Devils'in hareketleri, tahmin ettiğim gibi ilerliyor. Sophia, bu davayı kendi başına açmak zorunda kalmış, Devils ona bir şey söylememiş. Ashley'nin ölümünden sonra, bir daha ona hiç ulaşmamışlar. Sadece çocuğuna bakabilmek için bana bu davayı açmış, muhtemelen benden alacağı para ile bir şeyler yapmayı deneyecekti. Devils'in kendi çetesine sahip çıkmamasını anlamıyorum. Özellikle bu işlerin içerisinde iken, çeteler kendi üyelerine kim olursa olsunlar, sahip çıkmalılar. Sophia'yı önemsemeyeceklerini biliyordum, onlar böyle bir çete, işlerine gelene kadar çok sertler, ama işlerine gelmedikleri zaman bir jelibon gibi yumuşak bir hale geliyorlar. Bu kadına umut vermiş olmak beni sevindiriyor, birisini yarı yolda bırakacak değilim. Üstelik, böylesine zor bir durumda kalmışsa ve ortada masum bir çocuk varsa. Benim yanımda olana, her zaman sahip çıkacağım.
American Gods, böyle bir çete işte. Yanındakini kollayan, sırtını güvenle dostuna yaslayan.
Kadına söylediğim her şey bittiğinde, arkamı dönüp yürümeye başladım. Arkamdan iletişime geçeceğini söylemesine rağmen dönmedim ve arabaya yürümeye devam ettim, ancak John'un arkasını tekrardan dönmesiyle birlikte sadece gülümsedim. Bu kadar yumuşak da olmamalıydı. Ona verilmesi gereken bir ton eğitim vardı belli ki. Rolls-Royce'un kapısını açıp içeri geçtiğim gibi, alnımı ovuşturdum işaret ve baş parmağımla birlikte. Sonrasında Yousef'in yola çıkmasıyla birlikte söze girdim John'a karşı.
"Orada sorduğum soruya, kısmen doğru bir cevap verdin." Dedim. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra söze girdim. "Şartlar bazen çok zor olacak. Ortada masum bir çocuk olması, işimizi çok zorlaştırdı." Sol işaret parmağımı havaya kaldırdım. "İlk düşünmen gereken, senin düşmanın kim? Düşmanın bu durumlarda ne yapıyor, çok iyi tanımalısın. Ortada masum bir çocuk olması, kadının ne yapacağını değiştirmeyebilir, çünkü düşmanın böyle şeyleri önüne engel olması için koymuş olabilir. Ben, Devils'i tanıdığım için böyle bir harekete kalkıştım. O kadını ortada bırakacaklarını iyi biliyordum, eğer davayı onlar açtırmış olsaydı kadını ve çocuğunu kaçıracaktım. O zaman da, kaçırdığım anda gözden çıkardıklarını kanıtlayacaktım." İşaret parmağımı indirdim. Elimi dizimin üstüne koydum. "Önce düşmanının ne yapacağını bil, sonrasında diğer durumları değerlendir. Her ne kadar ortada zarar görmesini istemediğimiz kişiler olsa da, önceliğin çeten olmalı. Çetenin iyiliği, her şeyden önemlidir." Bence alması gereken dersi aldı diye düşünüyordum. Yine de üstüne konuşmak isterse, daha fazlasını da anlatabilirdim.
