Künye
Geliştirilmiş Adı:Nico
Adı: Uzusaki Nikora/Nicholas Colt
Yaş: 24
Cinsiyet: Erkek
Ülke: İspanya
Kişilik: Soğuk ve içine kapanıktır. Kimse ile iletişimde veya etkileşimde bulunmak istemez. Tek başına çalışır ve bütün zorlukların üstesinden tek başına gelmek ister. Konuşmak zorunda olduğunda kısa ve öz konuşur. İnsanlardan ne kadar uzak olursa onun için o kadar iyidir. Kimse ile bağ kurmak istemez. Tam bir görev adamıdır. Görevini her şeyin üstünde tutar. Onur kavramına çokça önem verir. Saygısızlığa katlanamaz. Ona ait olan hiçbir eşyaya başka hiçkimse dokunamaz. Ancak görev uğruna başkalarının yaşamında yer alır. Borç onun için ağır bir sözcüktür. Borcunu her zaman öder. Maddi veya manevi. Öldürmeyi sevmez. Neredeyse karşıdır. Ancak zorunda kalırsa can alır. Bundan asla hoşlanmaz ve kendini kötü hisseder. Eğitime ve gelişime önem verir. Aksatmamak için çaba gösterir. İçten içe öleceği günü bekler. Yaşamını o kadar değerli görmez. Kendisini diğerlerinden farklı kabul etmez. Geliştirilmiş olsa bile kendisini sıradan bir insan olarak algılar. Az da olsa değişik veya üstün yetenekleri olan geliştirilmişleri kıskanır. Yaşamdaki tek zevki hayır kurumlarına yaptığı gizli bağışlardır. Görev sırasında tehlikeli bir bakış açısı benimser. Karşısındakini sadece bir hedef olarak görür. Bu yüzden hedefin çekeceği acılar, ağrılar, ağzından çıkacaklar, kim ve ne olduğu ona göre daha önemsiz olamaz.
Boy: 1.85
Kilo: 80
Görünüm: Kara saçlı, kara kaşlı, kara gözlü ve buğday tenlidir. Saçları uzun ve serbesttir. Göreve çıkarken bağlayıp kuyruk yapar. Sakallı ve bıyıklıdır. Bedeni kaslıdır ve kılları seyrektir.
Geçmiş:
Şu an Nico kod adı ile bilinen soğuk, sert ve içine kapanık kahramanı anlamak için onun dahi terk ettiği geçmişe gitmemiz gerekiyor. Yaşamına Türkiye'de Türk bir ailenin tek çocuğu olarak başlamıştı. Adı çoktan tarihin kirli sayfalarından silindi. Gücünü ancak genç bir yetişkin olduktan ve Türk devletinin yaptığı tespit denemesi sonucu öğrenebilmişti ki, o sırada bile gücünün ne olduğu belli değildi. Sadece süper gücü olduğu gerçeği söz konusuydu. Onun gücünü bulmak adına yapılan bir takım deneyler başta masum gözükse de, işler kısa sürede çığrından çıktı. Gücünün potansiyeli devlet tarafından fark edildiğinde nice umutlar vaadiyle ailesinden ve arkadaşlarından alıkonuldu. O ise devletine en havalı teşkilatın üyesi olarak hizmet edeceğini sanıyordu. Çok geçmeden onun elini kolunu hasta bir deli gibi bağladılar ve deney faresine çevirdiler. O kadar çarpık ve karanlık bir düşünce biçimi uyguluyorlardı ki hızla akli dengesini yitirmeye başladı. Acaba kaç kere bedenini kesip biçtiler? Kaç kere kemiklerini kırdılar, ne kadar uzun bir süre boyunca aç ve susuz bıraktılar? Kaç kere yaktılar? Kaç kere dondurdular? Bilinci açıkken kaç kere iç organları ve kemikleri gözüne sokuldu? Kaç kere hasta edildi ve iyileştirildi? Yalvardı, yakardı, bağırdı, çağırdı, hüngür hüngür ağladı ama nafile. Onu dinlemediler. Onu deşip oyarken sanki o orada değilmiş, yokmuş gibi davrandılar. Kaç kere kendisine, yaşama, kadere küfür etti? Kaç kere lanet okuyup isyan etti? Cehennem asla bitmedi. Zaman ve uzay algısını dahi yitirdi ve en son aklı paramparça oldu. Umursamadılar. Nasıl olsa iyileşecek ve düzelecekti, değil mi? Son kez ölüm kapısına geldiğinde artık bedenini kan revan, delik deşik, yırtık pırtık, içi dışına çıkmış şekilde görebiliyordu. Bedeni soğuk demirde yatarken kendisi saydam ve dalgalı bir şekilde ayaktaydı. Ruhu artık bedeninden çıktı diye düşündü. Ölüm onun tek kurtuluşuydu. Artık kin ve nefret beslediği bedenine baktı ve sırtını döndü. Tıpkı işkencecileri gibi. O an bir eli onun elini sıkıca kavradı. Bedeni hüzün ve korku içinde yaşlı gözlerle ona bakıyordu. Kulakları çınladı.
"Ben yaşamak istiyorum."
Bedeninden gelen bu ses onun iç dünyasını sarstı. Gidemedi. Terk edemedi. Bedeni ile bütünleşti. Bundan sonra yaşananlar ise korku filmini aratmadı. Öylesine bir güçle dolup taştı, öylesine gözü döndü ki, hiç kimse onun elinden kurtulamadı. O saklı tesisten çıkana kadar ardında sadece dehşeti ve umutsuzluğu bıraktı. Özel birimler geldiğinde geç kalmışlardı. O çoktan gitmişti. Geriye sadece yaşayan cesetler kalmıştı. Kimin gücü ne ise oradan kalıcı hasar almıştı. Süper hızı olanların bacakları, süper kuvveti olanların kolları kırılmış ve kasları yırtılmıştı. Süper zekâsı olanların kafatası kırılmış ve beyin kanaması geçirmişlerdi. Süper sesi olanların gırtlakları yarılmış ve ses telleri kopmuştu. Hiç biri bir daha asla süper güçlerini kullanamayacaktı. Ardında böylesine bir eser bırakmış olsa da o gözlerini tekrar açtığında hiçbir şey anımsamıyordu. Beyni son çare olarak hemen hemen her şeyi silmişti. Kim olduğunu, ne olduğunu, nerede olduğunu bilmiyordu. Anıları yoktu artık. Hafızasını yitirmişti. Yarı çıplak durumda altında yattığı kiraz çiçeği ağacından kalktı ve bilmediği topraklarda yol aldı.
