağ elimi havaya kaldırıp sertçe parmağımı şıklatıyor ve "Synaaaaaaaaaaaaaaapse!!!! Bu karı beynimle algılarımla oynuyor!" diye bağırırken iki metre genişliğinde fiziksel çakram oluşturuyor ve havada hızla kendi etrafında çevirip iyice hızlandırdıktan sonra garabete doğru yönlendiriyordum. Bu şekilde işe yaramazsa sanırım körebe oynayıp adamın bedenini bulmalıydım ve bu karmaşayı yaratan ruhu ellerimle yok etmem gerekiyordu.

Re: [American Gods] Tanrıların Cezası

Posted: 11 Aug 2024, 21:33
by GM - Veil
Synapse: Hızlı bir şekilde harekete geçiyorsun. Önce binanın güvenlik sistemlerine erişerek sprinkler sistemini aktive ediyorsun. Tavandan aniden boşalan yapışkan sıvı, silahlı adamların üzerine yağmaya başlıyor. Adamlar şaşkınlık içinde ne olduğunu anlamaya çalışırken, üstleri başları yapış yapış oluyor. Silahlarını tutmakta zorlanıyor, hareket etmekte güçlük çekiyorlar. Bu kargaşadan faydalanarak mor şortlu adama sesleniyorsun. Adam şaşkınlıkla sana döndüğünde, hemen harekete geçiyorsun. Zihnini adamın beynine odaklıyor ve bio-hack yeteneklerini kullanarak onun sinir sistemini ele geçirmeye başlıyorsun. Mor şortlu adam birden duraksıyor, gözleri bulanıklaşıyor. Sonra aniden silahını kendi adamlarına doğrultuyor ve ateş etmeye başlıyor. Diğerleri neye uğradıklarını şaşırmış bir halde, arkadaşlarının neden onlara saldırdığını anlamaya çalışıyorlar. Yapışkan sıvının etkisiyle zaten hareket etmekte zorlanan adamlar, şimdi bir de kendi aralarından birinin saldırısıyla karşı karşıya kalıyorlar. Ortalık tam bir kaosa dönüşüyor. Adamlar birbirlerine bağırıyor, kaçmaya çalışıyor ama yapışkan sıvı yüzünden düşüp kalkmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Mor şortlu adam ise senin kontrolünde, gözü dönmüş bir şekilde etrafındakilere saldırmaya devam ediyor.

Tam o sırada, uzaktan yeni bir figür beliriyor. Bu kişi diğerlerinden oldukça farklı görünüyor. Üzerinde altın ve siyah renklerden oluşan, göz alıcı bir zırh var. Zırhın göğüs kısmında karmaşık desenler işlenmiş ve omuzlarında sivri çıkıntılar bulunuyor. Başında da aynı renklerde, yüzünün üst kısmını örten bir maske var. Beline bir tabanca asılı ve ellerinde parlayan metal eldivenler göze çarpıyor. Bu yeni gelen kişi, mor şortlu adama doğru ilerliyor ve yüksek sesle bağırıyor. "Poison, kendine gel ulan!" Ancak Poison, senin kontrolün altında olduğu için bu çağrıya cevap vermiyor ve saldırmaya devam ediyor. Altın-siyah zırhlı adam bir an duraksıyor, sonra hızla belindeki silahı çekiyor. Gözlerini kısarak nişan alıyor ve tereddüt etmeden tetiği çekiyor. Silahtan çıkan enerji dalgası, Poison'ın alnına isabet ediyor. Poison bir an donup kalıyor, sonra yavaşça yere yığılıyor. Zırhlı adam, Poison'ın hareketsiz bedenine kısa bir bakış attıktan sonra, gözlerini sana çeviriyor. Gözlerinde öfke ve kararlılık okunuyor. Silahını sana doğrultarak meydan okurcasına konuşuyor. "Sen... Sen bunu yapmamalıydın. Şimdi sıra sende, küçük hanım. Bakalım benim karşımda da şansın yaver gidecek mi?" İrlandalı olduğunu aksanından hemen anlıyorsun. Karşındaki bu yeni ve tehlikeli rakiple yüzleşmeye hazırlanırken, etrafındaki kaos hala devam ediyor. Yapışkan sıvıyla kaplı adamlar oradan oraya savrulurken, uzaktan yaklaşan polis sirenlerinin sesi duyulmaya başlıyor. "İsmim Grimstrike. Sen de beyin sikici olmalısın." Adam sana doğru koşmaya başlıyor, bir elinde tabancası, diğer eli ise belinde. Gözlerine bakmamaya çalıştığını fark ediyorsun.

V: Karanlık ve puslu portala adım attığın anda, etrafındaki gerçeklik bir kez daha değişiyor. Gözlerini kırpıştırarak açtığında, kendini sizin şehrin içinde buluyorsun. Ancak bu, Ashley'nin karargahından çok uzak, tanımadığın bir bölge. Etrafına hızlıca göz gezdiriyorsun, binaların mimarisi ve sokak düzeni sana yabancı geliyor. Topladığın gücü kullanarak hızla ilerlemeye başlıyorsun. Adımların neredeyse görünmez, arkanda sadece bir enerji izi bırakıyorsun. Sokaklar ve binalar yanından hızla geçip gidiyor, insanlar seni fark edemeden yanlarından süzülüp gidiyorsun. Aniden, önünde başka bir portal açılıyor. Daha ne olduğunu anlayamadan, az önce savaştığın kadın portaldan fırlayıp üzerine atlıyor. Güçlü bir tekme savuruyor, son anda bloke ediyorsun. Kadın alaycı bir gülümsemeyle, "Ashley'nin düşmanları bu kadar mı zayıf? Neden benim kadar güçlü birine gerek duydu ki?" diye söyleniyor. Sonra da ekliyor: "Bu arada, ismim Aurelia. Hatırlarsın belki, son nefesini verirken."

Aurelia birden senin etrafını saran enerji alanını fark ediyor. Gözleri büyüyor, ama gülümsemesi daha da genişliyor. "Ah, demek hala sürprizlerin var." diyor ve yumruğunu sana doğru savuruyor. Göz açıp kapayıncaya kadar, yumruğun yüzüne doğru geldiğini görüyorsun. Aynı anda, Aurelia'nın arkasında parlak bir ışık patlaması oluyor, gözlerini kamaştırıyor. Yumruk tehlikeli bir şekilde yaklaşıyor ve ışık gözlerini köreltmeye devam ediyor. Şimdi kritik bir an. Aurelia'nın saldırısını savuşturman ve aynı zamanda karşı saldırıya geçmen gerekiyor. Topladığın gücü nasıl kullanacağına hızla karar vermelisin. Işığın etkisiyle görüşün kısıtlı, ama diğer duyularını kullanabilirsin. Aurelia'nın yumruğunun hava basıncını hissedebiliyorsun. Zaman daralıyor. Aurelia'nın yumruğu her an suratına çarpabilir. Ne yapacaksın? Nasıl karşılık vereceksin? Hızlı düşün ve harekete geç!

Midnight Reaper: Fiziksel çakramı oluşturup garabete doğru fırlatıyorsun, ama beklediğin etkiyi görmüyorsun. Çakram, sanki bir sis perdesine çarpmış gibi kaybolup gidiyor. Etrafındaki puslu, organik görünümlü yapılar hala yerinde duruyor ve gerçeklik algın bozulmaya devam ediyor. Synapse'e doğru bağırıyorsun ama sesin boşlukta yankılanıyor. Cevap yok. Sanki sesin bu tuhaf ortamda emilip gidiyor. Çaresiz, yavaş ve dikkatli adımlarla ilerlemeye karar veriyorsun. Ellerini öne doğru uzatmış, neredeyse kör gibi yürüyorsun. Her adımında, ayaklarının altındaki zemin yumuşak ve canlıymış gibi hissettiriyor. Organik yapıların arasından geçerken, sanki seni izliyorlarmış gibi bir his kaplıyor içini. Birden parmaklarının ucunda sert bir şey hissediyorsun. Adamın vücudu olmalı bu. Hızla yumruğunu sıkıyor ve tüm gücünle bir darbe indiriyorsun. Yumruğun bir şeye çarpıyor ve ardından boğuk bir düşme sesi duyuyorsun. Aniden, etrafındaki puslu görüntü dağılmaya başlıyor. Sanki bir perdenin arkasından çıkıyormuşsun gibi, görüşün yavaş yavaş netleşiyor. Gözlerini kırpıştırarak etrafına bakınıyorsun. İllüzyon tamamen dağıldığında, kendini yine şehrin ortasında buluyorsun. Ama burası az önce olduğun yerden farklı. Etrafta yıkıntılar, yanmış arabalar ve kaçışan insanlar var. Gökyüzü kararmış, uzaktan patlama sesleri geliyor.

Ve işte o an, Synapse'i görüyorsun. Ama o da tehlikede! Ona doğru koşan zırhlı bir adam var. Adam, altın ve siyah renkli, gösterişli bir zırh giymiş. Zırhın üzerinde karmaşık desenler var ve omuzlarında sivri çıkıntılar bulunuyor. Başında da aynı renklerde, yüzünün üst kısmını örten bir maske var. Zırhlı adam, Synapse'e doğru hızla ilerliyor. Elinde parlayan bir enerji silahı var ve gözlerinde kararlı bir ifade okunuyor. Synapse ise savunmasız görünüyor, sanki az önce başka bir mücadeleden çıkmış gibi. Tam o sırada, beklenmedik bir şey oluyor. Sokağın sonunda büyük bir kalabalık beliriyor. Bunlar sivillermiş gibi görünüyor, ama hepsi aynı anda size doğru koşmaya başlıyor. Gözlerinde tuhaf bir parıltı var ve hareketleri koordineli, sanki biri tarafından kontrol ediliyormuş gibi. Uzakta, diğer ekip arkadaşlarının seslerini duyuyorsun ama onları göremiyorsun. V'nin öfkeli bağırışları ve Hazel'ın keskin komutları kulağına çalınıyor. Şimdi kritik bir karar anındasın. Synapse tehlikede ve ona yardım etmen gerekiyor. Ama aynı zamanda, bu kontrolsüz kalabalık size doğru geliyor ve büyük bir tehdit oluşturuyor. Üstelik, az önce yaşadığın tuhaf deneyimin etkilerinden tam olarak kurtulabilmiş değilsin. Bedenin hala hafif uyuşuk ve zihnin bulanık. Ne yapacaksın? Synapse'e yardım etmek için hemen harekete mi geçeceksin? Yoksa önce kalabalığı durdurmaya mı çalışacaksın? Ya da belki başka bir planın vardır?

Re: [American Gods] Tanrıların Cezası

Posted: 12 Aug 2024, 02:18
by Synapse
Her şey planladığı gibi ilerlemişti. Binanın sprinkler sistemini aktive edip adamları yapışkan balçığa hapsettiği anda yüzlerindeki ifade görülmeye değerdi. Hazel histerik gibi şen kahkahalarla onları izlerken, mor şortlu gerizekalı da kendi adamlarını tek tek vurmaya başlamıştı. Hazel, adamın kendi silahıyla kendi adamlarını vurmasını izlerken etraftaki çığlıklar ve kurşun seslerinden kendine bir melodi oluşturmuş ve onu söylemeye başlamıştı. Bir yandan da ayağını yere vurarak ritim tutuyor ve kafasını sallayarak eşlik ediyordu. Uzun zamandır bu kadar eğlenmemişti. İyi ki de Vince, Ashley'e saldırmaya karar vermişti. Yoksa böyle bir hazzı kolay kolay yaşayamazdı. Bu iş bittikten sonra patronunu mutlu etmek için belki ona özel bir şeyler ayarlardı. Bunun düşüncesiyle kıs kıs gülerken uzaklardan gözünü kamaştıran bir şeyin kendisine yaklaşmakta olduğunu fark etti.

Daha önce görmediği bir adamdı. Altın rengi ve siyah karışımı gösterişli bir zırhı vardı. Yapılıydı. Patronu kadar olmasa da epey karizmatikti. Omuzlarında sivri çıkıntılar, yüzünde tamamını örtmeyen bir maske, ellerinde gösterişli eldivenleri vardı. Belindeki tabancası Hazel'ın dikkatini çekmişti. Adam ilk olarak mor şortluya yaklaşıp kendisine gelmesi için bağırmıştı. Zihni Hazel'ın ellerindeyken kendisine gelmesi mümkün değildi. Hazel olacakları izlerken heyecanla gülümsemeye ve sağ elinin serçe parmağının tırnağını kemirmeye başladı. Adının Poison olduğunu öğrendiği adam etrafa saldırmaya devam ediyordu. Zırhlı adam bir süre onu izledikten sonra umutsuzca belindeki tabancaya davranmıştı. Nişan aldıktan sonra da Poison ismindeki mor şortlu adamı alnının tam ortasından vurmuştu. Bu sahne Hazel'ı o kadar heyecanlandırmıştı ki neredeyse oracıkta orgazm olacaktı. Histerik kahkahalarını sürdürürken bu yeni gelen adamı incelemeye devam etti. Nişan almakla ilgili bir özel gücü olsa gerekti.

Adam arkadaşını öldürdükten sonra Hazel'a dönerek tehditkar bir şekilde nişan almıştı. Sinirlenmiş hali de oldukça havalı görünüyordu. Ona küçük hanım diye hitap ederek kendisi karşısında da şansının yaver gidip gitmeyeceğini merak etmişti. Hazel heyecanla poposunu bir o yana bir bu yana salladı. Adam isminin Grimstrike olduğunu söylemişti. Sonra da gözlerine bakmamaya çalışarak üzerine gelmeye başlamıştı. "Beyin dışında başka şeyleri sikme konusunda da yetenekliyim. Görmek ister misin?" Adamda İrlandalı aksanı vardı. Konuşması Hazel'ın kulaklarına bir melodi gibi geliyordu. Onu sadece bir anlığına şaşkına çevirmeliydi. Sadece bir saniye için dikkatini dağıtsa ve gözlerini gözlerine çekse yeterdi. Biraz evvel planladığı vinç saldırısını şimdi yapmayı düşündü. Vinç sistemini ele geçirerek devasa bir konteynırın adamla kendisi arasında düşmesini sağlayacaktı. Ancak niyeti adamı öldürmek ya da sakatlamak değildi. Sadece dikkatini dağıtmak ve onu duraksatmak istiyordu. Onu hemen öldürmesi pek de zevkli olmazdı. "Aksanı olan erkekleri hep çok çekici bulmuşumdur." dedi heyecandan titreyen bir ses tonuyla. "Ashley yosmasını korumayı bırak ve yatak odama gel. Bacaklarımın arasında istediğin kadar konuşmana izin veririm. Ne dersin?" Sağ elinin işaret ve orta parmaklarını "iki" şeklinde açarak maskesindeki dil baskısının önüne götürdü ve malum şeyi yalıyormuş gibi yaptı. Adamın dikkatini gözlerine çekmeye çalışacaktı. Sadece bir bakış. Yakalaması gereken buydu. Sonrasında çok eğlenecekti. Tekrar bio hack yaparak adamı tamamen kölesi haline getirecekti. Ahhh, Vince bunları görse bugün onunla gurur duyardı.

Re: [American Gods] Tanrıların Cezası

Posted: 12 Aug 2024, 22:07
by V
Portala attığım adımda sonra, etrafımdaki gerçekliğin tekrardan değişmesi benim için iyi, karşımdaki kelle içinse kötüyü alamet ediyordu. Şehrin içerisindeydim, ancak Ashley'nin karargahından çok daha uzakta, tanımadığım bir bölgedeydim. Etrafımda ekip arkadaşlarımdan kimseyi görmemek benim için sevindiriciydi. Topladığım gücü kullanarak ilerlemeye başladım, adımlarımın arkada bıraktığı enerji izini görebiliyordum. Böylesine müthiş bir güçle neler yapabileceğimi görmek, bu kadını parçalarına ayırmak istiyordum. Kanımın fokurdayan çay gibi kaynadığını hissediyordum. Kadın, bir anda portaldan fırlayıp üzerime doğru atladıktan sonra, güçlü bir tekme savurmuş, bense hızlı bir şekilde tepki vererek onu bloke etmeyi başarmıştım. Kadınsa isminin Aurelia olduğunu eklemişti, son nefesimi verirken hatırlayacağımı söylüyordu.

Etrafımı saran enerjiyi fark ettiğinde gülümsemesi genişlemişti. Sakladığım şeylerin farkında olmamasına yormuştum bu şaşırmasını. Yumruğunun yüzüme doğru geldiğini gördüm, ancak bir ışık patlamasıyla birlikte geliyor olması sürpriz bir saldırı olmasına işaret ediyordu. Belki de yönünü bir anda değiştirecekti, emin değildim. Ancak bildiğim bir şey varsa, o da gücümün sınırlarını kullanabileceğimdi. Henüz %60 ını kullanmama rağmen etrafımda hiçbir şey olmaması buna işaretti belki de. Kendimi ilk kez serbest bırakabilecek olmak, beni hem korkutuyor hem de çok garip duyguların içerisine sürüklüyordu. Kan kokusu almış kuduz bir köpek gibi hissediyordum kendimi. Saldırmaya hazırdım, öldürmeye hazırdım, yok etmeye hazırdım.

Gülümsemem, yumruk yüzüme geldikçe daha da büyümeye başladı. İlk kez, ilk kez hissettiğim bazı duyguları dışa vurabilecek durumdaydım. Öylesi bir his ki, şuan da bu kadını parçalarına ayırmak ve kafasını balmumuyla doldurup barıma asmak istiyordum. Onu her gördüğümde, yüzüne gülümseyip onu tokatlayarak dövmek istiyordum. Şuansa, onu bir anda iki parçaya bölmek istiyordum, üstelik bunu öylesine kolay yapmak istiyordum ki. Sanki o bir kağıt parçasıymış gibi ikiye yarma isteği beynimin içine dolanıp duruyordu. Kanımın kaynadığını, ellerimin ve ayaklarımın bu anın zevkinden titrediğini hissedebiliyordum.

Gülümsemem daha da büyüdü zaman geçtikçe. Gücümün artışa geçtiğini, belki de %60 ı bile geçtiğini hissedebiliyordum. Hepsini, kafama doğru yönlendirmeye başladım. Gözlerim hafif hafif kısılmaya başlarken, onun yumruğuna atacağım kafayı hesapladım. Öyle bir kafa atmak istiyordum ki, kemikleri yumruğundan başlayarak önce çatlamaya başlamalı, sonrasında bu enerjiyi kalbine kadar aktarıp bir anda kalbini patlatmalıydı. Sonrasında, kemiklerinin kırılış seslerini duymalıydım, teker teker, kemiklerinin nasıl tuzla buz olduğunu duymalıydım. Acı çığlığı atmaya bile vakti kalmadan, aniden hayatını kaybetmeliydi. Neyin ne olduğunu anlayamadan, tanrının karşısında bulmalıydı kendini.

İstemsizce kıkırdamaya başladığımı hissediyordum. Kendimi sonunda salabilecek olmak, daha önce belki de hissetmediğim duygular seline sürüklüyordu beni. Bütün enerjim anlık olarak kafama doğru yönelirken, tüm gücümle kafamı yumruğuna doğru atmak için harekete geçtim. Bu duygularım ve enerjimle, bu kadını yok edebilecek olmak, muazzam bir an olacaktı. Kafamı atarken, kadına son bir kez bağırdım. O an için, içimden geçeni söyledim.

"AZDIM!"

Re: [American Gods] Tanrıların Cezası

Posted: 23 Aug 2024, 13:27
by Midnight Reaper
Çakramı fırlatmış olsa bile hiçbir sonuç alamamıştı. Ne etki yarattığını, nereye gittiğini bile anlayamadan tanrıya emanet uçup gitmişti bir yerlere. "Bizimkilere doğru gitmemiştir umarım" diye içinden geçirebilmişti sadece. Etrafta görünen organik yapılar artık mide bulandırıcı hale gelmiş, hareket etmeye çalışmak başı dönerken körebe oynamaya dönmüş gibiydi. Üstelik zeminin vıcıklı yapısı içini iyice kötü ediyordu. Birden parmak uçlarında hissettiği sert bir şeye karşı yanlış yumruğunu sıkıp sert bir yumruk indirmişti. Yumruk bir şeye çarpmış, ardından boğuk bir düşme sesi gelmişti. Her ne yaptıysa işe yaramış ve sis dağılmış görüntüsü netleşmeye başlamıştı. İllüzyon tamamen dağıldığında kendisinin bambaşka bir yerde olduğunu gördüğünde aklı bir yandan nasıl bir yeteneğe maruz kaldığını anlamaya takılmış diğer yandan ise derhal diğerlerine destek olması gerektiği düşüncesiyle acele etmeye çabalıyordu. Ancak maruz kaldığı yeteneğin etkileri henüz geçmemişti. Gerçekten de çözemediği bu illüzyona karşı belki de tesadüfen kurtulabilmiş olmasına karşı kendisini oldukça kötü hissediyordu.

Kafasını çevirip baktığında Synapse'ı görmüştü. Ona doğru koşan bir adam vardı. Tarzının getirdiği detaylar onun sıradan biri olmadığı düşüncesini uyandırıyordu. Synapse ise fiziksel gücünün yettiği kadarıyla orada gibi görünüyordu. Elbette oyunlarıyla adamı alt edebileceğine inancı vardı ancak adam bir anda gözünü karartıp ateş etmeye başlarsa ne olacağını kestirmesi güçtü. Diğer tarafta V duygularını dizginlemeyi bırakmıştı. Karşısındakinin güçlü olduğuna yüzde yüz emin olmuştu böylece. Chris ise kontrol altında ilerliyormuş gibi görünen kalabalığı görüyordu. Synapse'a mı yardım etse, kalabalığı mı kontrol altına alsa yoksa başka bir şey mi yapsa bilemiyordu. Ancak bildiği şey, bu uyuşukluk ve etkiden kurtulabilmesi için enerji toplaması gerektiğiydi. Sivillerin katletmek gibi bir niyeti yoktu. Bunu şimdiye kadar hiç yapmamış ve bu kişiliğiyle yapmaya niyeti de yoktu. O yüzden Synapse'ın karşısındakini tüketip sivilleri durduracak gücü elde edip Synapse ile birlikte sivilleri karmaşanın içinden çıkarabileceklerini düşünüyordu. Tüm bunlar yaşanırken de V den uzak durmaları gerekiyordu. Kendisi etkilere karşı kendisini koruyabilecek olsa da arkadaşları konusunda endişeliydi. Tüm bu kargaşa ve zihin bulanıklığı onu öfkelendirmiş ve "Lanet olsun!" dedikten sonra yere tükürüp Dark Harvest'i kullanıp hızını ve çevikliğini arttırıp açığını kapatacak ve sağ eliyle parmak şıklatıp sağ eline fiziksel hançer, sol eline ruh söken hançer, havada da bir fiziksek hançer oluşturup havadakini Synapse'ın karşısındakine doğru hızla fırlatıp kendisi de hızla adama doğru koşacaktı. Saldırılarında fiziksel hançer zırhına işlemezse ruh hançerinin kesinlikle iş göreceğine emindi.

Re: [American Gods] Tanrıların Cezası

Posted: 24 Aug 2024, 00:53
by GM - Veil
Synapse: Tüm çabalarına rağmen, Grimstrike'ın gözlerine bakmasını sağlayamıyorsun. Adam ustaca kaçırıyor bakışlarını, sanki senin yeteneklerini çok iyi biliyor gibi. "Ashley seninle ilgili çoktan bilgi verdi, ne yapmamam gerektiğini biliyorum." diyor soğuk bir sesle. Bu sözler seni şaşırtıyor. Ashley'nin seni bu kadar iyi tanıyor olması, hele de düşmanlarına senin hakkında bilgi veriyor olması canını sıkıyor. Tam o sırada Grimstrike karşı saldırıya geçmeye hazırlanırken, beklenmedik bir şey oluyor. Keskin bir silah sesi duyuluyor ve Grimstrike'ın silahı aniden elinden fırlayıp yere düşüyor. Bu beklenmedik olay ikinizi de şaşkına çeviriyor. Refleks olarak sesin geldiği yöne dönüyorsun ve gördüğün manzara karşısında şok oluyorsun. Ateş eden, beyni yıkanmış gibi duran normal bir insan! Bu durumu anlamaya çalışırken, Grimstrike'ın hızla telsizini çıkardığını ve öfkeyle bağırdığını duyuyorsun. "Ashley, bu da ne demek oluyor? Bunlar bize de saldırıyor!" Grimstrike'ın bu tepkisi, senin de kafanı karıştırıyor. Ashley'nin planında bir değişiklik mi oldu? Yoksa kontrolün dışında başka bir güç mü devreye girdi? Düşüncelerinden sıyrılıp etrafına baktığında, Grimstrike'ın senden uzaklaşarak koşmaya başladığını görüyorsun.

Tam ne yapacağını düşünürken, ateşin geldiği yöne tekrar bakıyorsun ve gördüğün manzara karşısında donup kalıyorsun. Ordu halinde, beyni yıkanmış bir insan sürüsü sana doğru ilerliyor. Yaklaşık 20 kişilik bu grubun içinde çeşitli insanlar var. Bazıları silahlı, bazıları kılıçlı. Aralarında iş adamları ve kadınları da var, ellerinde çantalarıyla. Hepsi koordineli bir şekilde, gözlerinde tuhaf bir parıltıyla sana doğru geliyor. Bu manzara karşısında aklın karışıyor. Yoldan geçen insanlar nasıl oldu da böyle organize bir şekilde sana saldırıyor? Kimin kontrolü altındalar? Ve neden hem sana hem de Grimstrike'a saldırıyorlar? Zaman daralıyor, bu kontrolsüz ve tehlikeli kalabalık hızla sana yaklaşıyor. Hızlı düşünmen ve harekete geçmen gerekiyor. Zihin kontrolü yeteneğini kullanarak bu grubu durdurmayı deneyebilirsin, ama bu kadar çok insanı aynı anda kontrol etmek riskli olabilir. Ya da kaçmayı tercih edebilirsin, ama bu sefer de Grimstrike'ı kaybedebilirsin. Aklın bir yandan da diğer takım arkadaşlarına kayıyor. Onlar neredeler? Bu kaos içinde onlara ne oldu? Ve en önemlisi, bu durumdan nasıl çıkacaksın?

V: İçinde biriken enerji, adeta bir volkandaki magma gibi kabarmaya başlıyor. Damarlarında akan kan, sanki kızgın bir lav nehri. Gözlerinin önünde titreşen havayı görüyorsun, etrafını saran görünmez bir enerji alanının varlığını hissediyorsun. Her nefes alışında, ciğerlerine dolan hava bile elektrikle yüklü gibi. Bilincin, bu muazzam güç artışıyla birlikte genişliyor. Sanki evrenin en ücra köşelerine kadar uzanıyorsun, varlığının sınırları bulanıklaşıyor. Zihnin, sonsuz bir okyanus gibi; düşüncelerin, bu okyanusun derinliklerinde dans eden biolüminesan canlılar misali parlıyor. Aurelia'nın yumruğu, adeta ağır çekimde yüzüne doğru yaklaşırken, dudaklarında tuhaf, neredeyse çılgınca bir gülümseme beliriyor. Gözlerinde, insanüstü bir gücün parıltısını hissediyorsun. Başını geriye çekiyorsun. Bu hareketin, sanki zamanın akışını bile etkiliyor. Etrafındaki havanın titreştiğini, enerji dalgalarının görünür hale geldiğini fark ediyorsun. Sonra, tüm gücünle başını öne savuruyorsun.

Kafa atışın, Aurelia'nın yumruğuyla buluştuğu anda, ortaya çıkan enerji patlaması gözlerini kamaştırıyor. Bir an için, tüm dünya beyaz bir ışıkla kaplanıyor. Sonra, korkunç bir çatırtı sesi duyuyorsun. Aurelia'nın bedeninin, sanki bir kum heykeli gibi parçalanmaya başladığını görüyorsun. Önce yumruğu dağılıyor, sonra kolu çözülüyor. Çatlakların, vücudunun her yerine yayıldığını izliyorsun. Gözlerinde son bir şaşkınlık ifadesi beliriyor, ama çığlık atmaya fırsat bulamadan bedeni tamamen parçalanıyor. Önünde artık Aurelia'dan geriye kalan tek şey, havada asılı duran ve yavaşça yere düşen toz zerrecikleri. Enerji dalgalarının hala etrafında dans ettiğini hissediyorsun. Gözlerinde vahşi bir zafer parıltısı var. Dudaklarından tek bir kelime dökülüyor, nefes gibi hafif ama bir fırtına kadar güçlü. Bu kelimen, adeta evrene meydan okuyan bir haykırış gibi. Şimdi gücünün doruğundasın. Etrafındaki dünya sana oyuncak gibi görünüyor. Ve sen, bu oyuncakla oynamaya hazırsın. Telsizinden John'un sesini duyuyorsun. Sana ekibin konumunu gönderiyor. Yaklaşık 25 dakika uzaklıktasın. Tabii bu süre normal insanlar için. Şu anki enerji birikiminle 5 saniye içinde orada olabilirsin. Vardığın anda yaşanan tüm olaylara tepki verebilecek kadar hazır olacaksın!

Midnight Reaper: Lanet okuyarak, Dark Harvest'i aktive ediyorsun. Anında vücudunun her hücresinde enerji akışının hızlandığını hissediyorsun. Reflekslerin keskinleşiyor, kasların geriliyor. Sağ elinle parmağını şıklatıyorsun ve bir anda üç hançer beliriyor: sağ elinde fiziksel bir hançer, sol elinde ruh söken hançer ve havada asılı duran bir başka fiziksel hançer. Gözlerini Grimstrike'a dikiyorsun. Havadaki hançeri ona doğru fırlatıyorsun, hançer havayı yararak hedefine doğru uçuyor. Aynı anda, inanılmaz bir hızla Grimstrike'a doğru koşmaya başlıyorsun. Rüzgar yüzüne çarpıyor, etrafındaki dünya bulanıklaşıyor. Grimstrike, fırlattığın hançeri son anda fark ediyor. Hızlı bir hareketle yana çekiliyor, hançer kulağının dibinden geçerek arkasındaki duvara saplanıyor. Sana doğru döndüğünde, gözlerinde bir anlık şaşkınlık beliriyor. Senin bu kadar hızlı hareket edebileceğini tahmin etmemiş gibiydi.

Ona ulaştığında, fiziksel hançerinle saldırıyorsun. Grimstrike, zırhıyla bu saldırıyı savuşturuyor. Metal sesi havayı yırtıyor. Hemen ardından, sol elindeki ruh söken hançerle ikinci bir saldırı yapıyorsun. Bu sefer Grimstrike'ın gözlerinde bir korku parıltısı görüyorsun.
Tam ruh söken hançer ona değecekken, Grimstrike beklenmedik bir hamle yapıyor. Aniden vücudunu geriye atıyor ve aynı anda belinden küçük bir cihaz çıkarıyor. Cihazı aktive ettiğinde, etrafında mavi bir enerji alanı beliriyor. Ruh söken hançerin bu alana çarptığında tuhaf bir ses çıkararak geri tepiyor. Grimstrike, bu fırsatı kullanarak hızla geriye doğru sıçrıyor. "İyi deneme, Dullahan çakması!" diye bağırıyor sana doğru. Sonra da hızla uzaklaşmaya başlıyor. Tam onu takip etmeye hazırlanırken, arkandan gelen sesler dikkatini çekiyor. Dönüp baktığında, beyni yıkanmış bir grup insanın size doğru geldiğini görüyorsun. Grimstrike'ı takip etmek ile bu yeni tehditle ilgilenmek arasında kalıyorsun. Aklın hızla çalışıyor. Grimstrike kaçtı ama bu yeni tehdit daha acil görünüyor. Üstelik, arkadaşların da tehlikede olabilir. Ne yapacaksın? Grimstrike'ı takip etmeye devam mı edeceksin, yoksa bu kontrolsüz kalabalıkla mı ilgileneceksin? Ya da belki başka bir planın vardır?