Aylardır beklediğim gün sonunda gelip çatmıştı. O gün barı tamamen Hazel’a bırakmış ve sabahın erken saatlerinde çıkmıştım. Bu barı açtığımdan beri aklımdaydı, Martinez’in yanık motorunu bir dekor olarak içeriye koymak istiyordum. Onun bende çok önemli ve değerli bir yanı vardı, onu bu şekilde yaşatıyor olabileceğim düşüncesi beni heyecanlandırıyordu. Bu yüzden, biraz daha temizlenmesi için ustaların eline bırakmıştım. Ustalar gerçekten işinin ehli adamlardı, motorun yanık halini koruyarak temizlik yapmışlar, birkaç parçasını hafifçe temizledikten sonra yerine takmışlardı. Aslında bana gelen ilk teklif, motoru tamamen baştan revize edebilecekleri yönündeydi ancak bunu istemiyordum. En son nasıl kalmışsa, o halinde kalmasını istiyordum, yine de biraz temizlenmesi gerekiyordu. Motorun son halini karşımda görmek, anılarımı birer birer canlandırıyordu. Beraber çıktığımız gece gezintileri, elimizde birayla ettiğimiz sohbetler, motorlarımızla çıktığımız her bir iş. Hepsi bir sinemada film izliyormuşum gibi gözümün önünden geçip giderken, ustanın sesiyle kendime geldim.
“Elimizden geleni yaptık V. İstediğin şekilde ancak bu kadar oldu, biliyorsun istediğin zaman baştan revize edebiliriz. Yine de dediğin gibi yaptık.”
Bakışlarımı motordan çekip ustaya götürdüm. Samimi bir şekilde gülümsedikten sonra parasını uzattım. “Sıkıntı yok. Bu şekilde olması gerekiyor.” Dedim. Usta parayı aldıktan sonra uzaklaştı, ona ait olmayan derin bir iç çekmeyi duyduğumda kimin geldiğini anında anladım. “Martinez iyi çocuktu V, yazık oldu.” Usta William’ın sesini duymak, beni yine geçmişe götürüyordu. William, o zamanlarda motorlarımızı yapan kişiydi. Tamir için ona gelirdik, para almadığı zamanlar da olmuştu ancak biz yine de ona masraftan çok daha fazlasını öderdik. Onu gördüğümde sarıldım, o da bana sarıldı. Birbirimizden uzaklaştık, nedense üzerine söyleyecek çok fazla bir şeyim yoktu. “Şu Devils. Çok fazla güç kazanmış diyorlar. Ne yapacaksın bu konuda?” Bu konulara girmek, suratımın nötrleşmesine sebebiyet veriyordu. Ne yapacağım belliydi, Devils’i ortadan kaldıracaktım. Ancak stratejik ilerlemek zorundaydım, bir anda onlara baskın atamazdım. Özellikle David denen yavşağı görünce neler yapabileceğimin garantisi yoktu.
“Büyüyeceğim. Bir süre kendi kabuğumda kalacağım, daha da büyüdükten sonra Devils’in fişini çekeceğim.” Dedim. Sinirlenmek üzere olduğumu hissediyordum, derin nefesler alarak kendimi sakin tuttum. William, istemsizce yumruk yaptığım elimi tuttuğunda yumruğumu saldım. “Unuttun mu V? Bizim kanımız ortaktır.” Bizim kanımız ortaktır. King’s Palace’ın sözüydü. Hepimiz, bir işe çıkmadan önce bir ağızdan “Bizim kanımız ortaktır.” Diye bağırırdık. William’ın bir anda bu sözü söylemesinin sebebini biliyordum. King’s Palace üyelerinin her birinin bir yerlerden beni izlediğini ve bu sözü haykırdığını hatırlatıyordu. “Bizim kanımız ortaktır.” Diye mırıldandım hafifçe. William’ın yüzü çatıldı tabi, koluma bir tokat attıktan sonra “Bağırsana lan.” Diye söylendi. O an için, sanki gerçekten o anı yaşıyormuşum gib hissettim. “BİZİM KANIMIZ ORTAKTIR.” Diye bağırdım sağ yumruğumu havaya kaldırıp. Ancak bir anda kendimi tutamadığım için, etrafın hafif bir şekilde sallanmasına sebebiyet verdim. “Senin amına koyayım, bağırma tamam.” Dedi William gülerek. Ben de onun tepkisine karşı güldüm, bir anda etrafı sallayacağımı tahmin etmemiştim.
“Neyse, nasıl götüreceksin bu motoru?” diye sordu. Nasıl götüreceğim konusunu biliyordum, iki elimle motoru kaldırdıktan sonra rahat bir şekilde yürümeye başladım. “Benim bar yakında, böyle götürürüm.” Dedim. Tabi değişik bir tepkiyle karşılaştım, William ben giderken arkamdan “Amına koyduğumun ayısı.” Diyerek söylendi. Sadece gülümseyerek karşılık verdim ve ilerlemeye başladım. Onun ağzının bozuk olduğunu biliyordum, bu yüzden ciddiye almıyordum onu. Hep böyle birisi olmuştu, onu sokakların yetiştirdiğini söylüyordu. Belki de gerçekten bu yüzden ağzı bozuktu, önüne gelen her şeye küfür edebilecek potansiyeldeydi. Biz de onu böyle sevmiştik zaten. Martinez’le taklidini bile yapardık sürekli.
Bara geldiğimde, tam da barın köşesinde, herkesin görebileceği bir yer ayarlamıştım motor için. Onu kaldırıp oraya koymak zor değildi, ancak ona bakakalmak beklemediğim bir şeydi. Bu barı Martinez’le birlikte açmak isterdim, tek başıma değil. Belki de beraber motorlarımızı buraya dekor olarak koyabilirdik. Barın arkasında kocaman duran Martinez’in portresine baktım, portre tam olarak motoru görebilecek şekilde konumlanmıştı. Belki de gülümseyerek dakikalarca motoru izlemeye dalmıştım. Her bir anı tekrardan yaşıyor gibi hissediyordum. Martinez’in son yolculuğunda ellerimin kelepçeli olmasını hatırlıyorum. Tabutun başında, ellerim kelepçeli ve bir sürü polisle birlikte duruyorken onun hakkında aklıma gelebilecek her şeyi söyleyip, onu onurlandırmaya çalışırken kimseye zarar vermemek için sakin durmaya çalışıyordum. O gün, taşıdığım lanete binlerce kez öfke hissetmiştim belki de. Gönlümden geçtiği gibi ağlayamamış, üzülememiş, herhangi bir duygumu dışa aktaramamıştım. Tek duam, Martinez’in içimden geçen her şeyi duyuyor ve görüyor olmasıydı. Dostumun onları yaşıyor olmasını istedim.
Elime haç takılı olan, Yoru’dan kalmış tesbihimi aldım. İki elimi önümde birleştirdikten sonra, diz çöktüm motorun önünde. Gözlerimi kapayıp ellerimi yüzüme yaklaştırdım. “Martinez. Beni işit. İçimde yaşadığım onca sessiz savaşa tanık ol. Seni canımdan çok sevdim kardeşim, bunu gösteremedim, sen öldüğünde içimde fırtınalar koptu ve yine gösteremedim. Beni affet, içimde yaşadığım her bir duyguya tanık ol. Seni hep çok sevdiğimi bil, huzurla yat.” Dualarım bittiğinde, yerimden kalkıp tesbihimi cebime sıkıştırdım. Birkaç bardak yıkayıp temizleyerek kafamı dağıtmayı planlıyordum. Şimdilik iyi gelebilecek tek şey buydu belki de. Bir de, bunun akşamı vardı. Devils’in kargosuna yapacağım saldırı…
İşler ve Diğer İşler
Wild Panda'da çalışmaya başlayalı beri zaman çok daha hızlı akmaya başlamıştı. Kaç hafta olduğundan emin değildi ama burayı eski yaşadığı hapishaneye kıyasla çok daha fazla sevmişti. Hayatı beklediği kadar renkli ve adrenalin dolu değildi ancak bir şekilde idare ediyordu. Patronu garip bir adamdı. Sessizdi ve sadece kendi işiyle meşgul gibi duruyordu. Ona da iyi davranıyordu ancak sakladığı bir şeyler var gibiydi. Hala o cüssedeki birinin yalnızca butik bar sahibi bir adam olduğuna inanmıyordu. Üstelik ara ara gözlerine içten yaralı ve hüzünlü bir bakış çöküyordu ama Hazel bunu ne zaman yakalayacak olsa yine o eski durgun haline dönüyordu. Hazel onun aklından neler geçtiğini çok merak ediyordu. O kadar ki bu düşünce artık bir takıntı halini almıştı. Geceleri bunu düşünerek uykularını kaçırıyor, rüyalarında da bu merakla savaşıyordu. Birkaç kere ona sormak için hamle yapmıştı ancak bütün çabaları beyhude bir girişimden ibaret kalmıştı. Aslında onun düşüncelerine tek bir bakışını yakalayarak erişebilir ve tüm merakını tatmin edebilirdi. Bu güce sahipti. Sadece birkaç saniyesini alırdı. Elini uzatsa yakalayabileceği bir şeydi. Ama bu çok sıkıcı olurdu. Kendine bir söz vermişti, bunu artık etrafındaki insanlara zorda kalmadıkça yapmayacaktı. Ayrıca yakalanması riski de vardı. Zar zor bulduğu bu işi sırf merakına yenik düştü diye kaybetmek istemiyordu. Kendi yöntemleriyle halletmek zorundaydı bunu. Öğrenecekti. O adamın kim olduğunu, neyin nesi olduğunu, aklından nelerin geçtiğini, geçmişini, her şeyi öğrenecekti. Bu yeni hobisinin heyecanı ona ertesi gün uyanıp işe gitme konusunda motivasyon sağlıyordu.
O gün üzücü bir gündü çünkü patronu barı tamamen ona teslim ederek bir işini halletmek için gitmişti. İşinin ne olduğunu söylememişti tabi ki de. Çok gizemli bir adamdı bu Vincent. Hazel bir miktar hayal kırıklığına uğrasa da ses etmemişti. Tek başına çalışmak sıkıcı oluyordu. Ayrıca ona laf atma ve ondan bir tepki alabilme şansı da kalmıyordu. Vincent'ın işinin çok sürmeyeceğini umuyordu. Hazel barda çalışmayı sevmişti. Yeni açıldığı için müşterileri çok yoğun değildi ancak yeni insanlar tanımak ve onlarla sohbet etmekten her zaman büyük bir keyif almıştı. Kendine insan sarrafı bile demekten çekinmezdi. Bara gelen herkesin paylaşacak yeni bir hikayesi oluyordu. Hatta daha dün iki kardeş tam kavga edeceklerken zar zor araya girmiş ve ortamı sakinleştirmişti. Bu ona kendi kardeşleriyle ettiği kavgaları hatırlatmıştı. Ablasının elbiselerini ya da abisinin kulaklığını çaldığında ona kızıp bağırmalarını. Onları biraz özlemişti ve arayıp seslerini duymak istiyordu. Annesi onlara bir şey söylemeden evden kaçtığı için ona fazlasıyla kızgındı ancak abisi ve ablasının onu eninde sonunda affedeceğini biliyordu. Arayı bir şekilde yumuşatırlardı.
Vincent dönene kadar barda rutin işleriyle ilgilenmişti. Gelen birkaç müşteriye hizmet etmiş, boşları bekletmeden yıkamış, gelen geçenle sohbet etmişti. Yol tarifi almak için içeri giren adama bile iş atmıştı oturup birkaç şey içsin diye. "...Ay evet benim lisedeki sevgilim de futbol kulübündendi. O kadar büyük bir şeyi vardı ki..." demişti dudaklarını büzüştürüp adama yaklaşarak. "Kalbi ya kalbi diyecektim. Kelime gelmedi aklıma, ne sandın ki sen?" Şen bir kahkaha atmıştı. "Kocaman kalbe sahip bir erkek zor bulunuyor bu devirde tabi." Adam oldukça rahatsız olmuş gibi görünüyordu ve yüzünde sanki zorla orada tutuluyormuş gibi bir ifade vardı. İçeceğini bitirir bitirmez oradan topuklamaya çalışan adamın arkasından el sallamıştı gülümseyerek. "Tekrar gel lütfen!" İsterse onu bu mekana da kendisine de deli divane aşık edebilirdi ama işte zevkli olan da bu değil miydi? Yapabilecek güce sahip olup yapmamak. İsterse herkese sahip olabilirdi. Bir parmağının ucundaydılar ve teker teker onun iradesine diz çökebilirlerdi. Bunu yapmak yerine fazlasıyla sinir bozucu olmak istiyordu. Adam gittikten sonra bar yine boş kalmıştı ve Hazel inanılmaz sıkılmaya başlamıştı. Mutfağa girip öğle yemeği için atıştırmalık bir şeyler hazırlamaya başladı. Fazla gösterişli bir şey değil, basit bir sandviçti. Club sandviç diyorlardı buna. Üç dilim ekmeğin arasına domuz pastırması, jambon, domates, yumurta, kaşar peyniri, tavuk göğsü, marul ve domates koyuluyordu. Hazel böyle soğuk atıştırmalıklara bayılıyordu. Çoğu zaman öğün atlayıp günü bunlarla geçirirdi.
Sandviçleri hazırladığı esnada barın kapısının açıldığını duydu. Mutfaktan çıkıp içeri baktığında patronunun iki elinde sanki bavul taşıyormuşçasına kocaman bir motosikleti taşıdığını gördü. "Çüşş!" Hayret tepkisi istemsizce dudaklarından döküldü ama neyse ki patronu bunu duymamış gibiydi. Duyduysa da umursamamıştı. Bu motor onun için fazlasıyla önemli gibi duruyordu. Çok gösterişli bir şey değildi halbuki. Yanmış gitmiş bir şeydi. Külüstürdü. Ama patronu ona bakarak gülümsüyordu. Bu gülümseme yüzündeki her zamanki gülümsemeden daha farklıydı. Sanki güzel bir anıyı yad ediyor gibiydi. Hazel sessizce bir süre onu izledi. Üzerinde haç olan tespihi çıkarıp dudaklarından duaya benzer bir şeyler mırıldandığını duydu. Demek dindar bir adamdı. Ne kadar da sıkıcıydı. Ailesi de inanıyordu bu saçmalığa. Tanrı diye bir şeyin olmasına imkan yoktu. Tanrı kendisiydi. Tanrı onun gibi bu güçlere sahip olanlardı. Neticede şu anda onun zihnine girip onun tüm tanrı inancını kökten değiştirebilirdi isterse. Böyle bir ortamda yaratıcı onlardan başka kim olabilirdi ki? Ayrıca neden dua ederken dizlerinin üzerine çöküyorlardı ki? Sakso mu çekiyorlardı tanrıya?
Vincent dua etmeyi bitirip yerden kalktığında Hazel de burada durup sapık gibi onu dikizlemenin ne kadar tuhaf kaçabileceğini fark etmişti. O yüzden gözleri onunla buluştuğunda bir an için afalladı. "Patrooooon" dedi şımarık bir edayla. "Aç mısın? Tam da sandviç yaptım hem de club sandviç. Parmaklarını da beraberinde yemezsen benim de adım Hazel değil. Aşık olacaksın aşık. Ama sakın bana da kalbini kaptırma güzelim çünkü seni üzerim." Şaka yollu göz kırptıktan sonra flörtöz modundan çıkarak devam etti. "Ve o motoru taşıyış şeklini gördükten sonra seni üzmek bana biraz pahalıya patlayabilir diye düşünüyorum." Kocaman bir kahkaha attıktan sonra parmağıyla motoru işaret etti. "Güzel motormuş, yeni dekorumuz herhalde. Vintage mı takılıyorsun yoksa bir hikayesi mi var?" İnanılmaz sıkıcı bir gün geçirdikten sonra patronunun sakladığı sırların bir kısmına erişme şerefine ulaşabilecek olmasının heyecanıyla gözleri kocaman ışıldadı. Bu motorun her ne hikayesi vardıysa sonu çok iyi bitmemişti ve Hazel her detayını duymak istiyordu.