Şehre indiğinde herkes ona garipser ve yargılayıcı bakışlar attı. Oranın evsizleri bile onun kadar kötü durumda değildi. Durmadan etrafına ve arkasına bakarak ilerledi ve yaya geçidine vardı. Herkes duruyor diye o da durdu. Karşıdan gelen yaşlı bir amcayı gördü. Yavaş yavaş bastonu ile ona doğru geliyordu. Kulaklarına boğuk bir ses gelmeye başladı. Bir tır amcayı görmeden süratle gelmekteydi. Endişe ve panikle ileri atıldı. Göz açıp kapayıncaya kadar yolun karşında amca ile birlikte duruyordu. Sert bir rüzgâr esti sırtına. Arkasını döndüğünde ise araç daha yeni geçiyordu yoldan. Amcaya baktı. Bir şeyi olmadığını görünce etrafına baka baka ilerlemeye devam etti. Birkaç gün sokakta yatıp kalktı. Taa ki, kapkara bir araba önünde durana kadar. İçinden takım elbiseli adamlar indi. Korkuyordu, geri adım attı. Kendini nasıl savunacağını bile bilmiyordu. İçlerinden biri öne çıktı. Anlamadığı cümleler kuruyordu ona. Ne zaman İngilizce konuştu. O zaman anladı onu. Onlarla gelmesini istiyorlardı. Başta çekindi ancak yaşlı amcadan söz açılınca kabul etti. İsteseler onu zorla alırlardı zaten. Farkındaydı bunun. Bir arsaya geldiler. Geniş, ferah bir arsa. Önce onu banyoya soktular. Ardından temiz geleneksel kıyafetler verdiler. Sonra bir takım kişilerin önüne çıkardılar. Orada neler döndüğü anlatıldı ona. Kurtardığı adam köklü bir klanın önde gelen üyelerindendi. Onun yaşamını kurtardığı için klan ona borçlandı ve borçlarını ödemek istediler. Borcu ödemek adına onu yedirdiler ve içirdiler. Ona kendi dillerini öğrettiler. Ne olduğunu da. Japonca'yı söktükten sonra geliştirilmiş olduğunu öğrendi. Klan sayesinde kendisini nice farklı alanlarda sınadı. Geçen süre boyunca belli başlı özellikleri önplana çıktı. Süper hızı, kuvveti ve dayanıklılığı vardı. Soğuğa ve sıcağa karşı dirençliydi. Bağışıklık sistemi o kadar gelişmişti ki, en azılı salgının bile ona kolay kolay etki edemeyeceğini söyledi doktorlar. Gücünün fiziksellik üzerine olduğuna kanaat getirildi. Ona olan borçlarını ödüyorlardı ama bir şey yapmamak içine sinmedi ve onlara yardımcı olmaya başladı. Bir yandan onlardan okuldaymış gibi eğitim alıyordu. Öte yandan da hizmetlilere yardım ediyordu. Seviliyor değildi. Buradakiler yabancılardan nefret ediyordu. Kapıların ardından kendisi için denilenler onun canını o kadar yakıyordu ki, gözlerinden yaş bile gelmişti sonrasında. Kaderin nasıl bir cilvesidir ki, bu kadar soğuk, sert ve duygusuz olmalarına karşın içlerinden biri ona ilgi besliyordu. Bir kadın. Neden bilmiyordu ama kadının gözünde o, karanlığın en derinlerinde sıcak sıcak yanan bir ateşti ve kadın buna çekiliyordu. Kadını en çok etkileyen kararlılığıydı. Dili öğrenmekte çok zorlanmıştı ama yılmamıştı. Ev işleri aklını çok karıştırmıştı ama durmamıştı. Eğitmenlerinden ne kadar dayak yiyip aşağılansa bile hep ayağı kalkmıştı. Kadın en çok onun basitliğini kıskanıyordu. Onunla konuşurken fark etmişti bunu. Kullandığı dil basitti, ürettiği çözümler basitti, yaşama bakışı basitti ve bunlardan memnundu. Kendisine ne kadar kötü davranılsa da minnet besliyordu onlara. Kadın onu sevdikçe seviyordu. Bu sözlerine ve davranışlarına bile yansıyordu. Güneşli günler de böyle sona erdi zaten. Klan kadının bu ilgisini fark edince çok ters tepki verdiler. Borç ödemek için katlandıkları yabancı onlardan birine sarkıntılık ediyordu. Affedilemezdi bu! Hemen bir suikastçı ayarlandı. Bu gece ölecekti. Yer yatağında uyurken odasına bir suikastçi girdi. Gölgelerle bir biçimde ilerledi. Kimsenin ruhu duymadı. Gölgelerden çıkıp saldırıya hazırlanırken bir mucize oldu. O gece uyurken rüyasında geçmişinden kesitler gördü. Bu yüzden panik geçirerek kalktı. Kalbi sıkışıyordu. Ağrılar içerisinde kendini o kadar sıkıyordu ki, kendisine zarar verecekti neredeyse. Soğuk terler içerisinde ne olduğunu anlamaya çalışırken düşünmeden odanın köşesine çevirdi bakışlarını ve öylece bakmaya devam etti. Saniyeler, dakikalar, belki saatler. Kim bilir? O gün güneş doğana kadar uyanıktı. Suikastçı utançla döndü klan liderlerine. İnanılmaz bir iddiada bulundu üstelik. Onun kendisini gördüğünü öne sürdü. Ne saçmalık! Uzusaki Klanı'nın geliştirilmişleri gölgelerle bütünleşebilen kişilerdi. Rastgele bir geliştirilmiş nasıl onları fark edebilir? Aşık kadın ancak seslerin yükselmesi ile neler olduğunu öğrenebildi. Süratle onun yanına vardı. Gönlü nasıl el verebilirdi ölmesine? Ona her şeyi anlattı. O bunun üzerine gitmek istedi ama kadın izin vermedi. Onun bir umut olduğunu söyledi. Kapıların arkasından birkaç ip çekti kadın. Onu kurtarmaya çalıştı ama beceremedi. Klan liderleri en son onu huzurlarına çağırdılar ve onu suçladılar. O da suikaste dikkat çekerek onların onur ve şeref duygularına seslendi. Bu onlar için bir kışkırtma oldu. Klan bir karar verdi. Sınanacaktı! Eğer geçerse özgür bırakılacaktı. Eğer geçemezse ölecekti. Kabul etti ve hazırlıklara başlandı. Kadın gizli saklı onu görmeye gelip ona tüyolar vererek klanın gücünü öğretti. Sadece bir kere olsa da alıştırma yapabildiler. Kara gün gelip çattığında ise tarihte bir ilk yaşandı. O, klan liderlerinin gözü önünde suikastçılardan kurtuldu, dövüşçülerini yendi, gölgeleri defetti. Gözleri gördüklerine, kulakları duyduklarına inanamadı. Nasıl olurdu? Bir yabancı nasıl onları onların oyununda alt edebilirdi? Bir ara onun kendi süper güçlerini dahi kullandığına ant içebilirlerdi! O kadar iyi gözlemlemiş, uyum sağlamış ve üstesinden gelmişti herkesin. Sınavı geçmişti ancak yine de onu öldürmeye teşebbüs ettiler. O kara bir leke idi artık. Kadın olmasa ölecekti de. Kadın klan tarihinde ilk olarak liderlere karşı çıktı. Yaşam biçimlerine ve insanlara nasıl davrandıklarına karşı çıktı. En son da şunları söyledi.
