İşler ve Diğer İşler

User avatar
V
American Gods
American Gods
Posts: 44
Joined: 24 May 2024, 23:53

Götümden ince bir sızı halinde gelen acıyı takmadan ilerlemiş ve Markov'un kusmasının bitmesini beklemeye başlamıştım. Hazel'ın gelen özrüne karşılık tepkisiz kalmıştım, zira özür dilenecek bir muhabbet olduğunu düşünmüyordum. Böyle şeyler olabilirdi, daha hayati bir yerlerimden de vurabilirdi, şimdilik sadece birkaç hafta boyunca otururken ince bir ağrı çekecektim o kadar. Markov'un kusması durmuyordu, bunun sebebinin Hazel'ın gücüyle mi alakalı, yoksa araba sürme yetenekleriyle mi alakalı olduğunu bilmiyordum. Sıkılmış bir şekilde derin nefes alıp verdim, bu lavuğun üzerime kusma ihtimali olmasaydı şimdiye ensesinden kapıp götürmüştüm. Lakin böyle bir riski almak istemiyordum. Bu iğrenç herifin iğrenç kusmuğunu üzerimde hissedersem, onun canlı gitmesi imkansız bir hale gelirdi.

Adamın rahatlamasını beklerken, Hazel götümün kanadığını söyledi. Bu normal bir şeydi, bakışlarımı onun olduğu yere doğru çevirdim. Pansuman yapayım mı sorusuna karşılık, "Biliyorum, kanıyordur. Demirden değilim ya." dedikten sonra, "Pansumana gerek yok. Zaten pansumanlık bir şey de yok." dedim. Sanırım ufak bir espri yapıyordu, ancak anlamam uzun sürmüştü. Sonuçta gerçekte olabilirdi, emin olamamıştım. Çok fazla üzerinde durmadım, zaten durmaya gerek kalmadan Hazel Markov'u dürtükleyerek onunla dalga geçmeye başladı. Adamın ses bile çıkaramıyor oluşu üzücüydü. Birkaç homurdanma sesi sonrası Hazel tekrardan söze girerek Ashley'nin beklediğini ima etti. Haklıydı.

Son cümlelerinden sonra hiçbir cevap beklemeyip hızla önce içeriye gitti, başta Ashley'nin yanına mı gidiyor diye düşündüm ancak geriye geldiğinde elinde çantamla geldi. Bunu yaptığını görmek bir yandan sevindiriciydi, hatalı bir sürüşten sonra hatasız bir çanta alımı beni gerçekten patron gibi hissettiriyordu. Bir an önce içeri girmek istediğini belirtmişti Hazel, aynı şekilde ben de artık bu görevin bitmesini istiyordum. Paramı alıp çekip gitmek ve sokaklara adımı, çetemin adını duyurmak istiyordum. Ama bir dakika... Benim çetemin bir adı var mıydı? Sanırım bunu hiç düşünmemiştim. Hazel'la buradan çıktığımızda beraber kararlaştırabilirdik. Hangi ismin altında toplanacağımızı belirlemek için az bir zamanımız kalmıştı.

Adamı belinden kavrayıp, sanki çanta taşıyormuş gibi koltuk altımda taşımaya başladım. "Kıyafetleri dediğin gibi, sonra giyerim. Şimdilik gerek yok." dedim. Yine boktan müziklerin arasından geçtik, Ashley'nin kapısına geldiğimizde, bu sefer kapıyı ayağımla ittirdim. Ashley ve diğerlerinin bakışları arasında Markov'u bir el hareketiyle önüne doğru fırlattım. Onun garip gülümsemesi arasında ayağa kalkışını izlerken, popomdaki yarayı kaşımaya başladım. Gerçekten yaralardan nefret ediyorum, özellikle sonradan kaşınıyor olmaları beni bazen çok yoruyor.

Ashley, adamın yüzünü birkaç defa inceledikten sonra bana doğru döndü. "İyi iş başarmışsınız. Diğer adamlara ne oldu?" Dedikten sonra sakince cevapladım. "Atlantis'i keşfedeceklermiş." Ashley'nin garip gülümsemesi biraz daha nötrleşti. Adamına bir parmak hareketiyle parayı getirmesi için işaret verdi. Bu süreçte sessizce beklemeye başladım. Adamın bir çanta dolusu parayı getirdikten sonra yüzüme hiç bakmayıp Hazel'a çantayı uzatarak beni görmezden gelmesi, bir anlığına sinirlerimin hoplamasına neden oluyordu. Burası, onun beni görmezden gelebileceği bir yer değildi.