O gün üzücü bir gündü çünkü patronu barı tamamen ona teslim ederek bir işini halletmek için gitmişti. İşinin ne olduğunu söylememişti tabi ki de. Çok gizemli bir adamdı bu Vincent. Hazel bir miktar hayal kırıklığına uğrasa da ses etmemişti. Tek başına çalışmak sıkıcı oluyordu. Ayrıca ona laf atma ve ondan bir tepki alabilme şansı da kalmıyordu. Vincent'ın işinin çok sürmeyeceğini umuyordu. Hazel barda çalışmayı sevmişti. Yeni açıldığı için müşterileri çok yoğun değildi ancak yeni insanlar tanımak ve onlarla sohbet etmekten her zaman büyük bir keyif almıştı. Kendine insan sarrafı bile demekten çekinmezdi. Bara gelen herkesin paylaşacak yeni bir hikayesi oluyordu. Hatta daha dün iki kardeş tam kavga edeceklerken zar zor araya girmiş ve ortamı sakinleştirmişti. Bu ona kendi kardeşleriyle ettiği kavgaları hatırlatmıştı. Ablasının elbiselerini ya da abisinin kulaklığını çaldığında ona kızıp bağırmalarını. Onları biraz özlemişti ve arayıp seslerini duymak istiyordu. Annesi onlara bir şey söylemeden evden kaçtığı için ona fazlasıyla kızgındı ancak abisi ve ablasının onu eninde sonunda affedeceğini biliyordu. Arayı bir şekilde yumuşatırlardı.
Vincent dönene kadar barda rutin işleriyle ilgilenmişti. Gelen birkaç müşteriye hizmet etmiş, boşları bekletmeden yıkamış, gelen geçenle sohbet etmişti. Yol tarifi almak için içeri giren adama bile iş atmıştı oturup birkaç şey içsin diye. "...Ay evet benim lisedeki sevgilim de futbol kulübündendi. O kadar büyük bir şeyi vardı ki..." demişti dudaklarını büzüştürüp adama yaklaşarak. "Kalbi ya kalbi diyecektim. Kelime gelmedi aklıma, ne sandın ki sen?" Şen bir kahkaha atmıştı. "Kocaman kalbe sahip bir erkek zor bulunuyor bu devirde tabi." Adam oldukça rahatsız olmuş gibi görünüyordu ve yüzünde sanki zorla orada tutuluyormuş gibi bir ifade vardı. İçeceğini bitirir bitirmez oradan topuklamaya çalışan adamın arkasından el sallamıştı gülümseyerek. "Tekrar gel lütfen!" İsterse onu bu mekana da kendisine de deli divane aşık edebilirdi ama işte zevkli olan da bu değil miydi? Yapabilecek güce sahip olup yapmamak. İsterse herkese sahip olabilirdi. Bir parmağının ucundaydılar ve teker teker onun iradesine diz çökebilirlerdi. Bunu yapmak yerine fazlasıyla sinir bozucu olmak istiyordu. Adam gittikten sonra bar yine boş kalmıştı ve Hazel inanılmaz sıkılmaya başlamıştı. Mutfağa girip öğle yemeği için atıştırmalık bir şeyler hazırlamaya başladı. Fazla gösterişli bir şey değil, basit bir sandviçti. Club sandviç diyorlardı buna. Üç dilim ekmeğin arasına domuz pastırması, jambon, domates, yumurta, kaşar peyniri, tavuk göğsü, marul ve domates koyuluyordu. Hazel böyle soğuk atıştırmalıklara bayılıyordu. Çoğu zaman öğün atlayıp günü bunlarla geçirirdi.
Sandviçleri hazırladığı esnada barın kapısının açıldığını duydu. Mutfaktan çıkıp içeri baktığında patronunun iki elinde sanki bavul taşıyormuşçasına kocaman bir motosikleti taşıdığını gördü. "Çüşş!" Hayret tepkisi istemsizce dudaklarından döküldü ama neyse ki patronu bunu duymamış gibiydi. Duyduysa da umursamamıştı. Bu motor onun için fazlasıyla önemli gibi duruyordu. Çok gösterişli bir şey değildi halbuki. Yanmış gitmiş bir şeydi. Külüstürdü. Ama patronu ona bakarak gülümsüyordu. Bu gülümseme yüzündeki her zamanki gülümsemeden daha farklıydı. Sanki güzel bir anıyı yad ediyor gibiydi. Hazel sessizce bir süre onu izledi. Üzerinde haç olan tespihi çıkarıp dudaklarından duaya benzer bir şeyler mırıldandığını duydu. Demek dindar bir adamdı. Ne kadar da sıkıcıydı. Ailesi de inanıyordu bu saçmalığa. Tanrı diye bir şeyin olmasına imkan yoktu. Tanrı kendisiydi. Tanrı onun gibi bu güçlere sahip olanlardı. Neticede şu anda onun zihnine girip onun tüm tanrı inancını kökten değiştirebilirdi isterse. Böyle bir ortamda yaratıcı onlardan başka kim olabilirdi ki? Ayrıca neden dua ederken dizlerinin üzerine çöküyorlardı ki? Sakso mu çekiyorlardı tanrıya?
Vincent dua etmeyi bitirip yerden kalktığında Hazel de burada durup sapık gibi onu dikizlemenin ne kadar tuhaf kaçabileceğini fark etmişti. O yüzden gözleri onunla buluştuğunda bir an için afalladı. "Patrooooon" dedi şımarık bir edayla. "Aç mısın? Tam da sandviç yaptım hem de club sandviç. Parmaklarını da beraberinde yemezsen benim de adım Hazel değil. Aşık olacaksın aşık. Ama sakın bana da kalbini kaptırma güzelim çünkü seni üzerim." Şaka yollu göz kırptıktan sonra flörtöz modundan çıkarak devam etti. "Ve o motoru taşıyış şeklini gördükten sonra seni üzmek bana biraz pahalıya patlayabilir diye düşünüyorum." Kocaman bir kahkaha attıktan sonra parmağıyla motoru işaret etti. "Güzel motormuş, yeni dekorumuz herhalde. Vintage mı takılıyorsun yoksa bir hikayesi mi var?" İnanılmaz sıkıcı bir gün geçirdikten sonra patronunun sakladığı sırların bir kısmına erişme şerefine ulaşabilecek olmasının heyecanıyla gözleri kocaman ışıldadı. Bu motorun her ne hikayesi vardıysa sonu çok iyi bitmemişti ve Hazel her detayını duymak istiyordu.
Last edited by Synapse on 15 Jun 2024, 23:05, edited 1 time in total.

Bir bardağı elime alıp yıkamaya başlamış, tam durulamaya geçecekken Hazel'ın sesi kulaklarıma ilişti. Hazel hoş bir kızdı, iyi bir çalışandı. Şuana kadar bir yanlışını görmememle birlikte, oldukça eğlenceli olduğunu düşünüyordum. Hatta zaman zaman onu iyi ki işe aldım diyerek düşünmeden edemiyordum. Bana aç olup olmadığımı sormuş, club sandviç yaptığını söylüyordu. Sakin bir gülümsemeyle birlikte sessizce elimi sandviçlerden birine attım. Benim büyük elimde leblebi gibi duran sandviçi hızla ağzımın içine fırlattım, benim boyutuma göre o kadar küçüktü ki onu yutmadan boğazımdan aşağıya yolladım. Ben sandviçi tek lokmada yerken, Hazel kendi tarzında olan esprisini yaptığında kıkırdadım. İlginç bir kızdı, gerçekten onun sohbetini beğendiğimi biliyordum. Sonrasında motoru taşıyış şeklimden dolayı beni üzmesinin çok pahalıya patlayacağını düşündüğünü söylediğinde hafif bir kahkaha atmıştım. Kahkahayı atmadan önce bir iki saniye kendimi dizginleyerek kahkaha atmak, yaşadığım zorlu anlardan ufak bir tanesiydi sadece.
"Sandviç, muazzamdı. Elin gerçekten lezzetli. Seni günde 16 saat çalıştırsam muhtemelen paraya para demem. Ne dersin? Günde 18 saat çalıştırayım mı seni?"
Onun esprisine kendi tarzımla yanıt verdikten sonra, yüzümdeki gülümsemeyi alan şey motor hakkında sohbet açması oluyordu. Bir hikayesi olup olmadığını sorduğunda istemsizce suratım nötr bir hal aldı. Gözlerimse motorun üstünde takılı kaldı birkaç saniye boyunca. Derin bir nefes alıp verdim. Bazı şeyleri içimde saklamak canımı yakıyordu artık. Camı durulayacağım mendille ellerimi silerken konuşmaya başladım. "Bir hikayesi var. Umarım benim hakkımda görüşlerini değiştirecek bir konu olmaz." dedikten sonra mendili katlayarak bir kenara koydum, ardından ağır ağır barın arkasından çıktım. Motorun önüne geldikten sonra sessizliğimi bir süre daha korudum. Birkaç derin nefesle duygularımı arka planda bırakarak konuşmaya çalışıyordum. Ancak Martinez'den bahsetmeden önce yapmam gereken bir şey olduğunu hatırladım ve işaret parmağımı havaya kaldırarak Hazel'a işaret verdim. "Bir dakika burada bekle. Anlatacağım."
Bara bir ay kadar önce aldığım plak çaların içine Martinez'in en sevdiği şarkıyı yerleştirdim özenli bir şekilde. Biz ilk tanıştığımızdan beri, her anında dinlemeyi severdi Shout şarkısını. Şarkı çalmaya başladığında birkaç saniye yüzümde buruk bir gülümseme oluştu, sonra tekrardan yüzüm nötrleşti ve geriye doğru döndüm.
https://youtu.be/ZEWwZNUafKo
"Martinez'in en sevdiği şarkıydı." Diyerek ufak bir açıklama yaptım Hazel'a. Sonrasında motora bakarak konuşmaya devam ettim. "Bu motor benim değil. Martinez'e ait. Ben 13 yaşındayken Martinez'le tanıştım. Babamın ölümünden sonra, onun hayalini gerçekleştirmek için bir motor çetesi kuracak ve para kazanacaktım. Yaptığımız işler tabii ki düzgün işler değildi. Her zaman riskleri olan işlerdi. Ancak benim gücüm..." Sol yumruğumu sıktım. "Benim Gelişmiş olmamı sağlayan gücüm sayesinde kendimi yenilmez hissediyordum. Bu gücüm sayesinde, motoru da rahatlıkla taşıyabildim." Birkaç saniyelik sessizliğin ardından devam ettim. "Neyse. Martinez'le kurduğumuz King's Palace motor çetesini üç yıl içinde 50 kişilik bir ekibe evrilttik. Az kişiydik, ancak öz kişilerdik. Hepimiz birbirimizin kardeşiydik. Çok insanın kanı ellerime bulaştı, hiçbirinden pişmanlık duymadım. Para üstüne para kazanıyorduk. Ancak bir gün, David denen adamla tanıştım. Devils motor çetesinin lideri." Onun adını andıkça bile içimde hafif bir öfke beliriyordu. "Bir gün onlardan beş kişiyi öldürdük. David'in kolunu tek bir hareketle kopardım. Hatta kopan koluyla onu dövdüm." Yüzüm hala nötrdü. "O gün çok büyük bir düşman edinmiştik. Bu olaylardan bir süre sonra Martinez'in bir çocuğu oldu. Bizde çete olarak bununla ilgilenmeye başladık, hepimiz kutlamalara kendimizi vermiş ve bir süre yasa dışı işlere bulaşmama kararı almıştık. Sürekli çocukla oynuyorduk. Ancak, bir süre sonrasında büyük bir vurgun yapmaya karar verdik. Yapabileceğimiz en iyi vurgun olacaktı, belki de uzun bir süre hiç sahalara bile çıkmayacaktık. O gün, toplantı yapmaya karar verdiğimizde kafamı dinlemek için motorumla gezintiye çıkma kararı aldım. Ne de olsa toplantı akşamdı." İçimde gezen öfkeyi yavaş yavaş hissetmeye başlıyordum...
"Akşam saatleri. Mekana yaklaştıkça bir is kokusu burnumun içine doğru vuruyordu. Alevler... Alevler mekanın içinden yukarıya doğru çıkıyordu." Ellerimin titremeye başladığını hissedebiliyordum. Titreyen tek şey ellerim de değildi. Ayaklarımın altı, zeminin hafif hafif oynadığını hissedebiliyordum. "İçimde çok büyük korkuyla gaza asıldım. Mekanı alevler içinde gördüm. Martinez... Martinez yerde yatıyordu..." Zemin ayaklarımın dibinde iyice yerinden oynamaya başlarken, bunu hissetmem mümkün değildi. Elimi motorun üstüne götürüp dokundum. Elimi yanıkların üzerinde gezdirirken, artık kontrolden çıkmaya başladığımı hissediyordum. Zemin iyice sallanırken, bardan birkaç bardağın yere düştüğünü duydum. Ancak buna tepki gösterecek konumda değildim. "David, tüm ekibimi yakmıştı. Geriye sadece cesedini bile tanıyamadığım kan dostum ve onun motoru kalmıştı. Karşımdaki Devils ekibinden çoğu kişiyi o gün katlettim. Yaşayan varsa bile, boynundan aşağısının tutmadığına eminim. O gün, hapse girmeden önce bir söz verdim. Martinez'in intikamını o Devils ekibinden ve David'den alacağıma dair. Alacağım da..." Motorun üzerinde gezdirdiğim elimi bir anlık öfkeyle geriye çekip, tam yumruk atmayı planlarken, bardaki çoğu şeyin yere düşmesinin sesi ve etraftaki masaların duvara çarpma sesleri beni kendime getirdi. Bir anlık şokla hızla Hazel'la döndüm. Kendi kontrolümü kaybetmiştim ancak ne kadar kaybettiğimi bilmiyordum.
"İyi misin? Üzgünüm, kontrolümü kaybettim..."
"Sandviç, muazzamdı. Elin gerçekten lezzetli. Seni günde 16 saat çalıştırsam muhtemelen paraya para demem. Ne dersin? Günde 18 saat çalıştırayım mı seni?"
Onun esprisine kendi tarzımla yanıt verdikten sonra, yüzümdeki gülümsemeyi alan şey motor hakkında sohbet açması oluyordu. Bir hikayesi olup olmadığını sorduğunda istemsizce suratım nötr bir hal aldı. Gözlerimse motorun üstünde takılı kaldı birkaç saniye boyunca. Derin bir nefes alıp verdim. Bazı şeyleri içimde saklamak canımı yakıyordu artık. Camı durulayacağım mendille ellerimi silerken konuşmaya başladım. "Bir hikayesi var. Umarım benim hakkımda görüşlerini değiştirecek bir konu olmaz." dedikten sonra mendili katlayarak bir kenara koydum, ardından ağır ağır barın arkasından çıktım. Motorun önüne geldikten sonra sessizliğimi bir süre daha korudum. Birkaç derin nefesle duygularımı arka planda bırakarak konuşmaya çalışıyordum. Ancak Martinez'den bahsetmeden önce yapmam gereken bir şey olduğunu hatırladım ve işaret parmağımı havaya kaldırarak Hazel'a işaret verdim. "Bir dakika burada bekle. Anlatacağım."