"Onu öldürürseniz acizliğinizi kanıtlaycaksınız. Kara leke bu olacak, o değil. Özgür bırakırsanız da korktuğunuzu başınıza getirecek ve sizin öğretilerinizi kullanarak sırlarınızı ifşa edecek. Bir orta yol var ve bunun ne olduğunu biliyorsunuz. Eğer haysiyetiniz varsa, uygularsınız."
Klan liderleri öfkeli bir şekilde kadına baktılar. Ardından aralarında konuştular ve kırk yıl geçse asla beklenmeyecek bir karar aldılar.
"Sen ki bizden birini kurtarmış, sen ki elimizin altında yetişmiş, sen ki kendini kanıtlamışsın. Eski liderimizin kızı Kyoshi'nin dahi sevgisini kazanmışsın. Bundan sonra sen Uzusaki Klanı'nın bir ferdisin. Ad olarak ise sana Nikora'yı uygun bulduk. Kendisi klanımızın kurucusuydu. Sen de tıpkı onun gibi karanlığı fethettin. Artık özgürsün!"
İlk adını bu şekilde aldı. Bu mutlu son olarak gözükse de değildi. Takip eden gün özgür iradesi ile klan liderlerinin karşına çıkıp ülkeyi terk edeceğini bildirdi ve her şey için teşekkür etti. Kyoshi bunu duyunca yıkıldı. Nikora'yı ikna etmek istedi ama edemedi.
"Senin aşkın benim yaşamımı kurtardı ve özgürlüğüme giden yolda bana ışık oldu ama beraber olamayacağımızı biliyorsun. Beni kabul etmeleri bir şeyi değiştirmiyor. Benden hâlâ nefret ediyor ve beni istemiyorlar. Kim bilir ne zaman tekrar beni öldürmeye kalkacaklar? Bunu yapmasalar bile ayağımı kaydıracaklar hep. Sen de zarar göreceksin. Benimle de gelemezsin. Seni yurdundan, ailenden ve yaşamından alıkoymak benim hakkım değil. Senin yapman gereken burada kalmak ve gerçek amacını gerçekleştirmek. Uzusaki Klanı'nı kökten değiştirip yeniden tasarlamak."
"Öyleyse senden bir ricam olacak sadece."
Uzusaki Klanı'nda birkaç gün daha toparlanmak ve plan yapmak için kaldı. Bugünlerde Kyoshi ile beraber yattı ve kalktı. İlk ve son kez birbirlerinin oldular. Nikora alnına bir buse kondurdu Kyoshi'nin ve yola çıktı. Önce bir süre Japonya'yı dolaştı. Bu ülkeyi tanıdı. Ardından gemi ile Amerika'ya geçti. Denizde iken her gün okuduğu bir kağıt oldu. Kyoshi'nin gizlice iç cebine koyduğu bir zarf. Buram buram Kyoshi kokan ve onun öpücüğünü barından bir mektup ile fazlasıyla para.
"Seni asla unutmayacağım ve seni her zaman seveceğim. Elveda, ilk aşkım."
Amerika'ya ayak bastığında ise başına geleceklerden bir haberdi. Ne kadar büyük bir nir kayıp yaşayacağından da.
Amerika'daki ilk zamanları acı tatlıydı. Yeni topraklarda, yeni bir halkın içinde, önceden bildiği bir dili kullanarak yaşıyordu. Daha rahattı, daha özgürdü. Geliştirilmişler ve güçleri ile ilgili ne kadar bilgi toparlayabilirse toparlıyordu. Haberleri yakından takip ediyordu. Gerçekten özel güçlere sahip bir geliştirilmiş miydi? Evet, insanüstü fiziksel özellikleri vardı ve gücünü bu sanıyordu ancak Uzusaki Klanı'nın gölge güçlerini ciddi uğraşlar sonucu taklit edebilmişti. Direkt onların gücünü kullanamıyordu ama mantığını uygulayabiliyordu. Öte yandan ise sıklıkla geçmişin kabuslarına maruz kalıyordu. Kendini hep buz gibi bir ortamda ameliyat edilirken görüyordu. Bazen de üzerinden deney yapılırken. Bunlar geçmişinden kesitler miydi? Geçmişinde ne saklıydı? Ne yaşamıştı? Kyoshi'den ayrı düşmenin yalnızlığı da ayrı rahatsız ediyordu onu. Yine dışarıda olduğu bir gün birilerinin onun peşinde olduğunu sezdi. Baktı ki hiç peşinden ayrılmıyorlar, hızla kalabalığa karıştı. Hızlı hızlı yön değiştirdi ve kendini çıkmazda buldu. Kapana kıstırıldı. Ardında dört kişi vardı. Ellerinde de çeşitli silahlar. O an ilk defa Uzusaki Nikora olarak dövüştü. Kendisi bile şaşkındı. Ne kadar hızlı, kuvvetli, çevik, teknik ve sanatsal olduğu konusunda. O kadar kısa sürdü ki, bir an işlerinin bittiğinden emin olamadı. Bir süre daha başlarında bekledikten sonra yola devam etti. Bu elbette daha büyük bir soruna neden oldu. Bu sefer doğa yürüyüşü sırasında etrafı sarıldı. Kaç kişilerdi? On? Yirmi? Önceye nazaran ateşli silahlarla donatmışlardı kendilerini. Nikora bunlarla başa çıkamayacağını biliyordu. Bir silahın patladığını duydu. Kendini kaçınılmaza hazırlarken bir tane daha duydu. Sonra bir tane daha ve bir tane daha. Etrafını saran grup ona ateş etmiyordu. Dışarıdan gelen atışlara karşılık veriyordu. Kısa süre sonra etrafını çevreleyen çete alt edildi. Başka silahlı insanları görünce savunmaya geçse de siyahi, uzun boylu ve ince bir kadın onu rahatlattı.