Hazel'ın çantayı almasını bekledikten sonra çocuğun yerine geçmesini bekledim. Ardından, birkaç adımda Ashley'nin yanına vardım. Gözlerinin içine bakarken, etrafın hafif hafif sallanmaya başladığını hissedebiliyordum. "Yanındaki çocuk. Bir daha beni görmezden gelirse. Sana onun kafasını getiririm. Saygı duymayı adamlarına öğret." Sinirimin daha da artıyor olması, etraftaki sallantıyı arttırıyordu, Clara'nın hafif eğik duruşundan baskılamaya başladığımı da hissedebiliyordum. Bir süre sonrasında derin nefesler alarak kendime geldim. Birkaç saniye süren bu olaydan sonra Ashley'nin, "Tamam, V." dediğini duydum. Kendisini başka birinin üzerinden tehdit ettiğim salak çocuğun titremelerini görmemek için onun suratına bile bakmadım, Hazel'a dönerek kapıya doğru ilerledim.

"Konuşacağın bir şeyler varsa konuş, ben dışarıda olacağım."

Hazel'ı kıyafetlerimi giyip dışarıda bekleyeceğim. Gece gökyüzünü izlemek en sevdiğim şeylerden birisi, bu yüzden onu burada güneş doğana kadar bekleyebilirim, sanırım.
Image
User avatar
Synapse
American Gods
American Gods
Posts: 41
Joined: 25 May 2024, 01:52

Patron çantası ona sağ salim teslim edildiği için mutlu görünüyordu. Onu mutlu görmek Hazel'ı da mutlu ediyordu. Markov'u bir paçavra gibi kolunun altına sıkıştırıp önden içeri girmesini izledi. Arkasından onu takip ederken az evvelki bodyguarda bir asker selamı çaktı. Adam yüzünü başka yöne çevirmişti! Ne kadar da kaba insanlardı buradakiler. Hazel ona orta parmağını gösterdi hazır bakmıyorken, hehehe.

Ashley'in gösterişli kapısından içeri adım attıklarında patron Markov'u yine tıpkı bir paçavra gibi yere savuşturmuştu. Markov yaşadığı beyin hasarından hala tam kurtulamamış gibi yalpalayarak ayağa kalkmaya çalışıyordu. Buna bio-hack sebep olmuş olamazdı. Acaba silahla vururken biraz sert mi davranmıştı? Aklında bu sorular varken Ashley öne doğru yaklaşıp adamın suratını incelemişti. Sonra da iyi iş başardıklarını söylemişti. Tabi ki de iyi iş başarmışlardı, ya ne olacaktı? Onlar mükemmel bir ekiptiler. Ashley diğer adamlara ne olduğunu sorduğunda Vincent Atlantis'i keşfedeceklerini söylemişti. Hazel kendini tutamayarak kıkır kıkır güldü bu cevaba. Bunu hala oldukça komik buluyordu. Koca memelinin de gülmesini beklemişti ama nedense onun yüzündeki gülümseme hafifçe sönmüş gibi olmuştu. Niye aralarında yavuklusu filan mı vardı yoksa? Tüh, artık Atlantis'te birbirlerini bulurlardı. Bu düşünce Hazel'ın daha da fazla kıkırdamasına yol açtı.

Ashley'in bir hareketiyle yanındaki serseri kılıklı çocuk içeri girip bir çanta getirmişti. Çantayı direkt kendisine doğru uzatmıştı. Hazel şaşkınlıkla bir çocuğa bir çantaya bakıp elini uzatıp aldı. Oldukça ağır bir çantaydı. Ne oluyor der gibi gözlerini patronuna çevirdiğinde onun yüz ifadesinin değiştiğini fark etti. Arkadaşlarının öldüğü zamanı anlattığına benzer keskin bir öfke kaplamıştı gözlerini. O an anladı Hazel ne döndüğünü. İşin ödemesiydi bu çanta. Kendisine teslim edilmişti. Yanında patronu dururken kendisine teslim edilmesi oldukça absürt bir durumdu. Hazel çantayı kucağına alarak neler olacağını gözlemlemeye başladı. Patronu koca memelinin yanına gitmişti. Oldukça tehditkar bir ses tonuyla ona saygı duymayı öğrenmeleri gerektiğini, onu görmezden gelemeyeceklerini söylemişti. Zemin yeniden vibratör gibi titremeye başlamıştı. Hazel kanın yanaklarına fışkırdığını hissedebiliyordu. Kalbi ağzından çıkacak gibi atmaya başlamıştı. O an gelmiş miydi? Patronun kontrolden çıktığı? Dünyanın sonu şimdi mi gelecekti? Onu kontrolden çıkaran kişi kendisi olmadığı için bir nebze hayal kırıklığına uğramıştı ama dünyanın yok oluşunu izlemek çok keyifli olacaktı.