Bara bir ay kadar önce aldığım plak çaların içine Martinez'in en sevdiği şarkıyı yerleştirdim özenli bir şekilde. Biz ilk tanıştığımızdan beri, her anında dinlemeyi severdi Shout şarkısını. Şarkı çalmaya başladığında birkaç saniye yüzümde buruk bir gülümseme oluştu, sonra tekrardan yüzüm nötrleşti ve geriye doğru döndüm.
https://youtu.be/ZEWwZNUafKo
"Martinez'in en sevdiği şarkıydı." Diyerek ufak bir açıklama yaptım Hazel'a. Sonrasında motora bakarak konuşmaya devam ettim. "Bu motor benim değil. Martinez'e ait. Ben 13 yaşındayken Martinez'le tanıştım. Babamın ölümünden sonra, onun hayalini gerçekleştirmek için bir motor çetesi kuracak ve para kazanacaktım. Yaptığımız işler tabii ki düzgün işler değildi. Her zaman riskleri olan işlerdi. Ancak benim gücüm..." Sol yumruğumu sıktım. "Benim Gelişmiş olmamı sağlayan gücüm sayesinde kendimi yenilmez hissediyordum. Bu gücüm sayesinde, motoru da rahatlıkla taşıyabildim." Birkaç saniyelik sessizliğin ardından devam ettim. "Neyse. Martinez'le kurduğumuz King's Palace motor çetesini üç yıl içinde 50 kişilik bir ekibe evrilttik. Az kişiydik, ancak öz kişilerdik. Hepimiz birbirimizin kardeşiydik. Çok insanın kanı ellerime bulaştı, hiçbirinden pişmanlık duymadım. Para üstüne para kazanıyorduk. Ancak bir gün, David denen adamla tanıştım. Devils motor çetesinin lideri." Onun adını andıkça bile içimde hafif bir öfke beliriyordu. "Bir gün onlardan beş kişiyi öldürdük. David'in kolunu tek bir hareketle kopardım. Hatta kopan koluyla onu dövdüm." Yüzüm hala nötrdü. "O gün çok büyük bir düşman edinmiştik. Bu olaylardan bir süre sonra Martinez'in bir çocuğu oldu. Bizde çete olarak bununla ilgilenmeye başladık, hepimiz kutlamalara kendimizi vermiş ve bir süre yasa dışı işlere bulaşmama kararı almıştık. Sürekli çocukla oynuyorduk. Ancak, bir süre sonrasında büyük bir vurgun yapmaya karar verdik. Yapabileceğimiz en iyi vurgun olacaktı, belki de uzun bir süre hiç sahalara bile çıkmayacaktık. O gün, toplantı yapmaya karar verdiğimizde kafamı dinlemek için motorumla gezintiye çıkma kararı aldım. Ne de olsa toplantı akşamdı." İçimde gezen öfkeyi yavaş yavaş hissetmeye başlıyordum...
"Akşam saatleri. Mekana yaklaştıkça bir is kokusu burnumun içine doğru vuruyordu. Alevler... Alevler mekanın içinden yukarıya doğru çıkıyordu." Ellerimin titremeye başladığını hissedebiliyordum. Titreyen tek şey ellerim de değildi. Ayaklarımın altı, zeminin hafif hafif oynadığını hissedebiliyordum. "İçimde çok büyük korkuyla gaza asıldım. Mekanı alevler içinde gördüm. Martinez... Martinez yerde yatıyordu..." Zemin ayaklarımın dibinde iyice yerinden oynamaya başlarken, bunu hissetmem mümkün değildi. Elimi motorun üstüne götürüp dokundum. Elimi yanıkların üzerinde gezdirirken, artık kontrolden çıkmaya başladığımı hissediyordum. Zemin iyice sallanırken, bardan birkaç bardağın yere düştüğünü duydum. Ancak buna tepki gösterecek konumda değildim. "David, tüm ekibimi yakmıştı. Geriye sadece cesedini bile tanıyamadığım kan dostum ve onun motoru kalmıştı. Karşımdaki Devils ekibinden çoğu kişiyi o gün katlettim. Yaşayan varsa bile, boynundan aşağısının tutmadığına eminim. O gün, hapse girmeden önce bir söz verdim. Martinez'in intikamını o Devils ekibinden ve David'den alacağıma dair. Alacağım da..." Motorun üzerinde gezdirdiğim elimi bir anlık öfkeyle geriye çekip, tam yumruk atmayı planlarken, bardaki çoğu şeyin yere düşmesinin sesi ve etraftaki masaların duvara çarpma sesleri beni kendime getirdi. Bir anlık şokla hızla Hazel'la döndüm. Kendi kontrolümü kaybetmiştim ancak ne kadar kaybettiğimi bilmiyordum.
"İyi misin? Üzgünüm, kontrolümü kaybettim..."

Konu motora gelmeden önce oldukça keyifli görünen patronun yüzü motorun gündeme gelmesiyle birlikte düşmüştü. Yani ona düşmek denilebilirdiyse. Gülümsemeden normal moduna geçmiş yapmış gibiydi. Hazel onun hüznünü bu şekilde yansıttığını düşünüyordu. Bir hikayesi olduğunu ve bu hikayenin onun hakkındaki görüşlerini değiştirmemesini umduğunu söylemişti. Bingo! Hazel haklıydı. Bu tam da duymak istediği şeydi! Patronun karanlık tarafını öğrenecekti. Hemen elindeki sandviçi ağzına tıkıştırdıktan sonra ellerini mendile sildi. Patronunun tek lokmada yuttuğu şey ona göre gayet de normal boyutlarda bir öğle yemeğiydi. Bu adamı evcil bir aslanı besler gibi beslemek gerekirdi herhalde. Günde kaç kalori alması gerekiyordu harbiden?
Barın arkasından çıkıp motorun yanına doğru ilerlediğinde Hazel da onu fıtı fıtı takip etti. İki metreden yüksek boyunun yanında kendisini resmen cüce gibi hissediyordu. Yan yana durduklarında adamın dirseğine bile yetişmiyordu. O kadar iri yarıydı ki yanında her şey minyatür gibi kalıyordu. Sanki hobbit diyarına düşmüş bir devdi. Motorun yanına geldiklerinde Vincent ona bir dakika burada beklemesini söyledi. Hazel bunu tabi ki de yerine getirecekti, bu hikayeyi duymak için yapabileceği çok şey vardı. Hazel gözlerini patronuna kilitleyerek neler yaptığını büyük bir merakla izledi. Plak çalara yanaşmış ve içine bir plak koymuştu. Bu devirde hala plak çalar kullanan mı vardı? Ne kadar da vintage takılıyordu. Motor konusunda yanık yıkık olduğu için şaka yapmıştı ama cidden seviyordu herhalde nostaljik eşyaları. Plakta şarkı çalmaya başladıktan sonra Martinez'in en sevdiği şarkı olduğunu söylemişti bunu. Konuya tam yıkık bir erkeğin hayatının en travmatik olayını anlatmadan önce takındığı tavırla giriş yapmıştı. Pekala, Hazel'ın dinleyeceği olayın ana kahramanı bu Martinez olmalıydı. Kim olduğunu sormayacaktı çünkü detaylar belli ki yoldaydı.
Patron V, zaman zaman Hazel'ın onda daha önce hiç görmediği farklı duygu titreşimlerine kapılarak hikayesini anlatmaya başlamıştı. Duygu titreşimleriydi çünkü patron kendini hiçbir zaman bir duyguya teslim etmiyordu. Bunun için fazla çabalıyor gibi görünüyordu. Hazel bu motorun Martinez adındaki kişiye ait olduğunu öğrenmişti. Patronun çocukluk arkadaşıydı. Onun için hayatındaki yeri büyüktü. Patronun babasının nedense bir motor çetesi kurma hayali vardı ancak gerçekleştiremeden ölmüştü ve bu hayali yaşatmak zavallı ona kalmıştı. Motor çetesi kurmanın tehlikeli olduğunu söylediğinde Hazel başını kaşıdı. Bunun ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyordu ama detaylar önemsizdi. Önemli olan olayın kendisiydi. V bombayı patlatmıştı. O bir Gelişmişti. Tıpkı kendisi gibi. Bu gücü sayesinde motoru o kadar rahat taşıdığını açıkladığında Hazel için bir anda Wild Panda'ya geldiğinden itibaren yaşadığı her şey büyük bir anlam kazanmıştı. Ah evet, onun da bir gücü vardı. O da tanrılardan birisiydi. Patron kısa bir süre durup tepkisini ölçtükten sonra hikayesine devam etmişti. 50 kişilik bir çete kurduklarını ve pişman olmadığı pis işlere bulaştıklarını anlatmıştı. Hazel'ın gözleri yine kocaman ışıldadı. İşte aradığı adrenalin buydu! İçine girebileceği bir dünya bulmuştu! Patronunun geçmişi karanlıktı ve onunla yeterince takılırsa bu heyecan dolu karanlık ona da bulaşabilirdi.
Patron hikayesinin devamında rakip çeteleri olan Devils motor çetesinden bahsetmeye başlamıştı. Başlarındaki David isimli adamı anarken bile sesindeki öfkeli tınıyı hissetmişti. Adamın kolunu kopartmış ve onu kopan koluyla dövmüştü. Hazel hikayenin bu kısmında ufak bir kahkaha koparttı. "Pardon, bir an hayal ettim de." Martinez'in bir çocuğu olduğunu, çetenin de pis işlerine bu sebeple ara verdiğini anlatmıştı. Martinez bu hayatın içinde çocuk peydahlamayı nasıl başarmıştı? Vincent çetesinin büyük bir vurgun planladığını, o gün de motoruyla gezintiye çıktığını anlattı. Akşam mekana yaklaştığında ise... Patronun sözlerindeki öfke büyümeye başlamıştı. Alevlerden ve is kokusundan bahsediyordu. Mekanı mı yakmışlardı? Hazel hikayenin etkisiyle başının dönmeye başladığını hissediyordu. Ne kadar da dramatik bir kızdı, bir de bayılsaydı yani yuh! Sonra fark etti ki başı dönmüyordu, deprem oluyordu. Zemin resmen titreşimde bırakılmış Nokia 3310'u çaldırıyorlar gibiydi. "Patron?" Vincent hiçbir şeyi fark ediyor gibi değildi. Hikayesini anlatmaya devam diyordu. Martinez'in yanmış bedenini bulduğu kısma gelmişti ancak Hazel deprem yüzünden odaklanmakta zorlanıyordu. "Patroooon hikayen çok kıyak ama deprem oluyor sank-" Cümlesini bitiremeden zemin daha da sallanmaya başlamıştı. Esas şok vurmuştu herhalde. Vitrindeki eşyaların zangır zangır titrediğini, duvarlardaki aksesuarların ve barın üzerindeki bardakların yere düştüğünü duyabiliyordu. Deprem anında ne yapmak gerekiyordu? Çök kapan mıydı? Sanki onun öncesi de vardı?
Vincent dünya umurunda değilmiş gibi devam ediyordu anlatmaya. O an Hazel bunun deprem olmadığını fark etti. Öfkeliydi. Onun gücü yapıyordu bunu. Öfkesini tüm evren onunla aynı anda yaşıyordu. Zemin, duvarlar, bardaklar... Hepsi onun öfkesinin birer yansımasıydı. Birer metafordu. Demek onun gücü böyle bir güçtü. Hazel kendisi için endişelenmeyi bırakıp can kulağıyla onu dinlemeye devam etti. Bu onun için çok zor ve önemli olmalıydı. Onu böylesine etkiliyorsa herkese açacağı bir şey olamazdı. Bu bir lütuftu. Yine de biraz korkutucuydu. Koca binayı başlarına yıkar mıydı acaba? Vincent, David'in tüm ekibini ve can dostu Martinez'i yaktığını söylediğinde her şey çok daha anlam kazandı. Yeri sallamaya da dünyayı yıkmaya da değer bir hikayeydi bu. O esnada yer öyle bir sarsılıyordu ki Hazel'ın da dünyası altından kaymaya başlamıştı. Dengesini daha fazla koruyamayarak hop diye popo üstü yere çakıldı. Bu hikayeyi dinleme uğruna enkaz altında mı kalacaktı yani şimdi?
Neyse ki patron kendine gelmişti. Dehşetle Hazel'a döndüğünde anlamıştı kendisine geldiğini. Bir de sarsıntı durduğunda. İyi miydi diye sormuştu bir de. İyi mi görünüyordu acaba oradan bakınca? Şükür ki yaptığı şeyden pişmanmış gibi bir bakış vardı yüzünde de Hazel onun için üzülmüştü. Yavaşça yerden kalkıp poposunu silkeledi. "Vov voov vooov patron. O neydi öyle? Demek sana bu yüzden V diyorlar. Vibratörden geliyormuş meğer ismin. Yürüyen vibratör. Gerçi vibratörüm böyle 7.4 şiddetinde sallasa üç gün kıçımın üstüne oturamam yemin ediyorum." Hiçbir şey olmadı ki der gibi ellerini havaya kaldırıp gülümsedi. "Bir şey yok ya iyiyim endişelenme. İyi sallandık valla güzel bir deneyimdi. Bunu getto bölgelerde yapsan çirkin yapılaşma sorununu ortadan kaldırırsın yemin ediyorum." Kısaca kıkırdadıktan sonra yüzünü ciddileştirdi. "Bunları anlatmak senin için çok zor olmuş olmalı. Seni ilk kez bu kadar öfkeli gördüm. Aslında kendini bir duyguya böylesine kaptırdığını görmek de etkileyiciydi, yalan yok. Biraz sallanmamıza değdi bence, sana da iyi gelmiştir. Böyle bir acı hiç yaşamadığım için seni anlayabilmeme imkan yok ama hayal edebiliyorum." Yanına gidip koluna onu desteklercesine elini koydu. Omzuna ya da sırtına koyardı ancak yetişmesine imkan yoktu. "İntikamını birlikte almaya ne dersin? Sana yardım edebilirim. Yani... sanırım. Öyle umuyorum. Edebilirim herhalde." Bir an duraksadıktan sonra devam etti. "Bana o kadar iyi davrandın ve sayende sokaklarda değilim. Bu kadar borcum var bence. Ayrıca kulağa heyecanlı geliyor. İntikam filan. Hep o filmlerdeki havalı gangsterler gibi olmak istemiştim." Tepkisini ölçtükten sonra devam etti. "İtiraf sırası bende! Artık saklamama gerek yok diye düşünüyorum, ben de bir Gelişmişim. Gücüm var. Her şeyi hackleyebiliyorum. Teknolojik cihazları... hatta... insan beynini bile! Zorla bilgi alabilirim, anıları görebilirim, onları modifiye edebilirim. Duyguları da değiştirebilirim." Kendinden oldukça gurur duyan bir edayla bunu söyledikten sonra hemen yalandan boğazını temizledi. "Tabi bunları senin üzerinde daha önce hiç kullanmadım. Prensip olarak zorda kalmadıkça yapmıyorum. Yani bu hikayeyi gerçekten ilk kez duyduğuma yemin ederim. Çok güvenilir durmadığımı biliyorum ama bana güvenebilirsin patron! Birlikte David denen herifi bebek gibi ağlatabiliriz!" Hayatının fırsatı ayağına gelmişti. Neredeyse ilk kez tanrıya bu tesadüf için şükredecekti ancak dizlerinin üzerine çöküp hayali sakso çekme fikri pek hoşuna gitmiyordu.
Barın arkasından çıkıp motorun yanına doğru ilerlediğinde Hazel da onu fıtı fıtı takip etti. İki metreden yüksek boyunun yanında kendisini resmen cüce gibi hissediyordu. Yan yana durduklarında adamın dirseğine bile yetişmiyordu. O kadar iri yarıydı ki yanında her şey minyatür gibi kalıyordu. Sanki hobbit diyarına düşmüş bir devdi. Motorun yanına geldiklerinde Vincent ona bir dakika burada beklemesini söyledi. Hazel bunu tabi ki de yerine getirecekti, bu hikayeyi duymak için yapabileceği çok şey vardı. Hazel gözlerini patronuna kilitleyerek neler yaptığını büyük bir merakla izledi. Plak çalara yanaşmış ve içine bir plak koymuştu. Bu devirde hala plak çalar kullanan mı vardı? Ne kadar da vintage takılıyordu. Motor konusunda yanık yıkık olduğu için şaka yapmıştı ama cidden seviyordu herhalde nostaljik eşyaları. Plakta şarkı çalmaya başladıktan sonra Martinez'in en sevdiği şarkı olduğunu söylemişti bunu. Konuya tam yıkık bir erkeğin hayatının en travmatik olayını anlatmadan önce takındığı tavırla giriş yapmıştı. Pekala, Hazel'ın dinleyeceği olayın ana kahramanı bu Martinez olmalıydı. Kim olduğunu sormayacaktı çünkü detaylar belli ki yoldaydı.