"Bu ikinci sınıf serserilerin kusuruna bakma. Hadlerini asla bilmezler. Ben Laura, sen?"
Adını söylemek istedi ama susmayı seçti. Dikkat çekmek istemiyordu. Laura, anlayışla karşıladı.
"Benim hatam; serserilerin hedefi olmuş birisine adı sorulmaz. Herhangi birisi de yabancılara adını vermez. Yine de, istersen bizimle gelebilirsin."
Başka bir adam uzaktan seslendi.
"Sen aklını mı kaçırdın? O evcil hayvan mı da eve alacağız? Sokakta her bulduğunu aramıza katma artık!"
"Bunu bana sokaktan alıp aileme kattığım beceriksiz mi söylüyor?"
Laura'nın sinirli bakışları adamın geri çekilmesine neden oldu. Laura elini uzattı
"Misafirimiz olursan sevinirim."
Böylelikle yabancısı olduğu bu ülkede ilk defa misafirperverlik gördü. İlk defa birileri ile birlikte masaya oturup yemek yedi. O kadar mutlu oldu ki, üstü kapalı da olsa kendisini anlattı. Böylelikle kendisinin hafıza kaybı yaşamış birisi olduğu, hayırsever bir Japon aile sayesinde kendi ayaklarının üzerinde durabilen birisi olabildiği öğrenildi. Nereden geldiğini, kim olduğunu, kökeni bilmiyordu. Şu an ki adı çok büyük zorluklarla layık görüldüğü addı. Onlara söylemedi ama biri zaten biliyordu. Yemekten sonra onlara olan borcunu ödemek için ısrarcı olsa da reddedildi. Sadece güzelce yaşamaya devam etmesi ve bu işlerden uzak durmasını söylendi. O yine de yılmadı. Uzaktan onları izledi ve tam gerek duyduklarında orada oldu. Yaşamında ilk defa güçlerini kendi özgür iradesi ile iyilik adına kullandı. Laura'yı ve ailesini kurtardı, düşmanlarını etkisiz hâle getirdi ve hatta düşmanların elebaşlarını bile öldürdü. Uzusaki biçimi dövüş sanatı o kadar işine yaradı ki, Laura'yı korumak için kendini ortaya çıkarmasaydı, kimliği gizli kalacaktı. Son anda Laura'yı güvene aldı ama yüzü gözüktü. Bir çeteyi kendi başına suikasta kurban götüren suikastçı bütün çetelerce tanındı. Daha sonra Laura'dan baya bir azar yedi.
"İnat etmek zorundaydın, değil mi? Tanrı aşkına, siz erkekler hep aynı olmak mı zorundasınız? Bir kıçınızı kırıp oturamıyorsunuz! İllaha benim dediğim olacak demekten vazgeçmiyorsunuz! Şimdi herkes seni bizden biri olarak biliyor! Artık bizimle bu kirli güç oyununda oynaman gerekiyor. Yedi yirmi dört kıçımın dibinde ölüme kafa atmak zorundasın. Beğendin mi yaptığını? Tatmin oldun mu? Hoşuna gitti mi?"
"Evet."
"AAAAAAAAAH!"
Böylelikle, yeni bir ailenin üyesi oldu. Colt ailesinin. Bu durum diğerlerinin hoşuna gitmese de onun ne kadar güçlü olduğunu gördüler ve ne kadar erdemli olduğunu. Bir başkası yapılan iyiliğin karşılığını vermekte bu kadar takıntılı olamaz. Göstermese de Laura memnundu. Taze kan, yeni yüz ve kendisi gibi genç. Etrafında yaşlı görmekten bıkmıştı. Artık özgürce takılabileceği biri vardı. Hele hele bu biri onu dinliyordu. Diğerlerinin aksine!
Hemen çalışmalara başladılar. Onu eğitmeleri gerekiyordu. Evet, dövüşmeyi ve suikastı biliyordu. Geliştirilmiş güçleri de vardı. Yine de, bir eksiği vardı. Ateşli silahlar! Ona ateşli silahları öğretmeye koyuldular. En küçüğünden, en büyüğüne ve en hızlısından, en yavaşına kadar. Mekanizmalar, parçalar, kurşun çeşitleri, nişan alma biçimleri, konum alma ve değiştirme. Başta zorlansa da, belli bir zihinsel duvarı kırdıktan sonra ne kadar hızlı öğrendiğine şaşırmaya başladılar. Sanki bir an da ustalık şelale gibi ona akıyordu. Bu gelişmenin Laura'nın onu eğitirken olması ise nahoş söylentilere yol açtı. Laura onunla iken hiç olmadığı kadar mutlu, canlı ve morali yüksekti sonuçta. O da açıkçası bundan memnundu. Kyoshi'yi unutmamıştı ama Laura sevilmeyecek bir kadın değildi. Laura'ya karşı hoş ve sıcak duygular besliyordu. Onunla yaşamak çok eğlenceli idi. Onunla yemek, onunla içmek, onunla alıştırma yapmak ve onunla gezmek o kadar sevindiriciydi. Bir gün aralarındaki kısa konuşma ile ilişkileri daha da kuvvetlendi. Her zamanki gibi poligonda Laura'yı bekliyordu. Laura geç geldiğinden hemen söze girdi.
"Kusura bakma, Nikora. Geç kaldım."
"Sorun değil, fazla beklemedim zaten."
"..."
"..."
"AAAAAAAAAAH!"
O gün Nikora, Laura'nın adını nasıl bildiğini öğrendi.
"Sen ne kadar ses getirdiğini bilmiyorsun galiba. Uzusaki Klanı kadar köklü bir ailenin içinden geçip de tanınmamayı bekleyemezsin, Uzusaki Nikora. Sen bir ilksin! Sen tarihte bir ilksin! O serseriler sana bu yüzden musallat olmuştur, eminim. Seni öldürmek demek sonsuza kadar güç ile tanınmak demek."
"O zaman niye o kadar karşıydan? Benim sizden biri olmama."