Ne yazık ki pek de öyle olmamıştı. Vincent birkaç derin soluk alarak kendini yeniden duygusuzlaştırmış ve kontrolü eline almıştı. Hazel memnuniyetsiz bakışlarını başka yöne çevirdi. Bunu izlemek çok ıstırap vericiydi. Onun kabuğundan sıyrılıp özgür bir kelebeğe dönüştüğünü görmesi gerekiyordu, bu şekilde kendi bedenine hapis yaşamasını değil. Patronu kapıdan çıkıp giderken arkasından onu izlemekle yetindi. Hala götü kanıyordu. Götü de fena değildi he. Kanıyor mu diye kontrol amaçlı bakıyordu yani başka bir amacı yoktu elbette.

Vincent gittikten sonra odada garip bir sessizlik oluşmuştu. Patronun tehdit ettiği çocuk dehşete kapılmış gibi duruyordu. Biraz sakinleşmek için bir bardak su içmesi filan lazımdı garibanın. Ashley oldukça keyifsiz bir şekilde gözlerini Hazel'a dikmişti. Hazel ise... Harbi ne diyecekti o? Sanki yakınacağı bir şey vardı buraya gelirken? Adamlardan ekstra mal çıkmaması ile ilgiliydi ama artık bir önemi kalmış gibi hissetmiyordu. "Bana bak yosma!" dedi öfkeyle masasına doğru yaklaşırken. "Çok güzel kocaman iki tane kişiliğin var diye patronuma artistlik taslayabileceğini mi sanıyorsun sen? Sizi göz açıp kapama hızında yok edebilecekken bunu yapmıyorsa merhametindendir." İğrenmiş bakışlarını patronunu görmezden gelen çocuğa çevirdi bir anlığına. Sonra yeniden Ashley'e döndü. "Biz sizden üstünüz. Ona göre muamele edeceksiniz. Amı kurumuş orospular sizi." Bio-hack'i bir saniyeliğine kullanarak patronunu görmezden gelen çocuğun korkuyla çığlık atmasına ve yere çökmesine sebep olduktan sonra arkasını döndü. "Patronuma saygısızlık eden bana saygısızlık etmiştir. Ve ben saygısız insanlardan hiç hoşlanmam." Hızla kapıyı çarparak çıkıp gitti ve ona cevap vermelerine izin vermedi. Sonra da arkadan onu kovalarlar ya da silahla saldırırlar diye korkarak çıkışa doğru adeta uçtu.

Patron dışarıdaydı. Üstünü çoktan değiştirmişti. Duvara yaslanmış gökyüzünü izliyordu. Hazel de başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Bulutların arasında yanıp sönen yıldızlarla dolu güzel bir gece manzarasıydı. "Herkes piç olmuş bu nedir ya. Devir kötü kolla götü." diye mırıldandı kendi kendine Vincent'a doğru yaklaşırken. "Gerçi sen götü pek kollayamadın. Kanaman durmuş muydu? Cidden pansuman yapabilirim he. Hayır götünü görmek istediğimden falan değil." dedi yarı şaka yarı ciddi bir ses tonuyla kıkırdayarak. "Zengin olduuuuuk!" dedi ardından heyecanla kollarının arasındaki çantayı işaret ederek. "Çocuk oyuncağıydı." Kendinden oldukça memnun görünüyordu. "Şimdi ne yapsaaaaaak? Hmmmmmm??" Vincent'ın kolunu muzip bir şekilde dürtükledi. Amacı hem şakalaşmak hem de biraz önce yaşanan olayın tatsızlığını hafifletmekti. "Bence seni öyle bir eğlendirmeliyiz ki bir kez olsun kontrolünü kaybetmeli ve bu hayatın tadını çıkarmalısın. Nasıl fikir?"
Image
User avatar
V
American Gods
American Gods
Posts: 44
Joined: 24 May 2024, 23:53

Gökyüzündeki yıldızları izlemek, oldum olası en büyük zevklerimden birisiydi. Belki de kendimi en sakin hissettiğim anlardan biriydi. Martinez ve ben, hep yıldızlara bakarak sohbet ederdik. Martinez, kaybettiği sevdiklerinin o yıldızlar gibi kendisini izlediğini söylerdi her zaman. Hiçbir zaman onun peşini bırakmadıklarını, hiçbir zaman ona sırt çevirmediklerini söylerdi. Elimize birer bira alıp, motora dayanıp yıldızlara bakarak konuşmak en büyük eğlencemizdi. Ben her ne kadar bu eğlenceyi dışarı gösteremesem de, O bilirdi. O'nunla konuşurken Yoru'nun beni tepeden izlediğini ve dinlediğini düşünmek, bir yandansa can dostumla aynı çatı altında duruyor olmak, beni gerçekten eğlendirirdi. Şimdi ise, Martinez ve Yoru beni izliyordu. O'nların oralarda bir yerlerde olduğunu bilmek, bana güven veriyordu.