Patron V, zaman zaman Hazel'ın onda daha önce hiç görmediği farklı duygu titreşimlerine kapılarak hikayesini anlatmaya başlamıştı. Duygu titreşimleriydi çünkü patron kendini hiçbir zaman bir duyguya teslim etmiyordu. Bunun için fazla çabalıyor gibi görünüyordu. Hazel bu motorun Martinez adındaki kişiye ait olduğunu öğrenmişti. Patronun çocukluk arkadaşıydı. Onun için hayatındaki yeri büyüktü. Patronun babasının nedense bir motor çetesi kurma hayali vardı ancak gerçekleştiremeden ölmüştü ve bu hayali yaşatmak zavallı ona kalmıştı. Motor çetesi kurmanın tehlikeli olduğunu söylediğinde Hazel başını kaşıdı. Bunun ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyordu ama detaylar önemsizdi. Önemli olan olayın kendisiydi. V bombayı patlatmıştı. O bir Gelişmişti. Tıpkı kendisi gibi. Bu gücü sayesinde motoru o kadar rahat taşıdığını açıkladığında Hazel için bir anda Wild Panda'ya geldiğinden itibaren yaşadığı her şey büyük bir anlam kazanmıştı. Ah evet, onun da bir gücü vardı. O da tanrılardan birisiydi. Patron kısa bir süre durup tepkisini ölçtükten sonra hikayesine devam etmişti. 50 kişilik bir çete kurduklarını ve pişman olmadığı pis işlere bulaştıklarını anlatmıştı. Hazel'ın gözleri yine kocaman ışıldadı. İşte aradığı adrenalin buydu! İçine girebileceği bir dünya bulmuştu! Patronunun geçmişi karanlıktı ve onunla yeterince takılırsa bu heyecan dolu karanlık ona da bulaşabilirdi.
Patron hikayesinin devamında rakip çeteleri olan Devils motor çetesinden bahsetmeye başlamıştı. Başlarındaki David isimli adamı anarken bile sesindeki öfkeli tınıyı hissetmişti. Adamın kolunu kopartmış ve onu kopan koluyla dövmüştü. Hazel hikayenin bu kısmında ufak bir kahkaha koparttı. "Pardon, bir an hayal ettim de." Martinez'in bir çocuğu olduğunu, çetenin de pis işlerine bu sebeple ara verdiğini anlatmıştı. Martinez bu hayatın içinde çocuk peydahlamayı nasıl başarmıştı? Vincent çetesinin büyük bir vurgun planladığını, o gün de motoruyla gezintiye çıktığını anlattı. Akşam mekana yaklaştığında ise... Patronun sözlerindeki öfke büyümeye başlamıştı. Alevlerden ve is kokusundan bahsediyordu. Mekanı mı yakmışlardı? Hazel hikayenin etkisiyle başının dönmeye başladığını hissediyordu. Ne kadar da dramatik bir kızdı, bir de bayılsaydı yani yuh! Sonra fark etti ki başı dönmüyordu, deprem oluyordu. Zemin resmen titreşimde bırakılmış Nokia 3310'u çaldırıyorlar gibiydi. "Patron?" Vincent hiçbir şeyi fark ediyor gibi değildi. Hikayesini anlatmaya devam diyordu. Martinez'in yanmış bedenini bulduğu kısma gelmişti ancak Hazel deprem yüzünden odaklanmakta zorlanıyordu. "Patroooon hikayen çok kıyak ama deprem oluyor sank-" Cümlesini bitiremeden zemin daha da sallanmaya başlamıştı. Esas şok vurmuştu herhalde. Vitrindeki eşyaların zangır zangır titrediğini, duvarlardaki aksesuarların ve barın üzerindeki bardakların yere düştüğünü duyabiliyordu. Deprem anında ne yapmak gerekiyordu? Çök kapan mıydı? Sanki onun öncesi de vardı?
Vincent dünya umurunda değilmiş gibi devam ediyordu anlatmaya. O an Hazel bunun deprem olmadığını fark etti. Öfkeliydi. Onun gücü yapıyordu bunu. Öfkesini tüm evren onunla aynı anda yaşıyordu. Zemin, duvarlar, bardaklar... Hepsi onun öfkesinin birer yansımasıydı. Birer metafordu. Demek onun gücü böyle bir güçtü. Hazel kendisi için endişelenmeyi bırakıp can kulağıyla onu dinlemeye devam etti. Bu onun için çok zor ve önemli olmalıydı. Onu böylesine etkiliyorsa herkese açacağı bir şey olamazdı. Bu bir lütuftu. Yine de biraz korkutucuydu. Koca binayı başlarına yıkar mıydı acaba? Vincent, David'in tüm ekibini ve can dostu Martinez'i yaktığını söylediğinde her şey çok daha anlam kazandı. Yeri sallamaya da dünyayı yıkmaya da değer bir hikayeydi bu. O esnada yer öyle bir sarsılıyordu ki Hazel'ın da dünyası altından kaymaya başlamıştı. Dengesini daha fazla koruyamayarak hop diye popo üstü yere çakıldı. Bu hikayeyi dinleme uğruna enkaz altında mı kalacaktı yani şimdi?
Neyse ki patron kendine gelmişti. Dehşetle Hazel'a döndüğünde anlamıştı kendisine geldiğini. Bir de sarsıntı durduğunda. İyi miydi diye sormuştu bir de. İyi mi görünüyordu acaba oradan bakınca? Şükür ki yaptığı şeyden pişmanmış gibi bir bakış vardı yüzünde de Hazel onun için üzülmüştü. Yavaşça yerden kalkıp poposunu silkeledi. "Vov voov vooov patron. O neydi öyle? Demek sana bu yüzden V diyorlar. Vibratörden geliyormuş meğer ismin. Yürüyen vibratör. Gerçi vibratörüm böyle 7.4 şiddetinde sallasa üç gün kıçımın üstüne oturamam yemin ediyorum." Hiçbir şey olmadı ki der gibi ellerini havaya kaldırıp gülümsedi. "Bir şey yok ya iyiyim endişelenme. İyi sallandık valla güzel bir deneyimdi. Bunu getto bölgelerde yapsan çirkin yapılaşma sorununu ortadan kaldırırsın yemin ediyorum." Kısaca kıkırdadıktan sonra yüzünü ciddileştirdi. "Bunları anlatmak senin için çok zor olmuş olmalı. Seni ilk kez bu kadar öfkeli gördüm. Aslında kendini bir duyguya böylesine kaptırdığını görmek de etkileyiciydi, yalan yok. Biraz sallanmamıza değdi bence, sana da iyi gelmiştir. Böyle bir acı hiç yaşamadığım için seni anlayabilmeme imkan yok ama hayal edebiliyorum." Yanına gidip koluna onu desteklercesine elini koydu. Omzuna ya da sırtına koyardı ancak yetişmesine imkan yoktu. "İntikamını birlikte almaya ne dersin? Sana yardım edebilirim. Yani... sanırım. Öyle umuyorum. Edebilirim herhalde." Bir an duraksadıktan sonra devam etti. "Bana o kadar iyi davrandın ve sayende sokaklarda değilim. Bu kadar borcum var bence. Ayrıca kulağa heyecanlı geliyor. İntikam filan. Hep o filmlerdeki havalı gangsterler gibi olmak istemiştim." Tepkisini ölçtükten sonra devam etti. "İtiraf sırası bende! Artık saklamama gerek yok diye düşünüyorum, ben de bir Gelişmişim. Gücüm var. Her şeyi hackleyebiliyorum. Teknolojik cihazları... hatta... insan beynini bile! Zorla bilgi alabilirim, anıları görebilirim, onları modifiye edebilirim. Duyguları da değiştirebilirim." Kendinden oldukça gurur duyan bir edayla bunu söyledikten sonra hemen yalandan boğazını temizledi. "Tabi bunları senin üzerinde daha önce hiç kullanmadım. Prensip olarak zorda kalmadıkça yapmıyorum. Yani bu hikayeyi gerçekten ilk kez duyduğuma yemin ederim. Çok güvenilir durmadığımı biliyorum ama bana güvenebilirsin patron! Birlikte David denen herifi bebek gibi ağlatabiliriz!" Hayatının fırsatı ayağına gelmişti. Neredeyse ilk kez tanrıya bu tesadüf için şükredecekti ancak dizlerinin üzerine çöküp hayali sakso çekme fikri pek hoşuna gitmiyordu.
Last edited by Synapse on 15 Jun 2024, 23:05, edited 1 time in total.

Hazel...
Belki de bu yüzden ona karşı bir yakınlık hissetmiştim. Benim gösteremediğim yanları çok rahat bir şekilde gösterebiliyor olması, benim yaşayamadığım bazı duyguları özgürce yaşıyor olması beni etkilemişti. Yanımda gerçekten böyle birinin olması beni mutlu ediyordu. Hiçbir zaman onun gibi espritüel birisi olamamıştım, daha gülmekte bile zorlanan birisinin espri yapmasını mümkün olarak görmemiştim zaten. Benim esprilerim genelde bok gibi oluyordu, birisinin gülmesini bırak en ufak yüz kasının oynadığını bile görmemiştim. Ancak bu Vibratör esprisi, gülmemek için yüzümün kasılmasına sebep olmuştu. Eğer durmadan böyle komik espriler yapacaksa, işimiz gerçekten zor olacaktı. Zira ben şuan bu espriye gülecek olsaydım muhtemelen öyle bir etki yaratacaktı ki, polisler bileklerime bilezik takmaya gelebilirdi tekrardan.
Hazel, iyi olduğunu söyledikten sonra rahatladım. Ona istemeden zarar versem, hayatımda pişman olacağım ilk zarar verme deneyimi olurdu sanırım. Onun yüzü ciddileştikten sonra, ben de dikkatlice onu dinlemeye başladım. Beni bir duyguya bu kadar kaptırmış bir şekilde ilk kez gördüğünü söylüyordu, bunun doğru olduğunun farkındaydım. Kendimi dizginlemek için çok fazla uğraşıyordum. Gücümün neler yapabileceğini, kontrolü tamamen kaybedersem neler olabileceğinin bilincinde değildim. Sonrasında ise intikamımı beraber alabileceğimizden bahsediyordu. Başta bunu kendisinin de söylediği gibi sadece havalı göründüğünden dolayı istediğini sandım. Ancak sonra gücünü açıklamaya başladığında, bu düşüncem yerini hayranlığa bıraktı.
Kendisinin bir Gelişmiş olduğunu ve gücünün hacklemek olduğunu söylüyordu. Bütün teknolojik cihazları hacklemek dışında, insan beynini de hackleyebiliyordu. İnsan beyninden zorla bilgi alabildiğini, anıları görebildiğini, onları modifiye edebildiğini, hatta duyguları değiştirebildiğini söylüyordu. Bu muhteşem bir yetenekti! Gerçekten ona hayranlık duyuyordum. Bunları benim üzerimde daha önce hiç kullanmadığını ve hikayeyi ilk kez duyduğunu söylüyordu. Ona güvenebileceğimi belirtiyor, David'i bebek gibi ağlatabileceğimizi söylüyordu. Bu kolay olmayacaktı, ayrıca ona karşı bir güvensizlik beslemiyordum. Ona güveniyordum, ancak güvenimi kaybetmeye sebep olursa bir daha güvenmeyeceğimi de biliyordum.
"Sana güveniyorum. Güvenimi kaybetme."
Dedikten sonra barda sağlam duran iki sandalyeyi alıp barın ortasına karşılıklı bir şekilde çektim. Oturmasını işaret ettikten sonra sakince oturdum. "David'i, yani Devils'i durdurmak kolay olmayacak. Artık basit bir motor çetesi değiller. Biz de basit olmayacağız. Büyüyebileceğimiz kadar büyüyeceğiz." Dedikten sonra yüzüm biraz daha ciddileşti. "Bilmen gereken bir diğer şey ise, benim gücüm. Benim gücüm hiç durmuyor. Gücümü dizginlemek için sürekli uğraşmak zorundayım." Cebimden babamın, yani Yoru'nun tesbihini çıkardım. "Bu gücü ilk fark eden Yoru, yani babamdı. Bunun için, dua etmeyi öğretmişti bana. İnançlı mısın değil misin bilmiyorum, ben de sakin kalmak için kullanıyorum bunu. Herhangi bir duyguya aşırı kapılırsam, gücüm kontrolden çıkıyor. Onu kontrol edemiyorum. Aynı zamanda, gücümü aktif olarak kullanırken de dikkat etmem gerekiyor. Fazla güç kullanımı sonucu ne yaşanabileceği konusunda fikir sahibi olmadığım için." Birkaç saniyelik sessizlikten sonra derin bir nefes alıp gülümsedim. "Bu işin içinde çok fazla kan dökülecek. Belki de masum insanların canını da yakacağız. İstemediğin şeyleri yapmanı söyleyebilirim, yapman gerekecek. Miden kaldıracaksa, benim yanımda durmanı isterim. Ancak miden kaldırmayacaksa, uzak durmanı tavsiye ederim." Hazel'ın gözlerinin içine baktım. Bu konuda kararlıysa, onu bu gece yapılacak olan operasyona götüreceğim.
Belki de bu yüzden ona karşı bir yakınlık hissetmiştim. Benim gösteremediğim yanları çok rahat bir şekilde gösterebiliyor olması, benim yaşayamadığım bazı duyguları özgürce yaşıyor olması beni etkilemişti. Yanımda gerçekten böyle birinin olması beni mutlu ediyordu. Hiçbir zaman onun gibi espritüel birisi olamamıştım, daha gülmekte bile zorlanan birisinin espri yapmasını mümkün olarak görmemiştim zaten. Benim esprilerim genelde bok gibi oluyordu, birisinin gülmesini bırak en ufak yüz kasının oynadığını bile görmemiştim. Ancak bu Vibratör esprisi, gülmemek için yüzümün kasılmasına sebep olmuştu. Eğer durmadan böyle komik espriler yapacaksa, işimiz gerçekten zor olacaktı. Zira ben şuan bu espriye gülecek olsaydım muhtemelen öyle bir etki yaratacaktı ki, polisler bileklerime bilezik takmaya gelebilirdi tekrardan.
Hazel, iyi olduğunu söyledikten sonra rahatladım. Ona istemeden zarar versem, hayatımda pişman olacağım ilk zarar verme deneyimi olurdu sanırım. Onun yüzü ciddileştikten sonra, ben de dikkatlice onu dinlemeye başladım. Beni bir duyguya bu kadar kaptırmış bir şekilde ilk kez gördüğünü söylüyordu, bunun doğru olduğunun farkındaydım. Kendimi dizginlemek için çok fazla uğraşıyordum. Gücümün neler yapabileceğini, kontrolü tamamen kaybedersem neler olabileceğinin bilincinde değildim. Sonrasında ise intikamımı beraber alabileceğimizden bahsediyordu. Başta bunu kendisinin de söylediği gibi sadece havalı göründüğünden dolayı istediğini sandım. Ancak sonra gücünü açıklamaya başladığında, bu düşüncem yerini hayranlığa bıraktı.
Kendisinin bir Gelişmiş olduğunu ve gücünün hacklemek olduğunu söylüyordu. Bütün teknolojik cihazları hacklemek dışında, insan beynini de hackleyebiliyordu. İnsan beyninden zorla bilgi alabildiğini, anıları görebildiğini, onları modifiye edebildiğini, hatta duyguları değiştirebildiğini söylüyordu. Bu muhteşem bir yetenekti! Gerçekten ona hayranlık duyuyordum. Bunları benim üzerimde daha önce hiç kullanmadığını ve hikayeyi ilk kez duyduğunu söylüyordu. Ona güvenebileceğimi belirtiyor, David'i bebek gibi ağlatabileceğimizi söylüyordu. Bu kolay olmayacaktı, ayrıca ona karşı bir güvensizlik beslemiyordum. Ona güveniyordum, ancak güvenimi kaybetmeye sebep olursa bir daha güvenmeyeceğimi de biliyordum.