"Hayır, olay karşı olmam değildi. Öncelikle, inatçı ve dik insanları sevmem. İkincisi ise, burası özgürlükler ülkesi ama hoş bir değil, Nikora. Her gün gereksiz ve acımasız ve güç yarışının içinde dört nala koşmak zorundayız. Her gün hayatta kalmak için kıçımızı yırtmak zorundayız. Adam öldürmek de buna dahil. Bu çok kötü bir yaşam ama başka seçeneğimiz yok. Senin böylesine kirli bir oyunun parçası olmanı istemiyordum. Açıkçası seni düzenli olarak ziyaret edip senle takılma niyetindeydim. Neyse, olanla oldu. Artık bizdensin."
"Laura, sana söz veriyorum. Seni asla hayâl kırıklığına uğratmayacağım."
"B-bu da nereden çıktı b-böyle?"
"Seni beni kurtardığına pişman etmeyeceğim! Her zaman senin yanında olacağım!"
"T-t-tamam, anladım! Kes şunu!"
Laura bundan sonra Nikora'ya karşı bambaşka duygular beslemeye başladı. Onu bambaşka bir ışıkta görmeye başladı. İlk defa Colt ailesi ile göreve çıkacağı zaman ikinci adına karar verdi.
"Teçhizatlar hazır mı?"
"Evet, Jeffrey amca, hepsi burada."
"Güzel! Laura, harita sende mi?"
"İşte, en güncel hâli bu."
"Çok iyi! Peki ya sen? Hazır hissediyor musun?"
"Kesinlikle, efendim!"
"Lütfen bana öyle seslenme. Biz bir aileyiz, askeriye değil."
Jeffrey amca bir süre cümlesini bitiremedi ve sonunda herkesin iç sesine tercüman oldu.
"Tanrı aşkına, senin adın ne evlat? Tamam, paylaşmak istemedin ve buna saygı duyduk ama artık ailemizsin ve birbirimize güvenmek zorundayız. Ben yaşamımı senin ellerine bırakacağım ama adını bile bilmiyorum!"
Nikora bunu önceden düşünmüştü. Laura ile sözlük karıştırıp karar bile vermiştiler çoktan.
"Nicholas, Jeffrey amca. Bana Nicholas diyebilirsiniz."
"Nicholas Colt, eh? Kulağa havalı geliyor. Aferin evlat, bu işi biliyorsun! Hahahah!"
İlk görevleri başarıyla sonuçlandı. Tıpkı diğerleri gibi. Nicholas Colt sayesinde zaferden zafere koştular. Beklenmedik bir zafer serisi yakaladılar. Ölümler azaldı, gelirler arttı. Nicholas'ın onlardan öğrencekleri vardı hâlâ fakat Tanrı tanıklık etsin ki işini gerçekten çok iyi yapıyordu. Colt ailesinin parlayan yıldızıydı. Diğer aileler müthiş kıskanmaya başlıyordu. Yepyeni bir üye! Genç, başarılı, gelecek vaadeden ve karizmatik! Aileler arası yapılan bir partide Nicholas'a sarkanlar çok oldu. Tabii, hepsi Laura'nın alev saçan bakışları ile kaçınmaya başladılar.
Laura çareyi Nicholas'ın koluna girmekte buldu. Bu sefer de aileleri onları rahat bırakmadı.
"Laura, sonunda cesaretini toplamışsın kızım! Aferin sana!"
"Hayır, öyle değil."
"Sizi kutluyor ve destekliyorum!"
"Hayır, aramızda öyle bir şey yok."
"Sizi hep yakıştırmıştım. Nicholas, oğlum, kızımıza iyi bak, oldu mu? Biraz kabadır ama kadınsı tarafları da var. Özellikle..."
"CATTY TEYZE GİDER MİSİN LÜTFEN?!"
Aile onları rahat bırakınca Nicholas kırgınlıkla lafa girdi.
"Benimle olmaktan bu kadar rahatsız olduğunu bilmiyordum. Özür dilerim."
"Nikora, bunun senle bir ilgisi yok. Lütfen böyle konuşma. Diğer aileler seni kendi tarafına çekmek için kızlarını kullanıyorlar. Seni korumak için yanındayım. Hem benden daha iyisini rahatlıkla bulabilirsin."
"Neden öyle düşünüyorsun ki? Sen burada tanıdığım en güzel, en etkileyici ve yanında olmaktan mutlu olduğum kadınsın. Seninle tanıştığım için minnettarım."
Laura partiyi yüzü kıpkırmızı geçirdi ve asla Nicholas'tan ayrı gözükmedi. O partiden sonra ikisi beraberken tatlı bir gariplik hakim oluyordu. Aile bunun farkındaydı. Kör sağır bile onların birbirlerini sevdiklerinin farkındaydı. En son aileden biri dayanamadı ve Nicholas yemek yerken yanına gitti.
"Nicholas abi?"
"Merhaba, sen şey olmalısın. Aaah..."
"Alexandra, Laura'nın kuzeniyim."
"Ah, evet! Senin için ne yapabilirim?"
"Laura ablaya çıkma teklifi edebilirsin."
"ÖHÖ! ÖHÖ ÖHÖ!"
Nicholas bir an boğulacağını sandı. Alexandra ise devam etti.
"İsa Mesih adına, artık ablamla birlikte ol! Çocuk gibisiniz adeta. Git ve onun duygularına karşılık ver."
Nicholas, küçük kızın bu sözlerinden sonra kendine gelmekte zorlandı. Evet, Laura'yı seviyordu ama şimdi hiç olmadığı kadar farkındaydı ve bu medeni cesaretini kırıyordu. Birkaç dakika sonra Laura'nın utanç dolu haykırışı ile Alexandra'nın gülüşü duyulunca aynı kaderi onun da yaşadığını anladı. Nicholas cesaret toplamak için dışarı çıktı. Gezerken bir baloncu gördü. Başına keskin bir ağrı saplandı. Bir an görüşü değişti. Her şey daha büyüktü ve her şeye aşağıdan bakıyordu. Biri ona bir balon veriyordu. Çok mutlu oluyordu. Ayakta dikildiği yerde kendine geldiğinde gözyaşları dökülüyordu. Ağzından kısık sesle bir sözcük çıktı.
"Anne?"