Hayallerimin içine dalıp gitmişken, Hazel'ın sesiyle kendime geldim. Götü kollayamadığımı ve pansuman yapabileceğini söylüyordu, götümü görmek istediğinden olmadığını da ekliyordu. Bu konudan emin değildim, yalan söylüyor olma ihtimali vardı. Sonrasında çantayı göstererek zengin olduğunu söyledi, ancak bu en az para veren işlerden birisiydi. Daha büyük paraları kovalamaya başlayacaktık, ancak şimdilik bu işleri yapıyor olma sebebimiz ismimizi duyurmaktı. Sokaklarda tekrardan V isminin duyulmasını istiyordum, aynı zamanda Hazel'ın ismi de duyulmalıydı. İnsanlar bizden önce, ismimizden korkmalıydı.

Bu işin çocuk oyuncağı olduğunu söylediğinde gülümsedim. Götümden vurmasaydı çok daha rahat bir iş olabilirdi diye düşünüyordum. O zaman belki ben de çocuk oyuncağı diyebilirdim. Ancak bir noktada haklıydı, karşımıza çıkan adamlar basit insanlardı, onları çok rahat bir şekilde öldürebildik, bayıltabildik veya Hazel akıllarıyla oynayabildi. Devils ekibinin böyle olmayacağından eminim. Çok daha güçlü, çok daha vahşi bir şekilde karşımıza çıkacaklar. Yine de, bunları düşünmeye zaman var olduğundan, ertelemeye karar vermiştim. Hazel'ın son cümleleri yüzümdeki gülümsemeyi düşürmüştü. Henüz beni tam olarak tanımadığı için bu tarz şeyler söylemesi normaldi, ancak mümkün olmayacağını anlaması gerekiyordu.

"Benim gücümün sınırları belli değil. Kendim, bir yere kadar kontrol edebiliyorum. Aslında daha fazlasını da açığa çıkarabilirim, ancak kontrolü kaybederim. Kontrolü kaybedersem neler olacağı hakkında hiçbir fikrim yok. Daha önce hiç denemedim. Şuana kadar gücümün yüzde otuzunu kullanmışımdır en çok. Daha fazlasını kullanmaya cesaret edemedim. Daha fazlasını kullansam uzuvlarımı kaybedebilirim, bir yıkıma yol açabilirim, kim bilir... Bu yüzden kontrolümü kaybedemem."

Dedikten sonra derin bir nefes alıp gözlerimi tekrardan gökyüzüne dayadım. Kollarımı göğsümde kavuşturduktan sonra tekrardan konuşmaya başladım. "Biz, artık bir çeteyiz. Bu çete büyüyecek ve güçlenecek. Miami'yi biz kontrol edeceğiz. Ancak unuttuğumuz bir şey var. Bizim ismimiz yok." Dedikten sonra gözlerimi onun gözlerine diktim. "Aklında bir isim var mı?" Henüz aklımda bir isim yoktu, ancak belki onun aklına gelebilirdi.
Image
User avatar
Synapse
American Gods
American Gods
Posts: 41
Joined: 25 May 2024, 01:52

Patronun yüzü düşmüştü. Ciddi bir ses tonuyla planladığı şeyin mümkün olmadığını anlatmaya çalışmıştı Hazel'a. Gücünün sınırlarını kendisinin de bilmediğini, bu yüzden kontrol etme konusunda çok dikkatli olduğunu söylemişti. Hatta kendisi bile yüzde otuzunu kullandığını düşünüyordu. Yüzde yüzde ne olurdu? Merak ediyordu. Görmek istiyordu. Ama ölmek de istemiyordu. "Ya bir yolu varsa?" diye mırıldandı kendi kendine. "Ya kontrolden çıkmadan duygularını yaşayabilmenin bir yolu varsa?" Duygular... Hazel'ın uzmanlık alanı sayılırdı. "Ben seni durdurabilirim... yani sanırım." dedi düşünceyle başını kaşıyarak. "Kontrolden çıkacak gibi olursan duygularını nötrleyebilirim. Aslında bunu denemek istiyorum. Yapabilir miyim diye. Çünkü yapabilirsem sen de kısa süreliğine de olsa duygularını istediğin gibi yaşayabilirsin! Riske etmek ister misin bilmiyorum ama bence heyecanlı olur." dedi mutlulukla yaşanabilecek senaryoları zihninde hayal ederken.