"Sana güveniyorum. Güvenimi kaybetme."
Dedikten sonra barda sağlam duran iki sandalyeyi alıp barın ortasına karşılıklı bir şekilde çektim. Oturmasını işaret ettikten sonra sakince oturdum. "David'i, yani Devils'i durdurmak kolay olmayacak. Artık basit bir motor çetesi değiller. Biz de basit olmayacağız. Büyüyebileceğimiz kadar büyüyeceğiz." Dedikten sonra yüzüm biraz daha ciddileşti. "Bilmen gereken bir diğer şey ise, benim gücüm. Benim gücüm hiç durmuyor. Gücümü dizginlemek için sürekli uğraşmak zorundayım." Cebimden babamın, yani Yoru'nun tesbihini çıkardım. "Bu gücü ilk fark eden Yoru, yani babamdı. Bunun için, dua etmeyi öğretmişti bana. İnançlı mısın değil misin bilmiyorum, ben de sakin kalmak için kullanıyorum bunu. Herhangi bir duyguya aşırı kapılırsam, gücüm kontrolden çıkıyor. Onu kontrol edemiyorum. Aynı zamanda, gücümü aktif olarak kullanırken de dikkat etmem gerekiyor. Fazla güç kullanımı sonucu ne yaşanabileceği konusunda fikir sahibi olmadığım için." Birkaç saniyelik sessizlikten sonra derin bir nefes alıp gülümsedim. "Bu işin içinde çok fazla kan dökülecek. Belki de masum insanların canını da yakacağız. İstemediğin şeyleri yapmanı söyleyebilirim, yapman gerekecek. Miden kaldıracaksa, benim yanımda durmanı isterim. Ancak miden kaldırmayacaksa, uzak durmanı tavsiye ederim." Hazel'ın gözlerinin içine baktım. Bu konuda kararlıysa, onu bu gece yapılacak olan operasyona götüreceğim.

"Sana güveniyorum. Güvenimi kaybetme."
Hazel kocaman sırıttı ve "baş üstüne" edasıyla asker selamı verdi Vincent'a. Teknik olarak ona olan güvenini kaybetmesi imkansızdı ama insanlara bu konuda kontrol duygusu yaşatmaktan hoşlanırdı. Hem her şeyi kendisinin kontrol ettiği bir dünya onun hiç ilgisini çekmiyordu. Sims oynamak gibi bir şeye dönmüştü hayat resmen. Hayatında ilk kez gücünü gerçekten işe yarar bir şey için kullanabilecekti ve bunu eline yüzüne bulaştırmaya niyeti yoktu. Kendine güveniyordu, fazlasıyla. Vincent iki sandalye çekmiş ve oturmasını işaret etmişti. Hazel de usulca oturdu. Ciddi bir şeyler konuşacaklar gibi duruyordu. Ne kadar da heyecan vericiydi! Hazel gizemli patronuyla karanlık işlere karışacak ve planlar yapacaktı! Heyecanla ayaklarını sandalyenin bacağının altındaki birleşim yerine yerleştirdi. Hani şu sandalyenin ayağı bitmeden hemen üstünde olur ya, daire veya kare biçiminde. Adının ne olduğunu bilmiyordu ama uzun sandalyelerde bacakları kısa kaldığı için ayaklarını hep oraya koymaktan hoşlanırdı. Dönen sandalyelerde çok daha keyifli oluyordu hatta. Oradan ivme kazanıp kendini döndürebiliyor hatta bazen drift atıyordu. Neyse, konudan fazla sapmıştı.
Vincent ona bu işin kolay olmayacağını anlatmaya başladı. Devils çetesinin büyük bir çete olduğunu, kendilerinin de büyümesi gerektiğini söylemişti. 49 kişiyi bakkaldan ekmek almaya gider gibi canlı canlı yaktıklarına ve bundan sıyrıldıklarına göre adları gibi şeytanın kendileri olmalıydılar. Vincent sonrasında ona gücünün detaylarını anlatmıştı. Gücünü kontrol etmesi gerekiyordu çünkü hiç durmayan ve sürekli aktif bir şekilde çalışan bir gücü vardı. Demek bundan dolayı duygularını sürekli bastırıyordu! Hazel onu biraz önceki deprem dışında hiç aşırı sevinçli, üzgün veya başka herhangi bir duygu içinde görmemişti. Hep nötrdü. Hayatı bu şekilde yaşamak zorunda olmak berbat bir şey olmalıydı. Sürekli bir kontrol hissi, kendini akışına bırakamamak... Patronu Gelişmiş değil, resmen lanetlenmişti. Vincent biraz önce dua ederken cebinden çıkardığı tespihi çıkardı yeniden. Bunu ona babası Yoru'nun verdiğini söylemişti. Dua ederek kendini dizginlemeyi öğrenmişti. "Yani, pek dindar sayılmam açıkçası. Kimsenin diniyle bir şeyim yok ama sanki sen bunu daha çok meditasyon amaçlı yapıyor gibisin. Whatever floats your boat bro." dedi heyecanla bacaklarını bir öne bir arkaya sallarken. Sabırsızlandığı veya uyarıldığı zaman sıklıkla bacaklarını oynatırdı. Vincent gücünün kontrolünü tamamen kaybederse neler olacağını bilmediğini söylemişti. Hazel bacaklarını daha da hızlı sallamaya başladı. Az önceki deprem gücünün yüzde kaç kontrol edilememiş haliydi? Tamamen boş verse, her şeyi salsa, kendini tamamen rahat bıraksa ne olurdu? Dünya mı yıkılırdı? Her şeyin sonu mu gelirdi? Yoksa Vincent tanrının kitaplarında bahsettiği o yıkım gününü getiren melek miydi? Merak ediyordu, acaba duygularını yaşamaya izin verdiği bir senaryoda gücünü kontrol edebilmesi yine de mümkün olur muydu? Kalp atışlarının arttığını hissedebiliyordu. Resmen bir saatli bomba ile karşı karşıya oturuyordu ve düşündüğü tek şey bunun ne kadar heyecan verici olduğuydu. Her an her şeyin yok olabileceği tehlikesiyle yaşamak... İşte bunu sevmişti. Kesinlikle kafadan biraz kontaktı. Buradan koşup kaçması gerekirdi ama o daha da içine girmek istiyordu. Her şeyi öğrenmek istiyordu. Burnunu sokmak istiyordu bu işe. Yapacaktı da. Zamanla. Yavaş yavaş.
Vincent kısa sessizliğin ardından lafına devam etmiş ve bu işin zorluklarını anlatmaya başlamıştı. Dökülecek masum kanlarını, yakılacak canları, midesinin kaldırmayacağı işler yapması gerekeceğini, onun söylediklerini yapması gerekeceğini anlatmıştı. Bir cevap bekler gibi gözlerine bakmıştı sonra. Mavinin oldukça güzel bir tonuydu. Canlı, kıpır kıpır, hayat dolu. Ablası resim kursunda öğrendiklerini ona anlatırken gözlerin öneminden bahsetmişti bir keresinde. Yaşam gözlerdedir, demişti. Bir portre çizerken en önem verilmesi gereken şey gözlerdi. Bir insana baktığımızda odaklandığımız ilk şey gözleriydi. Hazel kocaman sırıttı. "Hay hay!" dedi saçını geriye doğru savurarak. "Ahlak bekçisi olduğumu söyleyemem, ben de çok masum şeyler yapmadım. Dürüst olmak gerekirse çok da umurumda değil. Sonuçta bu böyle bir dünya, dog eat dog. Senin canını yakan heriflere hadlerini bildirmek bana büyük keyif verecek." dedi şakacı ve flörtöz bir şekilde göz kırparak. İki dakika olsun ciddi duramıyordu. "Eee peki planımız ne? Ne yapıyoruz tam olarak?"
Hazel kocaman sırıttı ve "baş üstüne" edasıyla asker selamı verdi Vincent'a. Teknik olarak ona olan güvenini kaybetmesi imkansızdı ama insanlara bu konuda kontrol duygusu yaşatmaktan hoşlanırdı. Hem her şeyi kendisinin kontrol ettiği bir dünya onun hiç ilgisini çekmiyordu. Sims oynamak gibi bir şeye dönmüştü hayat resmen. Hayatında ilk kez gücünü gerçekten işe yarar bir şey için kullanabilecekti ve bunu eline yüzüne bulaştırmaya niyeti yoktu. Kendine güveniyordu, fazlasıyla. Vincent iki sandalye çekmiş ve oturmasını işaret etmişti. Hazel de usulca oturdu. Ciddi bir şeyler konuşacaklar gibi duruyordu. Ne kadar da heyecan vericiydi! Hazel gizemli patronuyla karanlık işlere karışacak ve planlar yapacaktı! Heyecanla ayaklarını sandalyenin bacağının altındaki birleşim yerine yerleştirdi. Hani şu sandalyenin ayağı bitmeden hemen üstünde olur ya, daire veya kare biçiminde. Adının ne olduğunu bilmiyordu ama uzun sandalyelerde bacakları kısa kaldığı için ayaklarını hep oraya koymaktan hoşlanırdı. Dönen sandalyelerde çok daha keyifli oluyordu hatta. Oradan ivme kazanıp kendini döndürebiliyor hatta bazen drift atıyordu. Neyse, konudan fazla sapmıştı.
Vincent ona bu işin kolay olmayacağını anlatmaya başladı. Devils çetesinin büyük bir çete olduğunu, kendilerinin de büyümesi gerektiğini söylemişti. 49 kişiyi bakkaldan ekmek almaya gider gibi canlı canlı yaktıklarına ve bundan sıyrıldıklarına göre adları gibi şeytanın kendileri olmalıydılar. Vincent sonrasında ona gücünün detaylarını anlatmıştı. Gücünü kontrol etmesi gerekiyordu çünkü hiç durmayan ve sürekli aktif bir şekilde çalışan bir gücü vardı. Demek bundan dolayı duygularını sürekli bastırıyordu! Hazel onu biraz önceki deprem dışında hiç aşırı sevinçli, üzgün veya başka herhangi bir duygu içinde görmemişti. Hep nötrdü. Hayatı bu şekilde yaşamak zorunda olmak berbat bir şey olmalıydı. Sürekli bir kontrol hissi, kendini akışına bırakamamak... Patronu Gelişmiş değil, resmen lanetlenmişti. Vincent biraz önce dua ederken cebinden çıkardığı tespihi çıkardı yeniden. Bunu ona babası Yoru'nun verdiğini söylemişti. Dua ederek kendini dizginlemeyi öğrenmişti. "Yani, pek dindar sayılmam açıkçası. Kimsenin diniyle bir şeyim yok ama sanki sen bunu daha çok meditasyon amaçlı yapıyor gibisin. Whatever floats your boat bro." dedi heyecanla bacaklarını bir öne bir arkaya sallarken. Sabırsızlandığı veya uyarıldığı zaman sıklıkla bacaklarını oynatırdı. Vincent gücünün kontrolünü tamamen kaybederse neler olacağını bilmediğini söylemişti. Hazel bacaklarını daha da hızlı sallamaya başladı. Az önceki deprem gücünün yüzde kaç kontrol edilememiş haliydi? Tamamen boş verse, her şeyi salsa, kendini tamamen rahat bıraksa ne olurdu? Dünya mı yıkılırdı? Her şeyin sonu mu gelirdi? Yoksa Vincent tanrının kitaplarında bahsettiği o yıkım gününü getiren melek miydi? Merak ediyordu, acaba duygularını yaşamaya izin verdiği bir senaryoda gücünü kontrol edebilmesi yine de mümkün olur muydu? Kalp atışlarının arttığını hissedebiliyordu. Resmen bir saatli bomba ile karşı karşıya oturuyordu ve düşündüğü tek şey bunun ne kadar heyecan verici olduğuydu. Her an her şeyin yok olabileceği tehlikesiyle yaşamak... İşte bunu sevmişti. Kesinlikle kafadan biraz kontaktı. Buradan koşup kaçması gerekirdi ama o daha da içine girmek istiyordu. Her şeyi öğrenmek istiyordu. Burnunu sokmak istiyordu bu işe. Yapacaktı da. Zamanla. Yavaş yavaş.
Vincent kısa sessizliğin ardından lafına devam etmiş ve bu işin zorluklarını anlatmaya başlamıştı. Dökülecek masum kanlarını, yakılacak canları, midesinin kaldırmayacağı işler yapması gerekeceğini, onun söylediklerini yapması gerekeceğini anlatmıştı. Bir cevap bekler gibi gözlerine bakmıştı sonra. Mavinin oldukça güzel bir tonuydu. Canlı, kıpır kıpır, hayat dolu. Ablası resim kursunda öğrendiklerini ona anlatırken gözlerin öneminden bahsetmişti bir keresinde. Yaşam gözlerdedir, demişti. Bir portre çizerken en önem verilmesi gereken şey gözlerdi. Bir insana baktığımızda odaklandığımız ilk şey gözleriydi. Hazel kocaman sırıttı. "Hay hay!" dedi saçını geriye doğru savurarak. "Ahlak bekçisi olduğumu söyleyemem, ben de çok masum şeyler yapmadım. Dürüst olmak gerekirse çok da umurumda değil. Sonuçta bu böyle bir dünya, dog eat dog. Senin canını yakan heriflere hadlerini bildirmek bana büyük keyif verecek." dedi şakacı ve flörtöz bir şekilde göz kırparak. İki dakika olsun ciddi duramıyordu. "Eee peki planımız ne? Ne yapıyoruz tam olarak?"
Last edited by Synapse on 15 Jun 2024, 23:05, edited 1 time in total.

Hazel'ın kararlılığı ve konuşmaları, yüzümde sinsi bir gülümsemeye sebep oluyordu. Onun kanının deli bir şekilde aktığını hissedebiliyordum. Bu beni eski günlerime götürüyordu. Yanıma Martinez gibi deli birisini almak, çok eğlenceli olacaktı. Sinsi gülümsememi samimi bir gülümsemeye evrilttikten sonra sağ işaret parmağımla gözlerimin altındaki harfleri gösterdim. "Sana ilk görevini söyleyeceğim. Bunu ebediyete kadar uyman gereken bir emir gibi düşün. Sakın yüzüme adının baş harfini kazıtacak bir şey yapma." Bir süre daha gülümsedikten sonra ayağa kalkıp sırtımı gerdim. Bir kaplan gibi kükredikten sonra, "Önce barı temizleyelim, akşamına birine uğrayacağız. Gelişmiş kıyafetini de yanına al." dedim. Bu barı temizlemek çok uzun sürmeyecek gibi duruyordu, zira geçmişte yarattığım yıkımlara göre şuan ki bir hiçti.
Barı temizlemeye başlarken, cebimden telefonumu çıkarttım. "Usta, bana bir motor daha lazım. Çok ağır olmaması gerekiyor." Diyerek talebimi belirttim. Hazel'a bir motor ayarlamam gerekiyordu, onu sırtımda gezdirmek mantıklı olmayacaktı. Birkaç saatin ardından, Usta Williams'ın sesini kapıda duydum. Buraya getirmek zor olmuş olmalıydı. "Lan amına koyduğumun ayısı, iki elinle kaldırabildiğin şey için beni niye uğraştırdın?" O tok ve sinirli sesi duymak bir anlık yüzümü gülümsetmişti. Hazel'a seslendim, geldiği gibi motoru gösterdim. "Bu artık senin. Şimdilik motor ile yola çıkacağız. Yeterli parayı kazanabilirsek, bir gün Bentley ile çıkacağımıza inanıyorum." Dedim. Usta Williams'ın salak saçma bakışlarını Hazel'ın üzerinde hissettiğimde yüzüm ciddileşti. "Williams. Gitme zamanın geldi." Sesimdeki tehditi hissetmiş olacak ki, basit bir kafa selamı vererek ilerlemeye başladı.