Bir kez daha baktı baloncuya. Transa girmiş gibi yaklaştı ona ve balonlarını inceledi. Bir balon ilgisini çekti. Yılana benziyordu. Tıpkı Laura'nın dövmesi gibi. O balonu aldı ve eve döndü. Onu elinde balonla görenler gülmeden ve gülümsemeden duramadı. Merdivenlerden yukarı çıktı ve Laura'nın kapısına vardı. Herkesin kulağı ve gözleri onun üstündeydi. Laura kapıyı açtı. Nikora'yı gördüğü gibi tutup içeri çekti ve kapıyı çarptı. Gündüz olduğunda ve kahvaltı zamanı geldiğinde Alexandra'ya Laura'yı kaldırması söylendi. Alexandra, Laura'nın kapısına vardı. Kapıyı çalacaktı ki, kapının her zamankinin aksine kilitli olmadığını anladı. Yavaşça kapıyı açtı ve içeriye göz attı. Laura, Nicholas'ı koynuna almış, uyumaktaydı. Kıyafetleri üzerlerinde sarmaş dolaş uyumakta olan ikiliye baktı ve gözlerini devirerek uzaklaştı.
"Çocuklar..."
O günün sabahı ile Nicholas ve Laura yeni bir yaşama adım attılar. Kısa sürmesi ne üzücü oldu. Birkaç randevu ve görevden sonra kaçınılmaz son geldi çattı. Nicholas sayesinde ani bir yükselişe geçen Colt ailesi en azılı ve tehlikeli ailelerin dikkatini çekti. Bu aileler otoritelerini sarsma potansiyeli gösteren Colt ailesine hadlerini bildirmeye karar verdi. Bu kararla her şey şarampolden aşağı yuvarlandı. Colt ailesi önce birer müttefiklerini kaybetti. Sonra iş yaptıkları ortaklarını. En son ise bir gece ansızın Colt ailesinin evinden alevler yükseldi. Planlı bir saldırı ile arsaları aleve verildi ve aile birçok üyesini kaybetti. Bunlar arasında Laura da vardı. Nicholas'ı korumak için yaşamını hiçe saydı. Nicholas ise yeterince hızlı değildi. Yetince güçlü de olamadı. Onu koruyamadı. Ağır yaralandı ve özel bir hastaneye kaldırıldı. Taburcu edildiğinde ise ailesinden geriye kalanların yanına döndü. Gördüğü manzara karşısısında yıkıldı. Yaşam dolu ev ölümün karası ve külleri ile doluydu. Mezarlar almış başını gitmişti. Cephanelik talan edilmişti. Gece gündüz fark etmeksizin tadilata yardım etti. Evin ve arsanın iyileştirilmesi için Kyoshi'den kalan bütün parayı bitirdi. Ne zaman Nicholas'ı arasalar Laura'nın mezarının başında sessizce gözyaşı dökerken buldular. Ev ve varsa eski hâline döndü. Yeni müttefikler ve iş ortakları bulundu. Başka ülkelerdeki aile üyeleri geri dönüp eskilerin yerini aldı. Nicholas ise ortadan kayboldu. Ondan geriye sadece bir teşekkür mektubu kaldı.
"Beni aranıza alıp ailenize kattığınız için teşekkür ederim. Size daha fazla zarar gelsin istemiyorum. Bu olanların tek suçlusu benim. Benim çektiğim dikkat yüzünden bunlar oldu. Laura haklıydı. Bu işlere karışmamam gerekirdi. Sizleri seviyorum. Sağlıcakla kalın."
Nicholas son parası ile ülkeyi terk etti. Amerika'yı ve Colt ailesi'ni ardında bıraktı. Bir kez daha okyanusa açıldı. Kendini Avrupa denen bir yerde buldu. Ruhu ve aklı karanlığa teslim, avare gibi oradan oraya sürükledi lanetler okuduğu bedenini. Ne anlamı vardı bu geliştirilmiş bedenin? Ne anlamı vardı bu güçlerin? Ne anlamı vardı aldığı eğitimlerin? Kyoshi'yi ile beraber kalamadı. Laura'yı toprağa verdi. Acı, ağrı, sancı ve keder onu ele geçirdi. Yine geçmişine dair kâbuslar ona musallat oldu. Beş parasız amaçsızca dolandı etrafta. Nerede yatıp kalktığı bile belli değildi. En son buna bir son vermekte karar kıldı. Yüksek bir noktadan aşağıya baktı. Okyanusa baktı. Yolcuğunun başlangıcı. Yolculuğunun sonu. Sonsuza dek kayıp. Sonsuza dek yok olacaktı. Asla var olmamış biçimde. Kendisini ölüme atarken sadece ılık gözyaşları döktü. Ne kadar zavallıca idi ki, bunu bile beceremedi. Kendini öldürmekten bile aciz olacaktı ki, gözlerini açtı ve kendini tanımadığı bir odada buldu. Gözlerinden bir kez daha yaşlar süzüldü.
"Ben neden hâlâ yaşıyorum?"
"Düşündüğünüzden ve inandığınızdan daha dayanıklısınız, o yüzden."
"Ne?"
"Sizi bulduğumuzda çoktan ölmüş olmanız gerekiyordu ancak bilinciniz kapalı ve bedeniniz ölümcül bir zarar almış olmasına karşın yaşıyordunuz. Sizi hayata döndürmek kolay oldu. Şükürler olsun."
"Neden ölmeme izin vermediniz? Ben yaşamak istemiyordum."
"Yaşıyorsun çünkü sana ihtiyaç var, Uzusaki Nikora! Nicholas Colt mu dememi istersin yoksa?"
Kafasını sesin geldiği yere çevirdi. Yetişkin bir adam cafcaflı bir üniforma giymişti. Suratı öfke ve sinirle büzüştü.
"Hafızam olmasa bile sana bakarken iğreniyor ve tiksiniyorum. Öfkem ve sinirim haykıyor beynimde. Demek ki, ciğeri beş para etmez aşağılık bir yalancısın. Ben yalandan nefret ederim."
"Bana istediğini diyebilirsin ama dünya senin etrafında dönmüyor. Senin yaşamın, senin güçlerin senden çok daha fazlasına bağlı. Çok daha büyük bir resimde yer alıyorsun. Çok daha büyük bir yapbozun parçasısın. Sana ve yapabildiklerine ihtiyaç varken ölemezsin."
"Ne kadar bencil, ne kadar kendini beğenmiş!"
"Onu sana demeli!"
"Benim hakkımda ne biliyorsun ki!?"
"Karımı, kızımı ve en yakın arkadaşımın cesetlerini kendi ellerimle yıkadım! Tabuta ben koydum! Cenazelerini ben taşıdım, toprağa ben gömdüm! Yine de senin gibi intihar edecek kadar kendini beğenmiş ve bencil olmadım! Bir kadınla beraber olamadın ve diğeri seni korurken öldü! Büyük bir acı ve seni en iyi anlayabilecek kişi benim zaten! Şimdi ayağı kalk ve onları onurlandır! Sevdiğin kadın sen intihar et diye mi öldü? Ona böyle ağır bir küfrü nasıl edersin? Sana sahip çıkan kadın sen intihar et diye mi sana sahip çıktı? Bu ona yapabileceğin en büyük saygısızlık! Onları onurlandırmak senin sorumluluğun! Dünyanın senin gibileri hiç olmadığı kadar ihtiyacı var! Dünya sikinde değilse, en azından onlar için yaşa! Azcık adam ol lan!"