Bir süre sonra, Miami'nin tehlikeli bölgelerinden birine giriş yapmıştık. Sanırım bu Tony denen eleman başımıza iş açacak birisiydi. Muhtemelen, ortalığın birbirine karışacağı yer burası olacaktı ve Sophia gibi sonuçlanmayacaktı. Tony'nin evinin önüne geldiğimiz anda John'un sözlerine karşılık, "Ortalığı karıştırmamaya çalışacağız, ama karışırsa önceliğimiz Yousef'i korumak." dedim. Panjurların içerisinde gördüğüm el, hızla perdeyi çekip kapamıştı. Tony ona geleceğimizi biliyor olmalıydı. Zili çaldığımızda, bir ses, bir hareket yoktu, John bana dönüp açmayı teklif ettiğinde, arka taraftan duyduğum ince gıcırdama sesiyle birlikte kulaklarım dikeldi. İşaret parmağımı dudaklarıma götürüp 'Sus' işareti yaptıktan sonra, aynı elimin baş parmağıyla kapıyı işaret ederek açmasını söyledim sessizce, benim de arkaya gideceğimi belirttim. Arkaya gitmek basitti, gücümün az bir kısmını ayaklarımın altında toplayacak ve zıplayacaktım, sonra gücü kesmeyerek evin tepesinde koşturarak arkaya varacaktım. Muhtemelen birkaç saniyemi almazdı. John tamam olduktan sonra, hızla harekete geçecektim.
[American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon
Synapse: Cole, çenesini sertçe tuttuğun an ufak bir yutkunma sesi çıkarıyor, yüzünde teatral bir panik ifadesi beliriyor. Bir adım geri çekilip ellerini iki yana açıyor. "Yalnız hanfendi ben kadınlarla bu kadar yaklaşınca bayılabiliyorum. Lütfen biraz dikkat edelim." diyor, gözlerini kırpıştırarak. Abarttığı belli ama bu ukala tavrı bırakmıyor. Sonrasında omuzlarını silkip etrafında yürümeye başlıyor. Depodaki raflara, tavandaki zincirlere, hatta köşede duran forkliftin üstündeki toz tabakasına parmağını sürüyor. Bir anlatıcı edasıyla konuşmaya başlıyor.
"Şimdi biliyorsunuz Meksikalılar var. Varlar yani, gerçekler. Çeteleri de mevcut, Miami civarında baya mevcut. Benim de çete geçmişim var, hikayeyi başa sarmayalım, anladınız. İzleyicilerimiz de SIKILMASINLAR." Bir an boşluğa bakıyor, gözleri sanki görünmeyen birilerine hitap ediyormuş gibi odaklanıyor. Sen de Robert da bu kısa anın tuhaflığını hissediyorsunuz. Ardından devam ediyor. "Sin Ira adında bir çeteye problem çıkardım. Sokakta rastgele dövdüğüm bir adam onların üyesiymiş, çok kızdılar. Dedim ulan siz kim, karargahlarına saldırayım bari dedim çünkü peşlerime takıldılar. Sonra bir baktım adamlar Meksika hükümeti tarafından fonlanıyormuş amk. Hemen dedim, yok aga, sarmazzzzzz geç."
Burada kısa bir süre sessizleşiyor. Kaşlarını kaldırıp sırayla yüzünüze bakıyor, tepkilerinizi ölçmeye çalışıyor. Gülümseyerek dişlerini gösteriyor. "Tabii ben peşlerini bıraktım diye onlar beni bırakmadı. Uluorta buldukları an çatır çutur diye düşünüyorum şahsen. Sniper olayı da mecaziydi bu arada, o kadar da değil. Ama ben diyorum ki bunları batırsam hem eğlenceli olur, hem bizim hükümet belki beni ödüllendirir." Gözlerini sana dikiyor, sanki biraz daha yaklaşmaya çalışır gibi. "Hem sizin mekana gelmiş oldum. Ortadan kalkacakları için sizin beni reddetmeniz halinde benim buradan çıkışımdan sonra size bulaşmamış olurlar."
Robert’ın yüzü kasılıyor, gözlerinde öfke parlıyor. Yumruklarını sıkıyor. "Bizi tehdit mi ediyorsun lan sen?" Cole hemen ellerini kaldırıyor, kahkaha atarak geri adım atıyor. "Yok la, şaka şaka! Abi vallahi şaka! Özür dilerim, yanlış anladın. Tehdit olur mu hiç? Robert kardeşim, hiç mizah anlayışın yok ha!" Robert homurdanarak ileri adım atıyor. "Bir daha ağzına öyle bir laf alırsan kafanı patlatırım, anladın mı?" Cole sahte bir korku ifadesiyle geri sıçrıyor, sonra kıkır kıkır gülüyor. "Peki peki anladık, sen neymişsin be abi. HAM, HAM, HAM. Bir daha demem. Ama kabul edin, on numara tepki verdi." Robert gözlerini devrerek başını iki yana sallıyor, dişlerinin arasından "Salak herif." diye söyleniyor.