"Bu Yamaha model bir motor. Özellikle hız yaparken rahat hareket edebileceğin ve hafif bir motor seçmeye çalıştım. MT-03, güzel motordur. Sağlam manevralar alabilirsin. Ona iyi bak." Dedim. "Motor sürmeyi bilip bilmediğini sormadım gerçi. Bilmiyorsan ben öğretirim. Çoğu iş için motor en uygun araçtır. Üzerinden atlarsın, saldırırsın. Yapabilirsen, motoru altından fırlatıp milletin üstüne de yollayabilirsin. Kapkaç yapabilirsin. Gerçi, kapkaç gibi basit işlerle işimiz olmayacak. Ancak yeteneğinle çok uyumlu bir alet olduğu diğer bir gerçek. İlerlemeye devam ederken, insanları veya cihazları hackleyebilirsin." Dedim. Sonrasında gülümsedim. "Çok basit düşündüm ama, senin yeteneğini tabi en iyi sen bilirsin." Diye ekledim. Onun işine karışmak istemiyordum ancak gerçekten yeteneğiyle çok uygun diye düşünüyordum.
Akşam vakitleri...
"Hazel." Çıkma vaktimiz gelmişti. İşin detaylarını Ashley'den alacaktık. Ashley eski bir dost gibi düşünülebilirdi, kendisinde her zaman mevcut işler bulunurdu ve ona payını verdiğin sürece, senin arkanı kollardı. Barın arkasından Harley Davidson Fatboy'u çıkarttım. "Atla arkaya. İşin detaylarını alacağımız yere gitmemiz lazım." Yaklaşık yirmi, yirmi beş dakikalık bir yolculuğun ardından mekana vardık. Mekan dışarıdan bir eğlence merkezine benziyordu. Daha doğrusu bu yeni bir akım gibi bir şey olan, Rave Party dedikleri mekanlardandı. Hapiste olduğum süreçte ortaya çıkmış olmalıydı, zira buradaki insanlar Speed içiyor, değişik bir müzikle patlıyor ve ilişkiye giriyorlardı durmadan. En sevmediğim ortamlardan biriydi. Kontrolü olmayan insanların toplaştığı boktan bir yerdi. Eskiden burası daha güzeldi, güzel Club müzikler çalardı, viskini açıp rahatlayabilirdin. Ancak şimdi, kafa ağrıtan boktan müzikler, saçlarını ve tırnaklarını boyayan hippilerle doluydu ortam.
https://youtu.be/bfcsp2L81HU
İçerde çalan müzik iyice boktanlaşmaya devam ederken, kapıda duran iki bodyguarda doğru yaklaştım. Bu lavukların benden haberdar olduğuna emindim, zaten suratıma birkaç saniye baktıktan sonra kapıyı açtılar. "Patron seni bekliyor, V." İkisine de hiçbir şey demeden ilerlemeye başladım, ilerlerken Hazel'ın suratına baktım bir şey dememesi için. Bu kapıdaki adamların götlerinin kalkmasını istemiyordum. Barın içinde ilerlerken, insanların garip garip hareketlerle havayı, yeri, birbirlerini yumrukladıklarını görüyordum. Bunlardan bir tanesine yumruk atsam, muhtemelen anında ölürlerdi. Hazel ve kendim için yol açmak adına, uyuşturucudan beyinleri çürümüş elemanları yara yara geçiyordum. Ashley'nin kapısına geldiğimde, kapının tasarımını değiştirdiğini görüyordum. Eskiden siyah olan kapı, şimdi kıpkırmızı ve elmaslarla donatılmıştı.
İçeriye girmek için kapıyı açtığımda, Ashley'nin yanık suratını dört yıl sonra görmek garip bir hissiyat uyandırmıştı. Yanında duran kadına ve oğlana baktım. Yanında duran mor saçlı kadını bir yerlerden hatırlıyor gibiydim, ancak oğlanı ilk kez gördüğüme emindim. Ashley'den önce söze mor saçlı kadın girmişti. "V... Demek sonunda sahalara döndün! Sahalara döndüğüne göre... Ve canlı olduğuna göre... Bu sefer senin kanını akıtabilirim!" Kız üzerime doğru ani bir şekilde koşturup, kılıcını çekerken onun kim olduğunu hatırladım. Clara Camelia. Bu kızla bir kere randevuya çıkmıştım ve sonrasında psikopatın teki olduğunu anladığımda bırakmıştım. Sadistin tekiydi, sevgililerine acı çektirmek çok hoşuna gidiyordu. En azından bu bilgileri bir yerlerden duymuş ve kendi isteklerinden de teyitlemiştim. Kontrol edilmesi zor bir kadındı. Tam da bu yüzden...
Tam da bu yüzden sağ elimin tersiyle koştuğu gibi tokadı patlattım ve onu duvara zımbaladım. Çok fazla güç kullanmama gerek yoktu, hatta Güç enerjisini kullanmama hiç gerek yoktu, zira onu fiziksel gücümle bile duvara zımbalamak yeterliydi. Yanındaki oğlan bu hareketimden sonra bir anda hareketlenmeye kalksa da, Ashley gözlerimin içine bakarken oğlanın elinden tuttu durması için. "Buraya sorun çıkarmaya mı geldin V? Yoksa iş almaya mı?" Ashley'nin gözlerine bakıp gülümsedim. "İş almaya geldim. Mikroplarını üzerimden uzak tut." Ashley'nin o garip gülümsemesi odada yankılanırken, oğlanın kendini zar zor tuttuğunu görebiliyordum. Gözleri tamamen benim üzerimdeydi. Ara sıra Hazel'a kaçan bakışlarını yakalayabiliyordum, bakışları ona doğru kaçtıkça yumuşuyor sonra bana bakıp sertleşiyordu. Bir erkeği sertleştirmek... Hazel olsa sen eşcinselsin derdi muhtemelen.
Ashley oturduğu masasından kalkıp, önce oğlanı tanıttı. Adının Connell olduğunu öğrendim. Bu kadar tanıtmanın ardından Hazel'ın yanına yaklaştı. Ben de aradaki mesafeyi biraz açtım yüz yüze olabilmeleri için. Gözümü Connell denen çocuğun üzerinde tutuyordum, ara ara bakışlarım Clara'ya kaçıyordu, ancak o olduğu yerde sinirle oturmayı tercih etmişti. Ashley, bir şeyleri açıklamadan önce çalıştığı insanları tanımayı severdi. Elindeki purosundan bir duman aldıktan sonra, Hazel'a doğru bir cümle yöneltti. "Bana kendini tanıt." Bu tanışma merasimini hatırlıyordum, Ashley'den ilk iş almadan önce bana da aynısını yapmıştı. Bu yüzden sırtımı duvara yaslayıp kollarımı göğsümde birleştirdim ve aralarında geçecek konuşmayı dinlemeye başladım.
Ashley;
Barı temizlemeye başlarken, cebimden telefonumu çıkarttım. "Usta, bana bir motor daha lazım. Çok ağır olmaması gerekiyor." Diyerek talebimi belirttim. Hazel'a bir motor ayarlamam gerekiyordu, onu sırtımda gezdirmek mantıklı olmayacaktı. Birkaç saatin ardından, Usta Williams'ın sesini kapıda duydum. Buraya getirmek zor olmuş olmalıydı. "Lan amına koyduğumun ayısı, iki elinle kaldırabildiğin şey için beni niye uğraştırdın?" O tok ve sinirli sesi duymak bir anlık yüzümü gülümsetmişti. Hazel'a seslendim, geldiği gibi motoru gösterdim. "Bu artık senin. Şimdilik motor ile yola çıkacağız. Yeterli parayı kazanabilirsek, bir gün Bentley ile çıkacağımıza inanıyorum." Dedim. Usta Williams'ın salak saçma bakışlarını Hazel'ın üzerinde hissettiğimde yüzüm ciddileşti. "Williams. Gitme zamanın geldi." Sesimdeki tehditi hissetmiş olacak ki, basit bir kafa selamı vererek ilerlemeye başladı.
"Bu Yamaha model bir motor. Özellikle hız yaparken rahat hareket edebileceğin ve hafif bir motor seçmeye çalıştım. MT-03, güzel motordur. Sağlam manevralar alabilirsin. Ona iyi bak." Dedim. "Motor sürmeyi bilip bilmediğini sormadım gerçi. Bilmiyorsan ben öğretirim. Çoğu iş için motor en uygun araçtır. Üzerinden atlarsın, saldırırsın. Yapabilirsen, motoru altından fırlatıp milletin üstüne de yollayabilirsin. Kapkaç yapabilirsin. Gerçi, kapkaç gibi basit işlerle işimiz olmayacak. Ancak yeteneğinle çok uyumlu bir alet olduğu diğer bir gerçek. İlerlemeye devam ederken, insanları veya cihazları hackleyebilirsin." Dedim. Sonrasında gülümsedim. "Çok basit düşündüm ama, senin yeteneğini tabi en iyi sen bilirsin." Diye ekledim. Onun işine karışmak istemiyordum ancak gerçekten yeteneğiyle çok uygun diye düşünüyordum.
Akşam vakitleri...
"Hazel." Çıkma vaktimiz gelmişti. İşin detaylarını Ashley'den alacaktık. Ashley eski bir dost gibi düşünülebilirdi, kendisinde her zaman mevcut işler bulunurdu ve ona payını verdiğin sürece, senin arkanı kollardı. Barın arkasından Harley Davidson Fatboy'u çıkarttım. "Atla arkaya. İşin detaylarını alacağımız yere gitmemiz lazım." Yaklaşık yirmi, yirmi beş dakikalık bir yolculuğun ardından mekana vardık. Mekan dışarıdan bir eğlence merkezine benziyordu. Daha doğrusu bu yeni bir akım gibi bir şey olan, Rave Party dedikleri mekanlardandı. Hapiste olduğum süreçte ortaya çıkmış olmalıydı, zira buradaki insanlar Speed içiyor, değişik bir müzikle patlıyor ve ilişkiye giriyorlardı durmadan. En sevmediğim ortamlardan biriydi. Kontrolü olmayan insanların toplaştığı boktan bir yerdi. Eskiden burası daha güzeldi, güzel Club müzikler çalardı, viskini açıp rahatlayabilirdin. Ancak şimdi, kafa ağrıtan boktan müzikler, saçlarını ve tırnaklarını boyayan hippilerle doluydu ortam.
https://youtu.be/bfcsp2L81HU
İçerde çalan müzik iyice boktanlaşmaya devam ederken, kapıda duran iki bodyguarda doğru yaklaştım. Bu lavukların benden haberdar olduğuna emindim, zaten suratıma birkaç saniye baktıktan sonra kapıyı açtılar. "Patron seni bekliyor, V." İkisine de hiçbir şey demeden ilerlemeye başladım, ilerlerken Hazel'ın suratına baktım bir şey dememesi için. Bu kapıdaki adamların götlerinin kalkmasını istemiyordum. Barın içinde ilerlerken, insanların garip garip hareketlerle havayı, yeri, birbirlerini yumrukladıklarını görüyordum. Bunlardan bir tanesine yumruk atsam, muhtemelen anında ölürlerdi. Hazel ve kendim için yol açmak adına, uyuşturucudan beyinleri çürümüş elemanları yara yara geçiyordum. Ashley'nin kapısına geldiğimde, kapının tasarımını değiştirdiğini görüyordum. Eskiden siyah olan kapı, şimdi kıpkırmızı ve elmaslarla donatılmıştı.
İçeriye girmek için kapıyı açtığımda, Ashley'nin yanık suratını dört yıl sonra görmek garip bir hissiyat uyandırmıştı. Yanında duran kadına ve oğlana baktım. Yanında duran mor saçlı kadını bir yerlerden hatırlıyor gibiydim, ancak oğlanı ilk kez gördüğüme emindim. Ashley'den önce söze mor saçlı kadın girmişti. "V... Demek sonunda sahalara döndün! Sahalara döndüğüne göre... Ve canlı olduğuna göre... Bu sefer senin kanını akıtabilirim!" Kız üzerime doğru ani bir şekilde koşturup, kılıcını çekerken onun kim olduğunu hatırladım. Clara Camelia. Bu kızla bir kere randevuya çıkmıştım ve sonrasında psikopatın teki olduğunu anladığımda bırakmıştım. Sadistin tekiydi, sevgililerine acı çektirmek çok hoşuna gidiyordu. En azından bu bilgileri bir yerlerden duymuş ve kendi isteklerinden de teyitlemiştim. Kontrol edilmesi zor bir kadındı. Tam da bu yüzden...
Tam da bu yüzden sağ elimin tersiyle koştuğu gibi tokadı patlattım ve onu duvara zımbaladım. Çok fazla güç kullanmama gerek yoktu, hatta Güç enerjisini kullanmama hiç gerek yoktu, zira onu fiziksel gücümle bile duvara zımbalamak yeterliydi. Yanındaki oğlan bu hareketimden sonra bir anda hareketlenmeye kalksa da, Ashley gözlerimin içine bakarken oğlanın elinden tuttu durması için. "Buraya sorun çıkarmaya mı geldin V? Yoksa iş almaya mı?" Ashley'nin gözlerine bakıp gülümsedim. "İş almaya geldim. Mikroplarını üzerimden uzak tut." Ashley'nin o garip gülümsemesi odada yankılanırken, oğlanın kendini zar zor tuttuğunu görebiliyordum. Gözleri tamamen benim üzerimdeydi. Ara sıra Hazel'a kaçan bakışlarını yakalayabiliyordum, bakışları ona doğru kaçtıkça yumuşuyor sonra bana bakıp sertleşiyordu. Bir erkeği sertleştirmek... Hazel olsa sen eşcinselsin derdi muhtemelen.
Ashley oturduğu masasından kalkıp, önce oğlanı tanıttı. Adının Connell olduğunu öğrendim. Bu kadar tanıtmanın ardından Hazel'ın yanına yaklaştı. Ben de aradaki mesafeyi biraz açtım yüz yüze olabilmeleri için. Gözümü Connell denen çocuğun üzerinde tutuyordum, ara ara bakışlarım Clara'ya kaçıyordu, ancak o olduğu yerde sinirle oturmayı tercih etmişti. Ashley, bir şeyleri açıklamadan önce çalıştığı insanları tanımayı severdi. Elindeki purosundan bir duman aldıktan sonra, Hazel'a doğru bir cümle yöneltti. "Bana kendini tanıt." Bu tanışma merasimini hatırlıyordum, Ashley'den ilk iş almadan önce bana da aynısını yapmıştı. Bu yüzden sırtımı duvara yaslayıp kollarımı göğsümde birleştirdim ve aralarında geçecek konuşmayı dinlemeye başladım.
Ashley;
Clara;
Connell;

Patron gözünün altındaki baş harfleri işaret ederek onun baş harfini de kazıtacak bir şey yapmamasını söylemişti. Bu simgeler Hazel'ın daha önce de dikkatini çekmişti ancak hiç altındaki anlamı düşünmemişti. Şimdi fark ediyordu Y ve M harfleri olduklarını. Babası ve Martinez olmalıydı bunlar. "Yer kalmamış ki patron. Alnının ortasına mı koyacaksın üçüncü göz gibi?" diye cevap verdi kıkırdayarak. Kendi ölüm sahnesi gözlerinin önünde Hint dizilerindeki efektlerle canlanmıştı bunu söylediğinde. Neredeyse delirmiş birisi gibi anırarak gülecekti ama kendisine hakim olabildi. Vincent gerindikten sonra barı temizlemelerini, akşam birine uğrayacaklarını söylemişti. Hazel hemen oturduğu yerden hoplayarak kalktı ve kırık bardakları toplamak için süpürgeyi getirdi. Bunların masrafını maaşından kesmezdi herhalde, değil mi?