Adamın bu konuşmasında sonra aralarında büyük bir kavga çıktı. Bağıra çağıra birbirlerini tekme tokat dövdüler. Dakikalarca, saatlerce devam ettiler. Sabahtan akşama kadar bitmedi kavgaları. Akşam oldu, gece oldu, hâlâ daha devam ediyorlardı. Görenler, duyanlar ve izleyenler hem şaşkınlık, hem korku, hem endişe hem de hayretler içerisindeydiler. Rastgele genç bir geliştirilmiş Avrupa'da görevli olan en güçlü geliştirilmiş komutanlarından biri ile bu kadar uzun süre boyunca kavga edebiliyordu. Bir sonraki sabah güneş yeniden onları selamladığında bitebildi kavgaları. İkisi de yerde nefes nefese yatıyordu. Önce komutan yavaşça doğruldu olduğu yerde. Ardından Nicholas inleyerek.
"Hehehe-Ahh aha ıhhh! Görünüşe bakılırsa bu yaşlı kemiklerde hâlâ daha iş var, eh?"
"Sen... benimle...dalga mı...geçiyorsun?"
"Hey, kabul etmek istemesem de yaşam beni paçavra gibi sürüklüyor çöplüğe."
Nicholas nefesini topluyor ve daha da doğruluyor.
"Sen bir canavar olmalısın!"
"Ayıp oluyor ama! Canavar falan!"
"Senin kafanda ve sırtında ahşaptan demire ve çeliğe kadar her şeyi kırdım. Şuraya bak! Buradaki her şeyi senin üstünde kırdım ama bir damla kan bile dökmedin!"
"Niye şaşırdığını anlamıyorum, evlat. Ben de senin gibi bir geliştirilmişim. Bunu anlamayacağın kadar beyin sarsıntısı yaşatmadım sana."
"Ya, ne demezsin! Sen onu kan revan bedenime anlat. Suratım darmadağın ve sanırsam kaburgalarım kırık."
"Hahahaha!"
"Kalçam da yerinden çıkmış olabilir. Oynuyor hep."
"Hahahahaaa!"
"Gülme!"
"Dert ettiğin şeye bak!"
Komutan kalkıp Nicholas'a destek oluyor. Onu doğrulttuktan sonra başlıyor işleme. Parmakları etini delip kalça kemiğine ulaşıyor. Tek seferde kuvvetle çekip yerine oturtuyor. Ardından arkasına geçip kolunu tutup sırtına ayağını koyuyor. Kolunu bir iki çevirip yoklama yapıyor. Ardından tek seferde kuvvetle çekip yerine oturtuyor. Önemli noktalar oturduktan sonra bütün uzuvlarını kütürtetmeye başlıyor. Nicholas gerginlikten nefes nefese kalıyor ama ne kadar iyi geldiğine hayret ediyor.
"Tam olarak ne yaptın bilmiyorum ama kendimi hiç bu kadar iyi hissetmemiştim. İnanmakta güçlük çekiyorum."
"Geliştirilmiş olmak her şey demek değildir. Biraz kafan da çalışacak. Biyoloji, anatomi, kaslar ve kemikler. Eklem noktaları ve kıkırdaklar. Bileceksin!"
"Kesinlikle öğrenmek istiyorum. Emin ol!"
"Hahahahah! İşte böyle! Az istekli ol! Şimdi, yemek vakti! Gel, kahvaltı yapalım!"
"Evet, midemin gurultusunu yeni duyuyorum. Ne var?"
"Tanrı ne verdiyse o ama seveceğinr dair inancım var."
Nicholas, komutan ile birlikte yemeğe gidiyor. Aralarında uzun bir konuşma geçiyor. Havadan sudan başlayan, yaşamın anlamına doğru giden ve geleceğe dair fikirlerle sonlanan. Nicholas intihar isteğinin, vazgeçişinin ve isyanının ortadan kaybolduğunu fark ediyor. Neden komutanın onunla kavga ettiğini de. İç dünyasında dengeyi sağladıktan sonra komutanın dediklerini anlamaya başlıyor. Savunduğu görüşü ve neden savunduğunu anlıyor. Yine de bu işlerde dalı olsun istemiyor.
"Ben kahraman değilim. Olamam. Yaşamım zarardan başka bir şey getirmiyorken, kimseyi koruyamıyorken, lanetten farksız bu güç ve ben uygun değiliz."
"O zaman olma. Kahraman olma. Komutam altındaki bir asker ol. Özel bir asker. Kendini anlaşmalı bir silah olarak gör. Eğer bu kadar karşı isen seninle bir iş antlaşması yapmış olalım. Benim sana atadığım görevlere çıktığın sürece para cebinden eksik olmayacak. Sana her türlü olanağın sağlandığından emin olacağım. Bütün gereksinimlerin karşılanacak. Lükse girmek istersen de, kazandıklarınla halledersin rahatlıkla. Ne diyorsun?"
Komutan telefonunu çıkarıp ona bir antlaşma örneği gösteriyor. Nicholas maddeleri inceliyor. Diğer birçok iş antlaşmasından farksız. Aynı şeyler hep. Tek göze takılan fark para. Gerçekten çok para. Nicholas bu kadar büyük bir sayı görünce aklıma ilk gelen kendisine yapılan yardımları geri ödemek oluyor. Kiyoshi ve Laura ona kimsenin yardımcı olamayacağı kadar yardımcı oldular. Artık sıra onda. Borcunu ödeme olanağını geri tepmeyecek. Onlara yardım edemez belki ama onlardan ilham alıp diğerlerine yardım edebilir. Nicholas teklifi kabul ediyor ve komutan ile el sıkışıyor.
"Hahahah! Beni ne kadar mutlu ettin bilemezsin, evlat! İnan bana, insanlığa ve dünyaya o kadar yararın dokunacak ki..."
Komutan, Nicholas'ı da alıp merkeze dönüyor. Gerekli evrak işlerini gerçekleştiriyorlar.
"Ben sana evlat demeyi seviyorum ama buraya hizmet edeceğin için sana özgü bir kimlik çıkarmamız gerekecek. Nicholas mı yoksa Nikora mı olsun?"