Cole'un varlığı ciddiyetle saçmalık arasında gidip geliyor. Ne yapacaksın? Ne yapacağız? Ne oluyor şu an?
V: Rolls-Royce’un ağır gövdesi sokakta yavaşlarken, John yanında sessizce kıpırdanıyor. Arabada konuştuklarını aklına getiriyorsun. Özgüveni eksik, kendine tam inanmayan cümleler. "Patron... bilmiyorum ya, belki yanlış yaparım." demişti bir ara. "Ben daha önce kimseyi öldürmedim, belki midem kaldırmaz, belki rezil olurum..." Sözlerinin altına sakladığı endişeyi görmüştün. Ama yine de onun içinde, doğru yönlendirilirse yükselebilecek bir kıvılcım vardı.
Şimdi, evin önündesiniz. Perdeler kapanmış, içeride bir hareket var. John, senin işaretini görünce derin bir nefes alıyor. "Tamam patron." diye fısıldıyor. Sen gücünü ayaklarının altına toplarken, John kapının sürgüsüne hafifçe dokunuyor. Metalden minik bir çıtırtı geliyor, parmaklarının arasında ince kıvılcımlar dans ediyor. Elektrik gücünü ilk kez ciddi bir şekilde kullanmaya niyetlenmiş belli ki. Bir anda kapının kilidi cızırdayarak açılıyor. John hafif bir sırıtışla sana bakıyor. "Anahtar falan gerekmedi." O sırada sen çoktan yukarıdasın. Gücünü kullanarak çatıya sıçramış, evin arkasına doğru koşuyorsun. Çatı kiremitleri altında ayak seslerin yankılanırken, arka tarafta küçük bir servis kapısının aralık olduğunu görüyorsun. Gıcırdama sesi buradan gelmişti.
Kapının önünde iki silahlı adam duruyor. Birbirlerine fısıldıyorlar. "Marquez içeride, hazırlık yapıyor. Polisi içeri sokarsak işi bitik." Sen onları görüyorsun, ama onlar seni fark etmemiş. Önde ise John içeri adımını atar atmaz karşısına başka bir adam çıkıyor. Elinde paslı bir tabanca. John refleksle elini kaldırıyor. Anlık bir parıltının ardından kıvılcımlar adamın silahını kaplıyor. Adamın parmakları uyuşuyor, tabanca elinden fırlayıp yere düşüyor. Adam çığlık atıp geriye sendeleyerek duvara tosluyor. John’un gözlerinde şaşkınlık ve heyecan var. "İşte bu lan! Çalıştı!" diye fısıldıyor kendi kendine. Ama titriyor, yaptığı şeyin ağırlığını anlamış gibi.
O sırada bir ses duyuyorsun. Evin içinden bir ses, pencerelerden biri açılıyor. İçeriden bir kadın bağırıyor. "Anthony! Polis geliyor! Siren sesleri yaklaşıyor!" Ama dışarı baktığında fark ediyorsun ki siren yok. Bu, içerideki adamlardan birinin blöfü. Oldukça amatör bir blöf, ne işe yarayacağını da anlamıyorsun. John'un yüzü donuyor, göğsü inip kalkıyor. "Hassiktir, ya polis gerçekten gelirse?" Tam o sırada çatıda olduğun noktadan bakınca görüyorsun. Arka kapının açıldığı yerdeki iki adamdan biri, telsizle konuşuyor. “American Gods geldi. Şimdi sıkıştırıyoruz, Tony hazır olsun.”
Belli ki John'u içeridekiler çoktan gördü, ama Tony orada mı, kim var kim yok emin olamıyorsun. Sen çatıdan içerisi dışında her şeyi görebiliyorsun. John içeride, gücünü yeni keşfetmiş ama panik halinde, öndeki adam artık etkisiz ama her an kendine gelebilir. Arkada ise iki silahlı adam, telsizle Marquez’e haber veriyor. İçeride pusuda bekliyorlar. Burada alacağın karar kritik. John'u yalnız bırakıp arka kapıdaki adamlara saldırarak bağlantıyı kesebilirsin. Ya da John'un yanında kalıp, gücünü kontrol etmesi için ona destek olabilirsin. Belki de Tony ile doğrudan yüzleşmek için risk alıp içeri dalabilirsin. Veya kim bilir, belki başka bir planın vardır. Hangi yolu seçeceğin, gidişatı tamamen değiştirecek.
"Şimdi biliyorsunuz Meksikalılar var. Varlar yani, gerçekler. Çeteleri de mevcut, Miami civarında baya mevcut. Benim de çete geçmişim var, hikayeyi başa sarmayalım, anladınız. İzleyicilerimiz de SIKILMASINLAR." Bir an boşluğa bakıyor, gözleri sanki görünmeyen birilerine hitap ediyormuş gibi odaklanıyor. Sen de Robert da bu kısa anın tuhaflığını hissediyorsunuz. Ardından devam ediyor. "Sin Ira adında bir çeteye problem çıkardım. Sokakta rastgele dövdüğüm bir adam onların üyesiymiş, çok kızdılar. Dedim ulan siz kim, karargahlarına saldırayım bari dedim çünkü peşlerime takıldılar. Sonra bir baktım adamlar Meksika hükümeti tarafından fonlanıyormuş amk. Hemen dedim, yok aga, sarmazzzzzz geç."
Burada kısa bir süre sessizleşiyor. Kaşlarını kaldırıp sırayla yüzünüze bakıyor, tepkilerinizi ölçmeye çalışıyor. Gülümseyerek dişlerini gösteriyor. "Tabii ben peşlerini bıraktım diye onlar beni bırakmadı. Uluorta buldukları an çatır çutur diye düşünüyorum şahsen. Sniper olayı da mecaziydi bu arada, o kadar da değil. Ama ben diyorum ki bunları batırsam hem eğlenceli olur, hem bizim hükümet belki beni ödüllendirir." Gözlerini sana dikiyor, sanki biraz daha yaklaşmaya çalışır gibi. "Hem sizin mekana gelmiş oldum. Ortadan kalkacakları için sizin beni reddetmeniz halinde benim buradan çıkışımdan sonra size bulaşmamış olurlar."
Robert’ın yüzü kasılıyor, gözlerinde öfke parlıyor. Yumruklarını sıkıyor. "Bizi tehdit mi ediyorsun lan sen?" Cole hemen ellerini kaldırıyor, kahkaha atarak geri adım atıyor. "Yok la, şaka şaka! Abi vallahi şaka! Özür dilerim, yanlış anladın. Tehdit olur mu hiç? Robert kardeşim, hiç mizah anlayışın yok ha!" Robert homurdanarak ileri adım atıyor. "Bir daha ağzına öyle bir laf alırsan kafanı patlatırım, anladın mı?" Cole sahte bir korku ifadesiyle geri sıçrıyor, sonra kıkır kıkır gülüyor. "Peki peki anladık, sen neymişsin be abi. HAM, HAM, HAM. Bir daha demem. Ama kabul edin, on numara tepki verdi." Robert gözlerini devrerek başını iki yana sallıyor, dişlerinin arasından "Salak herif." diye söyleniyor.
Cole'un varlığı ciddiyetle saçmalık arasında gidip geliyor. Ne yapacaksın? Ne yapacağız? Ne oluyor şu an?
V: Rolls-Royce’un ağır gövdesi sokakta yavaşlarken, John yanında sessizce kıpırdanıyor. Arabada konuştuklarını aklına getiriyorsun. Özgüveni eksik, kendine tam inanmayan cümleler. "Patron... bilmiyorum ya, belki yanlış yaparım." demişti bir ara. "Ben daha önce kimseyi öldürmedim, belki midem kaldırmaz, belki rezil olurum..." Sözlerinin altına sakladığı endişeyi görmüştün. Ama yine de onun içinde, doğru yönlendirilirse yükselebilecek bir kıvılcım vardı.
Şimdi, evin önündesiniz. Perdeler kapanmış, içeride bir hareket var. John, senin işaretini görünce derin bir nefes alıyor. "Tamam patron." diye fısıldıyor. Sen gücünü ayaklarının altına toplarken, John kapının sürgüsüne hafifçe dokunuyor. Metalden minik bir çıtırtı geliyor, parmaklarının arasında ince kıvılcımlar dans ediyor. Elektrik gücünü ilk kez ciddi bir şekilde kullanmaya niyetlenmiş belli ki. Bir anda kapının kilidi cızırdayarak açılıyor. John hafif bir sırıtışla sana bakıyor. "Anahtar falan gerekmedi." O sırada sen çoktan yukarıdasın. Gücünü kullanarak çatıya sıçramış, evin arkasına doğru koşuyorsun. Çatı kiremitleri altında ayak seslerin yankılanırken, arka tarafta küçük bir servis kapısının aralık olduğunu görüyorsun. Gıcırdama sesi buradan gelmişti.
Kapının önünde iki silahlı adam duruyor. Birbirlerine fısıldıyorlar. "Marquez içeride, hazırlık yapıyor. Polisi içeri sokarsak işi bitik." Sen onları görüyorsun, ama onlar seni fark etmemiş. Önde ise John içeri adımını atar atmaz karşısına başka bir adam çıkıyor. Elinde paslı bir tabanca. John refleksle elini kaldırıyor. Anlık bir parıltının ardından kıvılcımlar adamın silahını kaplıyor. Adamın parmakları uyuşuyor, tabanca elinden fırlayıp yere düşüyor. Adam çığlık atıp geriye sendeleyerek duvara tosluyor. John’un gözlerinde şaşkınlık ve heyecan var. "İşte bu lan! Çalıştı!" diye fısıldıyor kendi kendine. Ama titriyor, yaptığı şeyin ağırlığını anlamış gibi.
O sırada bir ses duyuyorsun. Evin içinden bir ses, pencerelerden biri açılıyor. İçeriden bir kadın bağırıyor. "Anthony! Polis geliyor! Siren sesleri yaklaşıyor!" Ama dışarı baktığında fark ediyorsun ki siren yok. Bu, içerideki adamlardan birinin blöfü. Oldukça amatör bir blöf, ne işe yarayacağını da anlamıyorsun. John'un yüzü donuyor, göğsü inip kalkıyor. "Hassiktir, ya polis gerçekten gelirse?" Tam o sırada çatıda olduğun noktadan bakınca görüyorsun. Arka kapının açıldığı yerdeki iki adamdan biri, telsizle konuşuyor. “American Gods geldi. Şimdi sıkıştırıyoruz, Tony hazır olsun.”
Belli ki John'u içeridekiler çoktan gördü, ama Tony orada mı, kim var kim yok emin olamıyorsun. Sen çatıdan içerisi dışında her şeyi görebiliyorsun. John içeride, gücünü yeni keşfetmiş ama panik halinde, öndeki adam artık etkisiz ama her an kendine gelebilir. Arkada ise iki silahlı adam, telsizle Marquez’e haber veriyor. İçeride pusuda bekliyorlar. Burada alacağın karar kritik. John'u yalnız bırakıp arka kapıdaki adamlara saldırarak bağlantıyı kesebilirsin. Ya da John'un yanında kalıp, gücünü kontrol etmesi için ona destek olabilirsin. Belki de Tony ile doğrudan yüzleşmek için risk alıp içeri dalabilirsin. Veya kim bilir, belki başka bir planın vardır. Hangi yolu seçeceğin, gidişatı tamamen değiştirecek.