Hazel mutfakta kırılanları çöpe kaldırıp kırılmayanları temizleyip yerlerine yerleştirirken patronunun sesini işitti. Hemen fırlayıp yanına gittiğinde patronun ona inanılmaz über süper cool havalı duran bir motoru işaret ettiğini gördü. Bunun artık ona ait olduğunu söylemişti. "Vuuuhuuuuu!" Hazel hızla koşup motorun üzerine çıktı ve hayali bir şekilde kullanıyormuş gibi yaptı. "Vrrııııınnn vrııııınnnn!" Bunu kendi kafasında çok eğlenceli bulmuş olacaktı ki kahkahalar atarak indi motorun üzerinden. Patron bir gün yeterli para kazanırlarsa Bentley ile yola çıkabileceklerini söylemişti. Hazel bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu ama yine de heyecanlanmıştı. Kulağa havalı bir kelime gibi geliyordu çünkü. Vincent'ın Williams ismindeki birine gitme zamanı geldiğini söylediğinde Hazel içeride onlarla birlikte bir adam daha olduğunu fark etti. Motoru getiren o olmalıydı. Ne kendini tanıtmış ne de selamlamıştı adamı ama giderken arkasından el salladı. "Güle güle motorcu bey! Gelin bir ara size içecek bir şeyler ısmarlayalım." Herhalde patronun arkadaşıydı ya da birlikte iş yaptığı birisiydi. Çok umursamıyordu. Adam gittikten sonra patron ona motorunun özelliklerini anlatmaya başlamıştı. Yamaha bilmem ne, hafif, kolay manevra alabileceği bla bla. Hazel yarısını dinlememişti. Motordu işte, sürecekti, vruuum diye gidecekti. Karmaşık detaylarla uğraşmak istemiyordu. Gerçi aklına o an motor kullanmayı bilmediği gelmişti. Acaba bunu da hacklese sürmeyi bilmeden sürebilir miydi? Riske atmaya değer miydi? "Motor sürmeyi bilmiyore patron ama ne kadar zor olabilir ki? Öğretirsin bana. Teşekkür ederim bu arada bu ucuz bir şey olmasa gerek. Maaşımdan kesmeyeceksin bunu di mi? Kırılan bardakları da? Kiramı ödeyemem bak sonra zaten köpek kulübesi gibi bir yerde kalıyorum."
Barın temizliği bitmişti ve yıldızlar buradan pek görünemeseler de gökyüzünde yerlerini almıştı. Akşamın bu saatleri hep daha bir gizemli ve garip bir şekilde huzurlu oluyordu. Hazel kapüşonunu çekip maskesini yüzüne yerleştirmişti. Onun gelişmiş kıyafeti buydu çünkü daha önce hiç gerçekten aksiyona girmesine gerek kalmamıştı. Vincent onu kendi motorunun yanına getirip arkaya binmesini söylemişti. Hazel ona söylendiği gibi yaptı ama bir yandan da tedirgindi. "Patrooon, arkanda olduğumu unutup beni sinek gibi ezmezsin di mi?" Vincent'ın sırtında Hello Kitty'li çocuk çantası gibi duruyordu zira. Yarım saat kadar gittikten sonra Hazel'ın hayatında duyduğu en leş müziğin bangır bangır çaldığı bir mekana gelmişlerdi. Gece kulübü gibi bir şeydi ama ortam fena çılgındı. Müziğin bassından yer titriyordu resmen. Etrafta sevişen, sıçan, uyuşturucu komasına giren, alkolik, hayatı boş vermiş tipler doluydu. İçeriye girdiklerinde müziğin sesi vücutlarının içinde çalmaya başlamıştı resmen. Sanki on beş tane kaslı zenci yatırmış beynini sikiyorlardı. O kadar berbattı ki hiçbir şeye konsantre olamıyordu. Kapının önündeki bodyguardlar patronun Vibratörü beklediğini söyleyerek kapıyı açmışlardı. Vibratör'ün yüzünde öyle bir bakış vardı ki sanki ağzını kapalı tut diyordu ona sessizce. Yani Hazel en azından bu şekilde anlamıştı. İçerisi ana baba günüydü. Leş gibi kusmuk, ter ve apış arası kokuyordu. Vincent insan selinin ortasında denizi ikiye yaran Musa gibi ilerliyordu. Hazel da fıtı fıtı götünün dibinde onu takip ediyordu. Burası hiç kendini ait hissettiği bir mekan değildi, nedense penguen gibi hissediyordu. Niye o kadar hayvan arasından pengueni seçmişti bilmiyordu.
İçeri girdikten sonra kırmızı ve gösterişli bir kapıdan içeri girdiler. Basık ve rutubetli bir odadaydılar. Kapı arkalarından kapatılınca müziğin sesi bir nebze de olsa azalmıştı. İçerde kendisine yabancı üç figür vardı. Birisi kocaman iki tane kişiliği olan ve önemli bir abla gibi duran sarışın bir kadındı. Diğeri kuduz köpeği gibi ağzından salyalar akan mor saçlı bir kadındı. Sonuncusu ise tam gangster tipli bir adamdı. İçeri girdikleri anda mor saçlı kadın V'nin kanını akıtmakla ilgili bir şey söyledikten sonra hızla ona doğru atılmıştı. Patron o an çok havalı bir şey yapmıştı. Kolunu savurmuştu ve kızı duvara top gibi sektirmişti. Hani sanki uğraşmış gibi bile durmuyordu. Masadaki tuzluğa uzanır gibi uzatmıştı kolunu. Sanki sadece dokunmuştu ama kızın resmen duvarda izi kalmıştı. Hazel maskesinin ardından bu sahneye kıs kıs güldü. Baş başa kaldıklarında bunu tekrar hatırlayıp rahat rahat gülmeliydi. Patronun bu hareketinden sonra gangster tipli çocuk dayılık taslayacak gibi olmuştu ama yanındaki önemli abla onu durdurmuştu. Patron havalıydı tabi yine. İş almaya geldik mikroplarını uzak tut demişti. Heytt bee koçum beee!
Hazel'ın bakışları ağır abla ile gangster çocuk arasında gidip geliyordu. Gangster çocuk da kendisine bakıyordu arada. Sonra da patrona dönüyordu bakışları. Sinirlenmiş gibiydi. Hiç hoşlanmazdı böyle artist tiplerden. Ne yani kavgayı ilk mor saçlı başlatmıştı. Kadına el kaldırdı diye patron mu hatalı oluyordu? Boşa kasıntılık yapıyordu. Ağır abla oturduğu patron masasından kalkıp çocuğun adının Connell olduğunu söylemişti. Sonra kendisine doğru yaklaşmıştı. Yaklaştıkça iki kocaman kişiliği de ona doğru yaklaşıyordu. Hazel yutkundu. Sapık gibi dikizlemek istemiyordu ama yani şimdi bu kadar kocamanını da insan her gün görmüyordu. Kadın çok havalı bir şekilde purosundan bir fırt çekip dumanını yüzüne üflemişti. Hazel öksürerek eliyle dumanlı havayı dağıttı. Okay, seksi bir hareketti. Kabul ediyordu. Ona bu kadar yakınlaşınca kadının yüzünün ve vücudunun bir kısmının yanık olduğunu fark etmişti. Yoksa? Soru işareti dolu bakışlarını patrona çevirdi ancak o sırtını duvara dayamış itim söyler götüm dinler moduna geçmişti. Kadın ona kendini tanıtmasını istemişti. Hazel böyle gergin anlarda kendini şaka yaparak rahatlatıyordu. Hiç komik olmayan şakalar yaparak hem de. "Hazel Evans. Her türlü halı, kilim, travel." dedikten sonra gergince kıkırdadı. Kadında mimik oynamamıştı. Yüzünde şeytani bir sırıtma vardı yalnızca. "Patr- V'nin adamıyım. Onun için çalışıyorum. Siber güvenlik ve hack konusunda uzmanım." dedi fazla ayrıntıya girmeden nispeten daha ciddi bir tonda. Ne kadar söylemesi gerektiği konusunda emin değildi. "Bana iş başındayken Synapse de derler. Bazen de kimsin ve evimde ne işin var." Tekrar gergince kıkırdadı. Bugün gerçekten hiç komik değildi.
"İlginç." demişti Ashley yüzündeki gülümsemeyi bir an olsun silmeden. Ortamdaki tuhaf aura Hazel'ı üst üste daha da komik olmayan espriler yapmaya zorluyordu. "Bana yalnızca Ashley derler, kimsin ve evimde ne işin var." Muzip bir gülümseme ve gözlerinde garip bir ışıltıyla elini uzatmıştı sıkmak için. Hazel bu fırsatı kaçırmamak için hemen sıkıca tokalaştı adının Ashley olduğunu öğrendiği kadınla. İsmi de görünüşü gibi ağır ablaydı. Şakasına karşılık vermesi onu biraz etkilemişti, yalan yoktu. "Peki Hazel," dedi kadın ağır ağır oturduğu koltuğa geri dönerken. "hack konusundaki yeteneklerinden bahset, bize nasıl bir katkı sağlayabilirsin?" Hazel sessizce yutkundu. "Her türlü manipülasyon benden sorulur. Bana bilgi lazım deyin, emrinize amadeyim. Her türlü." dedi işaret parmağıyla kafasının içini işaret ederek. "Büyük işler büyük sorumluluklar gerektirir sonuçta, sizin de epey büyük işleriniz olduğu belli oluyor." dedi iki eliyle kocaman memeler işareti yaparak. Bunu neden yapmıştı ki şimdi? Mor saçlı kadının ve Connell'in şaşkınlık dolu bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu. Ashley bir an duraksadıktan sonra resmen kötü kadın kahkahası atmıştı. Ona doğru hafifçe eğilmiş ve yüzündeki gülümseme ile "Sen ya çok cesur ya da çok aptal birisi olmalısın." Tekrar şen bir kahkaha atmıştı. "Pekala, sanırım seni tanımaya başladım. V kendine ilginç bir ortak bulmuş. Hala bu kadar eğlenebiliyorken tadını çıkart." Sesindeki imadan kadının neyi kast ettiğini anlamamıştı. "Beni kurtarın" diyen bakışlarını bir Vincent'a, bir Connell'a yönelttikten sonra ciddileşerek boğazını temizledi. "Sizden iş almaya geldik hanımefendi. Elinizde bize uygun bir iş var mı?"
Hazel mutfakta kırılanları çöpe kaldırıp kırılmayanları temizleyip yerlerine yerleştirirken patronunun sesini işitti. Hemen fırlayıp yanına gittiğinde patronun ona inanılmaz über süper cool havalı duran bir motoru işaret ettiğini gördü. Bunun artık ona ait olduğunu söylemişti. "Vuuuhuuuuu!" Hazel hızla koşup motorun üzerine çıktı ve hayali bir şekilde kullanıyormuş gibi yaptı. "Vrrııııınnn vrııııınnnn!" Bunu kendi kafasında çok eğlenceli bulmuş olacaktı ki kahkahalar atarak indi motorun üzerinden. Patron bir gün yeterli para kazanırlarsa Bentley ile yola çıkabileceklerini söylemişti. Hazel bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu ama yine de heyecanlanmıştı. Kulağa havalı bir kelime gibi geliyordu çünkü. Vincent'ın Williams ismindeki birine gitme zamanı geldiğini söylediğinde Hazel içeride onlarla birlikte bir adam daha olduğunu fark etti. Motoru getiren o olmalıydı. Ne kendini tanıtmış ne de selamlamıştı adamı ama giderken arkasından el salladı. "Güle güle motorcu bey! Gelin bir ara size içecek bir şeyler ısmarlayalım." Herhalde patronun arkadaşıydı ya da birlikte iş yaptığı birisiydi. Çok umursamıyordu. Adam gittikten sonra patron ona motorunun özelliklerini anlatmaya başlamıştı. Yamaha bilmem ne, hafif, kolay manevra alabileceği bla bla. Hazel yarısını dinlememişti. Motordu işte, sürecekti, vruuum diye gidecekti. Karmaşık detaylarla uğraşmak istemiyordu. Gerçi aklına o an motor kullanmayı bilmediği gelmişti. Acaba bunu da hacklese sürmeyi bilmeden sürebilir miydi? Riske atmaya değer miydi? "Motor sürmeyi bilmiyore patron ama ne kadar zor olabilir ki? Öğretirsin bana. Teşekkür ederim bu arada bu ucuz bir şey olmasa gerek. Maaşımdan kesmeyeceksin bunu di mi? Kırılan bardakları da? Kiramı ödeyemem bak sonra zaten köpek kulübesi gibi bir yerde kalıyorum."
Barın temizliği bitmişti ve yıldızlar buradan pek görünemeseler de gökyüzünde yerlerini almıştı. Akşamın bu saatleri hep daha bir gizemli ve garip bir şekilde huzurlu oluyordu. Hazel kapüşonunu çekip maskesini yüzüne yerleştirmişti. Onun gelişmiş kıyafeti buydu çünkü daha önce hiç gerçekten aksiyona girmesine gerek kalmamıştı. Vincent onu kendi motorunun yanına getirip arkaya binmesini söylemişti. Hazel ona söylendiği gibi yaptı ama bir yandan da tedirgindi. "Patrooon, arkanda olduğumu unutup beni sinek gibi ezmezsin di mi?" Vincent'ın sırtında Hello Kitty'li çocuk çantası gibi duruyordu zira. Yarım saat kadar gittikten sonra Hazel'ın hayatında duyduğu en leş müziğin bangır bangır çaldığı bir mekana gelmişlerdi. Gece kulübü gibi bir şeydi ama ortam fena çılgındı. Müziğin bassından yer titriyordu resmen. Etrafta sevişen, sıçan, uyuşturucu komasına giren, alkolik, hayatı boş vermiş tipler doluydu. İçeriye girdiklerinde müziğin sesi vücutlarının içinde çalmaya başlamıştı resmen. Sanki on beş tane kaslı zenci yatırmış beynini sikiyorlardı. O kadar berbattı ki hiçbir şeye konsantre olamıyordu. Kapının önündeki bodyguardlar patronun Vibratörü beklediğini söyleyerek kapıyı açmışlardı. Vibratör'ün yüzünde öyle bir bakış vardı ki sanki ağzını kapalı tut diyordu ona sessizce. Yani Hazel en azından bu şekilde anlamıştı. İçerisi ana baba günüydü. Leş gibi kusmuk, ter ve apış arası kokuyordu. Vincent insan selinin ortasında denizi ikiye yaran Musa gibi ilerliyordu. Hazel da fıtı fıtı götünün dibinde onu takip ediyordu. Burası hiç kendini ait hissettiği bir mekan değildi, nedense penguen gibi hissediyordu. Niye o kadar hayvan arasından pengueni seçmişti bilmiyordu.
İçeri girdikten sonra kırmızı ve gösterişli bir kapıdan içeri girdiler. Basık ve rutubetli bir odadaydılar. Kapı arkalarından kapatılınca müziğin sesi bir nebze de olsa azalmıştı. İçerde kendisine yabancı üç figür vardı. Birisi kocaman iki tane kişiliği olan ve önemli bir abla gibi duran sarışın bir kadındı. Diğeri kuduz köpeği gibi ağzından salyalar akan mor saçlı bir kadındı. Sonuncusu ise tam gangster tipli bir adamdı. İçeri girdikleri anda mor saçlı kadın V'nin kanını akıtmakla ilgili bir şey söyledikten sonra hızla ona doğru atılmıştı. Patron o an çok havalı bir şey yapmıştı. Kolunu savurmuştu ve kızı duvara top gibi sektirmişti. Hani sanki uğraşmış gibi bile durmuyordu. Masadaki tuzluğa uzanır gibi uzatmıştı kolunu. Sanki sadece dokunmuştu ama kızın resmen duvarda izi kalmıştı. Hazel maskesinin ardından bu sahneye kıs kıs güldü. Baş başa kaldıklarında bunu tekrar hatırlayıp rahat rahat gülmeliydi. Patronun bu hareketinden sonra gangster tipli çocuk dayılık taslayacak gibi olmuştu ama yanındaki önemli abla onu durdurmuştu. Patron havalıydı tabi yine. İş almaya geldik mikroplarını uzak tut demişti. Heytt bee koçum beee!
Hazel'ın bakışları ağır abla ile gangster çocuk arasında gidip geliyordu. Gangster çocuk da kendisine bakıyordu arada. Sonra da patrona dönüyordu bakışları. Sinirlenmiş gibiydi. Hiç hoşlanmazdı böyle artist tiplerden. Ne yani kavgayı ilk mor saçlı başlatmıştı. Kadına el kaldırdı diye patron mu hatalı oluyordu? Boşa kasıntılık yapıyordu. Ağır abla oturduğu patron masasından kalkıp çocuğun adının Connell olduğunu söylemişti. Sonra kendisine doğru yaklaşmıştı. Yaklaştıkça iki kocaman kişiliği de ona doğru yaklaşıyordu. Hazel yutkundu. Sapık gibi dikizlemek istemiyordu ama yani şimdi bu kadar kocamanını da insan her gün görmüyordu. Kadın çok havalı bir şekilde purosundan bir fırt çekip dumanını yüzüne üflemişti. Hazel öksürerek eliyle dumanlı havayı dağıttı. Okay, seksi bir hareketti. Kabul ediyordu. Ona bu kadar yakınlaşınca kadının yüzünün ve vücudunun bir kısmının yanık olduğunu fark etmişti. Yoksa? Soru işareti dolu bakışlarını patrona çevirdi ancak o sırtını duvara dayamış itim söyler götüm dinler moduna geçmişti. Kadın ona kendini tanıtmasını istemişti. Hazel böyle gergin anlarda kendini şaka yaparak rahatlatıyordu. Hiç komik olmayan şakalar yaparak hem de. "Hazel Evans. Her türlü halı, kilim, travel." dedikten sonra gergince kıkırdadı. Kadında mimik oynamamıştı. Yüzünde şeytani bir sırıtma vardı yalnızca. "Patr- V'nin adamıyım. Onun için çalışıyorum. Siber güvenlik ve hack konusunda uzmanım." dedi fazla ayrıntıya girmeden nispeten daha ciddi bir tonda. Ne kadar söylemesi gerektiği konusunda emin değildi. "Bana iş başındayken Synapse de derler. Bazen de kimsin ve evimde ne işin var." Tekrar gergince kıkırdadı. Bugün gerçekten hiç komik değildi.
"İlginç." demişti Ashley yüzündeki gülümsemeyi bir an olsun silmeden. Ortamdaki tuhaf aura Hazel'ı üst üste daha da komik olmayan espriler yapmaya zorluyordu. "Bana yalnızca Ashley derler, kimsin ve evimde ne işin var." Muzip bir gülümseme ve gözlerinde garip bir ışıltıyla elini uzatmıştı sıkmak için. Hazel bu fırsatı kaçırmamak için hemen sıkıca tokalaştı adının Ashley olduğunu öğrendiği kadınla. İsmi de görünüşü gibi ağır ablaydı. Şakasına karşılık vermesi onu biraz etkilemişti, yalan yoktu. "Peki Hazel," dedi kadın ağır ağır oturduğu koltuğa geri dönerken. "hack konusundaki yeteneklerinden bahset, bize nasıl bir katkı sağlayabilirsin?" Hazel sessizce yutkundu. "Her türlü manipülasyon benden sorulur. Bana bilgi lazım deyin, emrinize amadeyim. Her türlü." dedi işaret parmağıyla kafasının içini işaret ederek. "Büyük işler büyük sorumluluklar gerektirir sonuçta, sizin de epey büyük işleriniz olduğu belli oluyor." dedi iki eliyle kocaman memeler işareti yaparak. Bunu neden yapmıştı ki şimdi? Mor saçlı kadının ve Connell'in şaşkınlık dolu bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu. Ashley bir an duraksadıktan sonra resmen kötü kadın kahkahası atmıştı. Ona doğru hafifçe eğilmiş ve yüzündeki gülümseme ile "Sen ya çok cesur ya da çok aptal birisi olmalısın." Tekrar şen bir kahkaha atmıştı. "Pekala, sanırım seni tanımaya başladım. V kendine ilginç bir ortak bulmuş. Hala bu kadar eğlenebiliyorken tadını çıkart." Sesindeki imadan kadının neyi kast ettiğini anlamamıştı. "Beni kurtarın" diyen bakışlarını bir Vincent'a, bir Connell'a yönelttikten sonra ciddileşerek boğazını temizledi. "Sizden iş almaya geldik hanımefendi. Elinizde bize uygun bir iş var mı?"
Last edited by Synapse on 15 Jun 2024, 23:06, edited 1 time in total.

Hazel kendini tanıtma merasimine başladığında, sakin bir şekilde kenarda duruyordum. Gözlerimi ara ara kapatarak dinlendiriyordum. Hazel'in espritüel kişiliğinin her ortamda ortaya çıkıyor olması beni şaşırtıyordu. Ağzını tutmayan bir kişiliği olmalıydı, bu en sevdiğim yönlerden birisiydi. Ashley'nin yüzünde mimik oynamaması hayra alamet miydi bilmiyorum ancak burada bir şey yapmayacağından emindim. Benim için çalıştığını ve siber güvenlik, hack konusunda uzman olduğunu söylüyordu. İş başındayken kendisine Synapse denildiğini söylemişti. Bunu ben de sormamıştım, burada öğreniyordum. İlginç, güzel bir isimdi. Ancak sonrasında kurduğu kelimeler, kahkaha atmamak için kendimi tutmama sebebiyet veriyordu. Ciddi bir şekilde konuşmaya çalışırken araya böyle bir şey sıkıştırması, komiğime gidiyordu.
Ashley yüzündeki gülümsemeyi silmeden konuşmaya başlamış ve Hazel'a onun esprisiyle yanıt vermişti. Sanırım bu iki deli birbirleriyle iyi anlaşıyorlardı. Umarım Hazel onu çok fazla sevmemiştir, çünkü yakın bir zamanda Ashley'i öldürerek mekana çökmeyi planlıyorum. Bu planı henüz ona söylemedim, zamanı gelince belirteceğim bir şeydi. Şimdilik, iş üstüne iş alıp tekrardan sokaklarda ismimi diriltme zamanıydı. V isminin hiçbir zaman ölmediğini, sokaklarda hala gezindiğini biliyordum ancak bir süredir aktif olmamak, konuşulanları azaltmış olmalıydı. Özellikle ismimin ve yaptıklarımın Devils'in kulağına gitmesini heyecanla çekiyordum.
Ashley, Hazel'ın yeteneklerini daha fazla sorgulamaya devam ederken, Hazel'da ona kendi gücü hakkında bilgilerini veriyordu. Bir yandan esprili konuşmalarını devam ettiriyor olması, Ashley'nin ilginç bir şekilde gülmesine sebep olmuştu. Onun ya çok cesur ya da çok aptal olduğunu söylüyor, benim ilginç bir ortak bulduğumu söylüyordu. "Sağlam bir ortaktır." diyerek cevap vermiştim. Sonrasında ise Hazel söze girerek iş almaya geldiğini, elinde uygun bir iş olup olmadığını soruyordu. Bu işleri çok fazla bilmediği kesindi. "İşler en baştan belirlenir Hazel. Bir kontrat gibi düşün, ne yapılacağı kesindir ve direkt olarak çağırılırsın." Diyerek cümlelerimi noktaladım. Ashley yavaş yavaş oturduğu yere dönerken yerden kalkan Clara'ya baktım. Bakışları öfke doluydu, ancak umurumda bile değildi.
"Bir adam var. Adı Markov. Kendisi pezevenk, gerçek bir pezevenk. Her gün, gece 1 sularında bir teslimat yapıyor. Teslimatın uyuşturucu ve kadın olduğunu düşünüyoruz. Limanda bütün ekibiyle birlikte toplanıyor. Teslimatını durdurmanı, adamı ele geçirmeni istiyorum. Kan döküp dökmemek sana kalmış, ancak orada bildiğimiz kadarıyla yüklü bir miktar para alışverişi de dönüyor. Paranın %60'ını size vereceğim." Ashley işaret parmağını gülümseyerek bana doğru uzattı. "Adamı canlı istiyorum." Anladığımı belirtmek için kafamı yukarı aşağı doğru salladıktan sonra Hazel'a döndüm. "Bir sorun varsa şimdi sor. Sonradan Ashley'e ulaşmayacağız." Diyerek sorusu var mı yok mu öğrenmek için bekledim.
Ashley yüzündeki gülümsemeyi silmeden konuşmaya başlamış ve Hazel'a onun esprisiyle yanıt vermişti. Sanırım bu iki deli birbirleriyle iyi anlaşıyorlardı. Umarım Hazel onu çok fazla sevmemiştir, çünkü yakın bir zamanda Ashley'i öldürerek mekana çökmeyi planlıyorum. Bu planı henüz ona söylemedim, zamanı gelince belirteceğim bir şeydi. Şimdilik, iş üstüne iş alıp tekrardan sokaklarda ismimi diriltme zamanıydı. V isminin hiçbir zaman ölmediğini, sokaklarda hala gezindiğini biliyordum ancak bir süredir aktif olmamak, konuşulanları azaltmış olmalıydı. Özellikle ismimin ve yaptıklarımın Devils'in kulağına gitmesini heyecanla çekiyordum.
Ashley, Hazel'ın yeteneklerini daha fazla sorgulamaya devam ederken, Hazel'da ona kendi gücü hakkında bilgilerini veriyordu. Bir yandan esprili konuşmalarını devam ettiriyor olması, Ashley'nin ilginç bir şekilde gülmesine sebep olmuştu. Onun ya çok cesur ya da çok aptal olduğunu söylüyor, benim ilginç bir ortak bulduğumu söylüyordu. "Sağlam bir ortaktır." diyerek cevap vermiştim. Sonrasında ise Hazel söze girerek iş almaya geldiğini, elinde uygun bir iş olup olmadığını soruyordu. Bu işleri çok fazla bilmediği kesindi. "İşler en baştan belirlenir Hazel. Bir kontrat gibi düşün, ne yapılacağı kesindir ve direkt olarak çağırılırsın." Diyerek cümlelerimi noktaladım. Ashley yavaş yavaş oturduğu yere dönerken yerden kalkan Clara'ya baktım. Bakışları öfke doluydu, ancak umurumda bile değildi.
"Bir adam var. Adı Markov. Kendisi pezevenk, gerçek bir pezevenk. Her gün, gece 1 sularında bir teslimat yapıyor. Teslimatın uyuşturucu ve kadın olduğunu düşünüyoruz. Limanda bütün ekibiyle birlikte toplanıyor. Teslimatını durdurmanı, adamı ele geçirmeni istiyorum. Kan döküp dökmemek sana kalmış, ancak orada bildiğimiz kadarıyla yüklü bir miktar para alışverişi de dönüyor. Paranın %60'ını size vereceğim." Ashley işaret parmağını gülümseyerek bana doğru uzattı. "Adamı canlı istiyorum." Anladığımı belirtmek için kafamı yukarı aşağı doğru salladıktan sonra Hazel'a döndüm. "Bir sorun varsa şimdi sor. Sonradan Ashley'e ulaşmayacağız." Diyerek sorusu var mı yok mu öğrenmek için bekledim.

Vincent araya girmiş ve işlerin önceden belirlendiğini, kontrat gibi olduklarını söylemişti. Hazel onun lafa girmesiyle birlikte rahat bir soluk aldı. İşlerin nasıl yürüdüğünü bilmiyordu tabi ki de, yeraltı dünyasına dair bildiği tek şey Godfather filmindeki mafyadan ibaretti. Çok fazla kafasını yormak da istemiyordu. İşi versinlerdi gitsinlerdi işte. Ashley söze girmiş ve Markov adındaki bir pezevenkten bahsetmeye başlamıştı. Adam cidden pezevenkti, hakaret olan değil. Kadın ve uyuşturucu satıyordu. İsmi de Rus ismi gibiydi. Limanda tüm ekibiyle birlikte gece 1 sularında teslimat yaptığını söylemişti. Görevleri teslimatı ele geçirmek ve adamı canlı yakalamaktı. Paranın da %60'ı onların olacaktı. Ortada ne kadar para söz konusuydu bilmiyordu ama adamı canlı yakalamak kulağa çok eğlenceli gelmişti. Daha önce hiç pis işler yapan bir insanı canlı yakalamaya çalışmamıştı. Hatta daha önce hiç herhangi bir insanı yakalamaya çalışmamıştı. "Havalıııııı..." diye mırıldandı kendi kendine Ashley'in gülümseyen yüzüne bakarken.
Vincent ona dönerek bir sorusu olup olmadığını sormuştu. Ashley'e sonra bir daha ulaşmayacaklarını söylemişti. Hazel iki eliyle kocaman meme işareti yaparak "Büyük işlerimiz ve büyük sorumluluklarımız var!" demişti yeniden kıkırdayarak. Sonrasında biraz düşündü. Bir sorusu var mıydı? Bu tarz işlerde tecrübeli olmadığından ne sorulması gerektiğini de bilmiyordu. Bu tıpkı çok zengin birisinin orta halli veya fakir birisine "Sana Dubai'den gelirken ne getirmemi istersin?" diye sorması gibiydi. Fakir birisinin Dubai'den ne isteneceğini bilmesine de imkan yoktu çünkü. Hayır, Hazel daha önce böyle bir şeyi tecrübe etmiş filan değildi ki tabi ki. Başını iki yana sallayarak eliyle asker selamı verdi. "Soru yok! İşi oldu bilin. Yeniden görüşürüz güzel patron bağyan." dedi Ashley'e havadan öpücük atarak. "Sizlerle çok konuşamadık ama sizlerle de görüşürüz asi bağyan ve bağy." Mor saçlı kıza ve Connell adındaki oğlana da havada öpücükler gönderdi. Kimse öpücüğünü havada yakalamamıştı ve bu Hazel'ı bir miktar üzmüştü. Sonra Vincent'a döndü. "Hadi ortalığın içinden geçelim patron. Ketçap mayonez edelim her yeri."
Vincent ona dönerek bir sorusu olup olmadığını sormuştu. Ashley'e sonra bir daha ulaşmayacaklarını söylemişti. Hazel iki eliyle kocaman meme işareti yaparak "Büyük işlerimiz ve büyük sorumluluklarımız var!" demişti yeniden kıkırdayarak. Sonrasında biraz düşündü. Bir sorusu var mıydı? Bu tarz işlerde tecrübeli olmadığından ne sorulması gerektiğini de bilmiyordu. Bu tıpkı çok zengin birisinin orta halli veya fakir birisine "Sana Dubai'den gelirken ne getirmemi istersin?" diye sorması gibiydi. Fakir birisinin Dubai'den ne isteneceğini bilmesine de imkan yoktu çünkü. Hayır, Hazel daha önce böyle bir şeyi tecrübe etmiş filan değildi ki tabi ki. Başını iki yana sallayarak eliyle asker selamı verdi. "Soru yok! İşi oldu bilin. Yeniden görüşürüz güzel patron bağyan." dedi Ashley'e havadan öpücük atarak. "Sizlerle çok konuşamadık ama sizlerle de görüşürüz asi bağyan ve bağy." Mor saçlı kıza ve Connell adındaki oğlana da havada öpücükler gönderdi. Kimse öpücüğünü havada yakalamamıştı ve bu Hazel'ı bir miktar üzmüştü. Sonra Vincent'a döndü. "Hadi ortalığın içinden geçelim patron. Ketçap mayonez edelim her yeri."
Last edited by Synapse on 15 Jun 2024, 23:06, edited 1 time in total.