"Nico olsun. Geçmişimi bir kez kaybettim. Bir daha asla kaybetmeyeceğim. Geçmişten güç alıp geleceğe yöneleceğim. Bu yüzden, yeni bir adım olmalı diye düşünüyorum."
"Hoşuma gitti. Bu düşünce biçimini sevdim. Yeni bir ad ama diğer adlarını terk etmeyen bir ad."
Her şey bittikten sonra komutan onunla tokalaşmak için elini uzatıyor.
"Aramıza hoşgeldin, Nico. İspanya Madrid'e hoşgeldin."
Güç
Güç Adı:
Kişioğlunun Sonsuz Evrim Potansiyeli
Açıklama:
Nico, ait olduğu türün zaten sahip olduğu bir gücün çok daha üstün bir yorumuna sahip. Kendisini diğer herkesten daha hızlı geliştirebilmekte. Daha hızlı kavrayabilmekte ve öğrenmekte.
Gözlemle, uyum sağla, evrimleş ve üstesinden gel. Sonra tekrar et. Sürekli olarak. Asla dur durak bilmeden.Nico güncel tarihe kadar bu sayede birçok özellik elde etmiş ve çeşitli kabiliyetler edinmiştir.
İnsanüstü Kuvvet: Sıradan bir insanın asla ulaşamayacağı bir kuvvete sahiptir ancak özel gücü kuvvet ile ilgili birisinden daha kuvvetli değildir.
İnsanüstü Hız: Sıradan bir insanın asla ulaşamayacağı bir hareket ve saldırı hızına sahiptir ancak özel gücü hız ile birisinden daha hızlı değildir.
İnsanüstü Dayanıklılık: Sıradan bir insanın asla ulaşamayacağı bir dayanıklılığa sahiptir ancak özel gücü dayanıklılık ile ilgili birisinden daha dayanıklı değildir.
İnsanüstü Zekâ: Beyni sıradan bir insanın asla ulaşamayacağı düzeyde hızlı ve verimli çalışır. Bu sayede çözüm üretmekte ve uygulamakta daha iyi olduğu gibi, tepki vermekte de daha hızlıdır ancak özel gücü zekâ ile ilgili birisinden daha zeki değildir.
İnsanüstü Sağlık: Kendisi sıradan bir insanın asla ulaşamayacağı bir bağışıklık sistemine sahiptir. Ancak özel gücü hastalıkla ilgili olan birisi onu hasta edebilir.
İnsanüstü Yenilenme: Sıradan bir insanın asla ulaşamayacağı bir iyileşme hızına sahiptir. Yaralar ne kadar derin ve fazla olursa olsun süratle kapanır. Kaybedilen kanın yeri hemen doldurulur. İç organları ne tür zarar görürse görsün kendilerini yenileyebilir. Yırtılan kaslar onarılır. Kırılan kemikler yeniden bir araya gelir. Çıkanlar ise yeniden yerine oturur. Ancak yenilenmeyi kısıtlayan ve engelleyen bir özel güç ona etki edebilir.
İnsanüstü Direnç: Sıradan bir insanın asla ulaşamayacağı bir dirence sahiptir. Dondurucu soğuk ve kavurucu sıcak ona işlemez. Zehir ona sökmez. Elektrik onu durduramaz. Işık onu kör etmez. Karanlık gözlerine perde indiremez. Akli dengesi katiyen yerinden oynamaz. Ancak direnç kıran bir özel güç ona etki edebilir.
İnsanüstü Dikkat: Sıradan bir insanın asla ulaşamayacağı bir dikkate sahiptir. Dikkati dağılmaz ve aynı anda birden fazla yere verebilir. Ancak özel bir güç ona dikkatini elinden alabilir.
İnsanüstü Sezgi: Sıradan bir insanın asla ulaşamayacağı bir sezgiye sahiptir. Herhangi bir kişinin dürüstlüğünü ve niyetini sezebilir. Hedef ve amaç okuması yapabilir. Tehlikeyi önceden sezebilir. Bu kendisine yapılacak bir saldırı olabilir veya gerçekleşecek doğal bir afet. Etrafta saklanan bir varlık varsa, saklandığı gerçeğini sezebilir. Birinin onu izlediğini veya takip edildiğini sezebilir. Kendi içinde duru ve net olduğundan hayvanlar onda bir zayıflık ve güvensizlik sezemez. O ise hayvanların da niyetlerini sezebilir ve nasıl davranılması gerektiğini anlayabilir.
Uzusaki Dövüş Sanatı: Suikastçının Yumruğu: Uzusaki Klan'ının ana dövüş biçimidir. Varlığı gizlemekle ve tek seferde öldürmekle ilgilidir. " Tek vuruş, kesin ölüm." ilkesine göre hareket edilir. Eğer söz konusu suikast değil, bire bir meydan okuma ise niyeti saklamayı ve görünmeyen ve beklenmeyen saldırıları öğretir. Güpegündüz Suikast denir buna. Düşman veya rakip ile karşı karşıya olunsa bile onun algısı dışından saldırmaya çabalanır. Bu dikkati başka yere çekerek olabilir, aldatarak olabilir veya ani saldırılarla olabilir. En çok kullanılan yöntem duyuları ve algıları zayıflatacak hareketlerde bulunmaktır.
Ateşli Silah Ustalığı: Nico birçok ateşli silahın adını, parçalarını, mermilerini ve nasıl kullanılacağını bilir. Bu silahları beceri ile kullanır ve isabet oranı yüksektir.
Sınırlamalar ve Zayıflıklar:
Her ne kadar evrim kavramına süper güç düzeyinde sahip olmak onu üstün kılsa da Nico gücü üzerinde kontrol sahibi değildir. Evrim bir zorunluluktur. Evrim bir gerekliliktir. Bir içgüdür. Doğanın bir parçasıdır. Yavaş yavaş emin adımlarla gerçekleşir ve gerektiğinde gerçekleşir. Elbette Nico geçmişte bu gücü sayesinde süratle evrimleşebildi ama bunun onun iradesinden çok dış etmenlerle ve ölüm kalım meselesi ile ilgisi vardı. Kendi özgür iradesi ile bir yere kadar gelişebilir. Evrim geçirmesi ise tamamen çevresinde gelişen ve onu etkileyen olaylara ve durumlara bağlıdır.
İlişkili Ekipman ve Malzemeler:
Ait olduğu organizasyon ona ne sağlayabilirse o.
Diğer Notlar: