Nakamura Holding Genel Merkezi - Tokyo
...
"Fazlasıyla sessizlik oldu. Doğrudan konuya gireceğim. Bu işin hayati olduğunu söyleyebilirim. Şirketimizin geleceği için titizlikle halledilmesi gerekiyor. Bay Lucas, lütfen bu işi bizim için halledin. Sonrasında karşılığını misliyle alacaksınız."
Nakamura yaşlı bir adamdı. 70, belki de 70 yaşların ortalarındaydı. Kültürlü olduğu her halinden belliydi. Nakamura Şirketler Grubu'nun tepesindeki adamdı. Yönetim kurulu başkanı olarak Lucas ile birebir görüşmesi, bir şekilde ona bu işin ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyordu. Aldığı ani telefon sonra biraz merak, biraz da boş vaktinin bolluğunun etkisiyle kendisini bir anda ona söylenen adreste bulmuştu. Yaşlı adamın sözlerinin sonlandığını anladı. Derin bir nefes aldı. Varını yoğunu vereceği, uğruna ölümlere gideceği ideali için hiç bir anlam ifade etmiyordu bu sözler. Kendisini sermayedarlar için süpürge mi edecekti? Tigris bu muydu? Düzenin içinde dönen bir çark. Okyanusta yüzen küçük balık... Hayır... Bundan fazlasıydı. Daha fazla açıklama isteyeceğini tahmin ediyor olmalıydı yaşlı adam. Onu fazla bekletmeli. Net bir şekilde cevap verdi.
"İlgilenmiyorum. Başkasını bulun."
Sözlerinin ardından oturduğu koltuğa gömüldü. Ona ikram edilmiş kahveyi içmeyi denemiş ancak bunu becerememişti. 50 katlı binanın en tepesinde, duman sensörleri ile dolu bir odadaydı. Burada sigara içebilir miydi? Elini kemerine attı. Ezik büzük Winston paketini masaya koydu. Ardından Nakamura'nın hayal kırıklığıyla bezeli gözlerinin belerdiğini fark etti.
"Lütfen Bay Lucas'ın sigarasını yakın. Belli ki daha fazla bilgi istiyor. Pekala. Size büyük saygı duyuyoruz. Kim olduğunuzu ve nereden geldiğinizi iyi araştırdık. Bu işe ilgi duymanız için size vereceğimiz şey para ya da benzeri bir şey değil. Size hükümet içerisinde bir kanal oluşturabiliriz. Şirketimizin imtiyazını sonuna kadar kullanacağınız bir yol... Sadece o herifi bulman yeterli. Canlı ya da ölü. Şirketimizden çaldığı şeyin yanlış ellerde nasıl bir felakete dönüşeceğini size anlatamam... Ayrıca seçkin bir ekibiniz de olacak. Hepsi alanlarında uzman..."
"Ben yalnız çalışırım. Ayrıca hala ilgilenmiyorum." diye çıkıştı. Nakamura'nın lafını kesmek ve onu ikinci kez reddetmek büyük bir saygısızlıktı. Bu durum çevresindeki her bir korumanın dikkatini çekmişti. Ancak doğruydu. Hala ilgilenmiyordu. Ne olayın nedenini, ne de bu işin aslını öğrenmemişti. Bunu sormak istemiyordu. Eğer ki yaşlı adam samimimi ise, bunu ona kendisi söyleyebilirdi.
"Peki. Siz nasıl isterseniz. Yalnız çalıştığınızı biliyoruz. Ancak bir yardımcınız olduğunu düşünmüştük. Kızıl saçlı kız. İsmi Mona mıydı?" dedi. Lucas hızlı bir cevap verdi.
"Yardımcım falan değil. Ayrıca hala umrumda değil. Konunun özüne gelmeyecekseniz, ayrılacağımı söylemek isterim."
Nakamura beklediği bir cevabı almış gibiydi. Gözlerini devirdi. Ardından yanı başında bulunan oğluna baktı. Oğlunun sert bakışları onu caydırsa da kararlılıkla dolu gözlerle konuşmaya başladı.
"Yoshimura Kanto. Şirketimizin yıllar önce giriştiği bir ihale ile ilgili önemli bilgiler barındıran bir belleği çalarak kayıplara karıştı. Şirketimizde uzun yıllar kıdemli mühendis olarak çalıştı. Şimdi ise nerede olduğunu bilmiyoruz. Ancak o diski geri almalıyız. Ne olursa olsun."
Lucas hayal kırıklığına uğramış gibiydi. Oturduğu koltuktan hışımla kalktı. Yaktığı sigarasını yarıda söndürerek masadaki küllüğe bastı. Ardını dönmeden önce son sözlerini söyledi.
"Hırsıza benzer bir halim var mı? Daha uygun birini bulabilirsiniz... Ancak, gerçekten iş bu olsaydı. Şu Kanto denen adam. Korunuyor öyle değil mi? Yüksek güvenlikli bir yerde olmalı. Tanıdığınız, güçlü kişilerce. Belki de şu siktiğimin ülkesindeki size rakip olan başka bir şirkettir bu. Beni savaşa göndermeye kararlı gibisiniz. Ancak tam bilgi dahi vermiyorsunuz. Ben güvenmediğim insanlardan gelen hiç bir işi almam. Gidiyorum."
Arkasını döndüğü gibi kapıya ilerledi. Onu durduran bir söz ya da eylemle karşılaşmadı. Yaydığı havanın tehditkar olduğunun farkındaydı. Tigris olarak ne derece bir üne kavuştuğunun ya da çevresine nasıl bir izlenim verdiğinin farkındaydı. Diğerleri gibi değildi. Şen şakrak, toy bir çocuk olmamıştı hiç. Çocukluğunda bir askerdi. Gençliğinde bir savaşçı. Şimdi ise tek bakışıyla demiri eritebilecek bir ölüm makinesi. Bundan dolayı üzüntü duyacak değildi.
Asansörde kimse ile karşılaşmadı. Şirket genelinde tatil ilan edilmişti. En azından işçiler biraz dinleniyordu. Bu paralı domuzların tek bildiği karınlarını şişirirken emekçilerin sırtından geçinmekti oysa. Bu işi domuzlar biraz daha şişsin diye yapmıyordu. Asansör zemin kata indiğinde çıkış kapısına doğru ilerledi. Ardından döner kapıdan çıkarak bahçeye açılan merdivenleri arşınlamaya başladı. Sonra ise titreşmeye başladı telefonu. Genelde titreşimde tutardı. Hiç bir melodiyi sevememişti. Anastasia arıyordu, başının belası. Telefonu açtığı gibi onun masalsı sesi ile buluştu kulakları. Ne gün ama.
"ALO! Lucas! Lucas! Nakamura'nın teklifini kabul et! Nedenini sorma. 2 saat sonra Akihabara'da buluşalım."
"Çok geç. O domuz için kılımı kıpırdatmam. Ayrıca biz bir takım değiliz. Ne yapacağımı bana söyleyemezsin."
"Sadece kabul et! Detayları sana kafede anlatacağım. Şimdi derse giriyorum. KABUL ET!"
"Beni rahat bı-"
Anastasia aniden telefonu yüzüne kapatmıştı. Lucas içinde bir şüphe yoktu. Bu domuz için kılını kıpırdatmama konusunda aynı şekilde düşünüyordu. Ancak Anastasia farklıydı. Onun dünyaya bakış açısı ile Lucas'ın bakışı arasında en ufak bir fark yoktu. Ne kadar farklı insanlar da olsalar, ona güveniyordu. İşin detaylarını bir şekilde çözmüş olmalıydı. Maillerini mi okuyordu? Belki de telefonunu hacklemişti... Bir şekilde Lucas'ı sürekli takip etmesi canını sıkıyordu. Ne yapacaktı?
"Tigris-san! Size yalvarıyorum! Karım ve ufak oğlum... Onlar için bunu yapmak zorundayım! Siz benim tek umudumsunuz!"
Duyduğu ses Nakamura'dan başkasına ait değildi. Artık bu işin farklı detayları olduğunun bilincindeydi. Konuşmanın devamından ne çıkacağını bilmiyordu. Ancak ona bir şans verip soracaktı. Belki de Anastasia onu aramamış olsa, sırtını dönüp ilerlemeye devam edecekti. Ancak bu sefer durum farklıydı. Burnuna keskin bir koku geliyordu. Nefes nefese kalmış yaşlı adama dönüp tek bir soru sordu.
"Bana bütün detayları anlat. Tek seferde."