Patron bir süre daha sessizce gökyüzünü izledikten sonra artık bir çete olduklarını söylemişti. Artık resmen birlikte çalışıyorlardı! Yeraltı dünyası bir Hazel kazanmıştı. Miami'yi kontrol edeceklerini duyunca keyiften ağzı kulaklarına varırcasına gülümsemeye başladı. Her zaman işleri böyle yolunda giderse onlardan iyisi yoktu bu dünyada. Patron sonrasında unuttukları bir şey olduğunu söylemişti. İsimleri yoktu. Hassiktir! "En kritik şeyi nasıl unuttuk biz ya?!" Aklında bir isim olup olmadığını sormuştu ardından. "Hmmm." Hazel düşünceyle gözlerini Vincent'ın gözlerine dikti. Çok güzel buz mavisi gözleri vardı. "Ice... Yok, hayır onu sevmedim." Olduğu yerde düşünceyle bir ileri bir geri sallanırken mırıldanmaya devam etti. "Devils gibi havalı bir şey olmalı. Duydukları zaman korkudan titremeliler." Elini cebine atıp patronun götünden çıkan kurşunu havaya doğru kaldırdı. "Asses and Bullets? Yok. Bullets in Asses? Yok. Bullet For My Valentine? Yok, öyle bir metal grubu vardı sanki ya." Sonra aniden aklına bir şey gelmiş gibi heyecanla öne atıldı. Gözleri kocaman parıldayarak Vincent'ı kolundan çekiştirdi. "Gods! Tanrılı bir şey olmalı! Az önce koca bir fuhuş çetesini tanrıcılık oynayarak çökerttik, şakasız. Buna gönderme yapan bir şey güzel olmaz mı? Bir şey Gods! Ya da Gods bir şey. Bilmiyorum. Ne dersinnn? Hı? Hı? Hı? Hı? Hı? Çok güzel değil mi? Bence çok güzel! Bence sen de beğenmelisin!"
Image
User avatar
V
American Gods
American Gods
Posts: 44
Joined: 24 May 2024, 23:53

Hazel'ın ağzından çıkan sözleri birer birer, dikkatle dinledim. Duygularımı yaşamanın bir yolu olduğunu söylediğinde, açıkçası heyecanlandım. Bunu göstermedim tabi ki, ancak içten içe düşündüm. Ya gerçekten bir süreliğine de olsa o duyguları yaşayabilirsem, çok iyi olmaz mıydı? Ancak bu çok büyük bir risk olabilirdi, şu yaşıma kadar ki hayatım boyunca hep duygularımı dizginlemek, duygularımı göz ardı etmek için yaşamıştım ve şimdi birkaç duyguya bağımlı olursam, tüm emeğimi çöpe atmış olmaz mıydım? Bunun üzerine uzun bir süre düşünmem gerekiyordu sanırım. Tüm risklerini tartmak zorundaydım, herhangi bir duyguya bağımlı olmadan yaşamak zorundaydım. Bu hayatımı kolaylaştıracak bir şey miydi, yoksa zorlaştıracak bir şey miydi bilmiyorum.

"Şimdilik, kontrolden çıkarsam beni dizginlemen konusunda anlaşalım. Bunu uzunca düşünmem gerek." Diyerek ilk tepkimi verdim. İlgimi çekmedi değil, gerçekten çekti ancak uzunca bir süre düşünmem gerekiyor. Bu konunun içine hemen atlayamam. Bu yüzden, bu konuşmanın ardında birkaç cümle daha ekledim. "Belki ileri süreçlerde bazı denemeler yapılabilir ancak şimdi değil. Geleceğin ne getireceği de belli olmadığı için, kontrolden çıkarsam beni dizginlemen için yeteneğini kullanabilirsin." Diyerek tekrardan durumu izah ettim. Bu konuda beni anlayacağını düşünüyordum, en azından şimdilik. Belki ileride bunu büyük bir silaha bile çevirebilirdik. Kontrolden çıkmadan önce beni dizginleyebilirse, çok büyük bir yıkım yaratmadan gene büyük bir kaosa yol açabilirdik.

Bunları sonradan bir Viski ile düşüneceğim için, kulağımı diğer sözlerine vermiştim. Duydukları zaman korkudan titreyecekleri bir şey olması gerektiğini söyledikten sonra Bullets in Asses'i ortaya atması, az daha kahkaha atmama sebep olacaktı. Hazel'ın eline böylesine büyük bir malzeme vermemek gerekirdi sanırım. Ancak uyarmasaydım, daha fazla götümden vurulma ihtimalim olacaktı. Hafif bir kıkırdama sonrası, heyecanla kolumu çekiştirmesiyle birlikte tebessüm ederek dinlemeye başladım. Tanrılı bir şey olması gerektiğini söylüyordu, bunun altyapısında ise durumu tanrıcılık oynayarak çökertmeye bağlamıştı. Bunu çok beğenmiştim, üstelik Devils çetesinin ismiyle de uyuşuyordu.

"O zaman Miami Gods... Yok... American Gods. Hem tanrı, şeytanı kovmuştu değil mi? Bizim Devils'i kovacağımız gibi." Diyerek gülümsedim. "Ben bunu gerçekten beğendim. Bundan sonra ekibimizin adı, American Gods olsun." diyerek yumruğumu uzattım. Eskiden ekibimle olduğu gibi, yumruklarımızı çarpıştırmak güzel bir ritüel olabilirdi. Devils çetesini indirecek çetenin kuruluşuna şahitlik eden yıldızlara göz attım, sonrasında Martinez için göz kırptım. İzle Martinez, intikamını alacak çete kuruldu. İzle ve gururlan...
Image
User avatar
Midnight Reaper
American Gods
American Gods
Posts: 15
Joined: 20 Jun 2024, 00:46

İnsanların neler yaptığını, nasıl hayatlar yaşadığını geçen yıllarda uzaktan da olsa görebilmiştim. Evsiz görünümümün yanında yıkanma sorunu dışında bir ihtiyacım da yoktu bunca zamandır. İyi para olduğu söylendiğinden zengin orta yaş kadınların bütün gün eğlendirip para kazandırılabileceğini öğrenmiştim ancak yiyip içme konusunda gösterdiğim başarısız performansla daha ilk günümden bu kapı bana kapanmıştı. Yasa dışı işler veya beden işçiliğine ise hiçbir zaman yakınlaşma ihtiyacı duymamıştım. Param olmayabilirdi belki fakat olsa bile bu bana daha kaliteli bir yaşam sunmak dışında bir işe yaramayacaktı. Onu da bu yollardan geçerek sürdüremeyeceğim için bir anlamı yoktu.

İnsanlarla uzun zamandır sağlıklı iletişim kurmadığım için nasıl davranmam gerektiğini de çocukluğumdan aklımda kalanlar dışında bilemiyordum. O zamanki bildiklerimde de sonunda bana nasıl davranıldığını gördüğümden insanlara güvenme konusuna hiç sıcak bakmıyordum. Gri ve beyaz ruhların bile cahil kaldıklarında nasıl da kendi ve çevresindeki hayatlarına öncelik verip beni sattığını görmüştüm ne de olsa.

Aradan geçen onca senenin ardından acaba bir kere denese miydim normal hayatı? Neredeyse hiç uyumuyor, hep bir yerlerde geziyordum ancak bunun bedelinde acıkma sürem kısalıyordu. Beslenme alanımda yemek hala yeterli olsa da kendi açlığım için birilerini ortadan kaldırmak sonunda birilerinin dikkatini çekecek ve başıma iş açacaktı. O yüzden denemeliydim. Evet. Kendi kendime bu kararı verdiğime göre, ne iş yapsam acaba? Öyle bir iş olmalı ki sıradan hayatlar günlük hayatımı sorgulamamalı. Neye benzediğim bir şekilde anlaşılırsa insanlar korkup kaçmamalı. Nasıl bir iş olsa acaba...

Sokaklarda boş boş dolanıyor, çevre dükkânlara bakıyordum. Işıltılı, teknolojik caddelerin monotonluğu altında gördüğüm çeşitli ruhların dolandığı manzaranın bir parçası mıydım ben de? Beyaz ruhları sevmiyordum. Bana ikiyüzlü geliyorlardı. Siyah ruhlar ise fazla dengesiz, ne yapacağı belli olmayan tiplerden oluşuyordu genelde. He bir de simsiyah ruhlar genelde ortadan kaldırıldığında kimse onları aramıyordu bile. Benim beslendiklerim de onlardandı. Paçavra edilip çöp kutusuna atılsalar, orada aylarca çürüse bile kimsenin dönüp bakmayacağı tipleri ortadan kaldırıp dikkat çekmemek. Oldukça uzun süre açlık sorunu çekmememi sağlamaları da cabası. Yine de, sanırım yeni bir hayat deneyeceğim.

Çalan müzik eşlinde bakışlarım etrafta dolanarak ilerliyordum. En son avımdan aldığım kulaklık dandik bir şey olsa da keyfimi yerine getirmekte kusursuzdu. İlerlerken iki kişi görmüştüm. Birisi devasa boylu ayı gibi bir adam, diğeri ise havalı bir kadındı. Özellikle kadının rengi normal bir yerde olmadığımı belli etmişti bana. Dükkan açıyorlardı. Dükkan… Burası bir barmış. Şüpheli kişiler… Bar... İş… PARA! Burada çalışabilirim! Seri adımlarla, berduş dağınık saç sakallı halimle karşılarına dikilip ellerimi belimde “Bana iş verin insanlar!” demiştim neşeli bakışlarla.
User avatar
V
American Gods
American Gods
Posts: 44
Joined: 24 May 2024, 23:53

Olaylı ve eğlenceli gece sonrası bir kadınla gönlümü eğlendirmiş, götüme bandaj taktırmış, sabahında da Hazel ile buluşup dükkanı açmak için hareketlenmiştim. Dün geceden beri düşündüğüm şey, American Gods'ı nasıl büyüteceğimdi. İnsan sayısını arttırmak zorundaydım, bağlantılarımı arttırmak zorundaydım ve bu ismin daha fazla duyulmasını sağlamak zorundaydım. Zorunda olduğum o kadar çok şey vardı ki. Yine de bu yolda tek başıma olmadığımı bilmek daha eğlenceli geliyordu. Martinez gibi deli birisini yanımda tutuyor olmak ve üstelik o kişinin muhteşem bir yeteneği olan Gelişmiş olması, durumları harika kılıyordu.

Karnımın açlığı, sesli bir guruldamaya dönüştüğünde bara çok az kalmıştı. Cebimde barın anahtarları için arayışa geçmişken, dilenciye benzeyen bir tip yaklaşıp 'iş verin insanlar' diyerek hitap etmişti. Neşeli bakışlarıyla kurduğu cümlelerin orantısızlığı kafamda soru işaretleri oluştururken, en sonunda anahtarlarımı bulmayı başarmıştım. Bir süre adamın suratına baktım, buralardan mıydı, onu daha önce görmüş müydüm, daha önce hiç görmediğim bir tipleme miydi emin olamıyordum. Olduğum yerde birkaç saniye sessiz, nötr bir şekilde bakmaya devam ettim. Sonrasında bakışlarımı Hazel'a yönlendirdim, bu adamı merak etmiştim. Sakince sağ işaret parmağımla gelmesini işaret ettim adama doğru. Sonrasında barın önüne ilerledim.

Anahtarları takıp kepenkleri kaldırana kadar hiç konuşmadım. Barın içine girip ışıkları açtıktan sonra, hiçbir duygu içermeyen cümleler çıkmaya başladı ağzımdan. "İşe alım müdürümüz Hazel. Onun onaylamadığı kimseyi işe almıyoruz. Öncelikle onunla konuşman gerekiyor bu yüzden. Beni de o işe almıştı." Üzerimdeki ceketi nazikçe çıkarıp barın yanındaki askılığa astıktan sonra kollarımı sıyırdım ve güzelce dirseğime kadar yıkadıktan sonra beyaz, aşçı önlüğümü üstüme geçirdim. Ellerime siyah bar eldivenlerini taktıktan sonra adamın suratına baktım. İsmini bile sormamıştım, sanırım her şeyi Hazel'a bırakmış olmalıydım. Böyle bir rahatlık yaratacağını düşünmüyordum onun ama, böylesi daha iyiydi. "Umarım açsındır." diyerek adama son bir kez seslendikten sonra her şeyi Hazel'ın konuşmasına bıraktım.

Geçen günlerde marketten özel olarak aldığım tost ekmeğini çıkartıp, hepimize yetecek kadar dilimleye başladım. Ne kalın, ne ince dilimlerdi bunlar. Tadını tam olarak alabilmek ama aynı zamanda da yemeğin tadını tamamen bastırmaması için ideal bir kalınlıkta kesmiştim. Cam bir kaseye iki adet yumurtayı kırmış, üzerine bir bardak süt ve yarım bardak kadar toz şeker ilave edip çırpıcı ile çırpmaya başlamıştım. Sol elime aldığım kaseyi, sağ elimdeki çırpıcıyla çırpmaya başlarken, işlerin hızlanması için gücümü biraz arttırmıştım. Orta ateşte açtığım ocağın üzerine tavamı yerleştirdikten sonra, biraz tereyağını üstüne atmış ve iyice eridikten sonra ekmekleri kasedeki karışımın içine iyice bandırıp tavanın üstüne atıyordum.

Onların pişmesini beklerken, mini barın içindeki buzlukta duran meyvelerden çıkardım ve bal şurubundan çıkardım. Tostlar piştikten sonra geriye kalan tek şey üzerlerini kaplamaktı. Herkese dörder ekmek düşecek şekilde ekmekleri tabaklara yerleştirdim. Biraz yaban mersini, biraz ahududu ve kaymak ile sıcak tostların üzerini iyice süsledikten sonra, bal şurubunu iyice ekmeklere yedirmeye başladım. Yemek bittikten sonra, elime tabakları alıp ikisine de servis ettim. "Buna Fransız tostu diyorlar. Farklı meyvelerle de servis ediliyor, ancak elimdeki tüm meyveler bu." Diyerek kendi tabağımı da önüme alarak sessizce ikiliyi dinlemeye ve yemeğimi yemeye devam ettim.
Image
User avatar
Synapse
American Gods
American Gods
Posts: 41
Joined: 25 May 2024, 01:52

American Gods. Hazel yattığı yerde dört dönerek geçirmişti neredeyse tüm gecesini. Sonunda, sonunda hayalini kurduğu şeye ulaşmıştı. İstediği yaşam tarzına, aralarında kan bağı olmasa da "aile" diyebileceği bir ortama sahip olmak üzereydi. Üstelik Vincent ona bir ucubeymiş gibi davranmıyordu, uçarılıklarını garipsemiyordu. Böylesi iyiydi. Uyuyamayacağını fark edince kalktı ve bilgisayarına geçti. Kulaklıklarını geçirip son dönemde popüler olan pvp oyunlarından birisini açtı. Sonra da uykusu gelene kadar sinir harbi geçirip ondan küçük yaştaki çocuklara sesli chatten küfürler yağdırdı. Sızıp kaldığında saat çok geç olmuştu. Bundan ötürü de sabah uykusunu alamamış bir şekilde uyandı. Kulağını delip geçen alarmını yumruklayarak kapattıktan sonra kendini adeta yatağından aşağıya fırlattı.

Vincent ile buluşup bara öyle geçeceklerdi. Göz altlarındaki uykusuzluk morluklarını makyajla kapatıp hızla yola çıktı. Patron ile buluştuğunda göbeğinden gök gürüldemesi sesleri geliyordu resmen. Hazel bir yandan ağzını kocaman açarak esnerken bir yandan da bu durumla yol boyunca dalga geçmişti. Vincent'ın ise mimiği oynamıyordu her zamanki gibi. Neyse ki bara ulaşmaları çok sürmemişti. Vincent elini cebine atmış anahtarları bulmaya çalışırken arkalarından yabancı bir ses işittiler. Resmen az önce, hayatlarında ilk kez gördükleri adamın birisi onlara dönüp "bana iş verin insanlar" diye bağırmıştı. Hazel olayın absürtlüğüne kıkır kıkır gülerken Vincent ifadesiz bir yüzle adama baktı uzun uzun. Sonrasında da dönüp Hazel'a bakmıştı. Yüzü o kadar ifadesizdi ki Hazel onun ne istediğini anlamamıştı. Muhtemelen adamın zihnine girip ne olduğunu öğrenmesini istiyordu ama Hazel bunu yapmayacaktı. İşin tüm eğlencesi kaçardı. Biraz tanışmaları lazımdı önce. Belki de adam delinin tekiydi.

Hazel patronu izleyip ne tepki vereceğini gözlemlerken patron eliyle işaret ederek adamı çağırmıştı. Harbiden işe mi alacaktı onu? Kepenkler kaldırılıp içeri adım atılana kadar kimseden çıt çıkmamıştı. Sonrasında patron ağzını açıp işe alım müdürünün Hazel olduğunu, onu da kendisinin işe aldığını söylemişti. Hahaha! Vincent, Hazel'ın eğlence anlayışını daha şimdiden kapmıştı anlaşılan. Hazel yüzünde gittikçe büyüyen keyif gülümsemesini hiç gizlemeye çalışmadan yeni oğlana döndü. "Evet buranın müdürü benim." dedi asla ama asla ciddi olamayan bir ses tonuyla. Vincent mutfağa girip üzerini giyinmeye başlamıştı. Yaptığı hazırlığa bakılırsa kahvaltı hazırlayacaktı. Ohh, Hazel kahvaltı hazırlama derdinden kurtulmuştu. "Hmmm bakalım bakalımm." dedi yalandan düşünüyormuş gibi yapan bir ifadeyle. Çocuğun yanına gidip eliyle yüzünü tuttu ve sağa sola çevirdi. "Evet, evet. İş görür." dedi sanki onu analiz ediyormuş gibi yaparak. "Aslında bir eleman açığımız var. Ama bu iş kolay bir iş değil. Burası bir bara benziyor, değil mi? Bilerek öyle yapıyoruz. Dıştan olabildiğince sıradan bir bara benzemesi lazım çünkü kimsenin şüphelenmesini istemeyiz. Ama burası sıradan barlardan değil. Ve sen tam olarak bizim aradığımız kişi olabilirsin." Ellerini arkasında birleştirdikten sonra ileri geri volta atmaya başladı sanki çok ciddi bir meseleyi konuşuyormuş gibi. "Bu işe seni alırım ama bu iş yürek ister, cesaret ister, özveri ister. Gerektiğinde hayır diyebilmelisin. Karakterini, kişiliğini kaybetmemelisin. Sınırlarını, çizgilerini korumalısın. Bunu yapabileceğine inanıyor musun?" Bu soruyu cevap beklemiyormuş gibi sordu. "Bak bu mekana. Barı var, barmeni var, mutfağı var, aşçısı var, müdürü var. Ama bir şeyi eksik. Ruhu eksik." Sonrasında kendini elinden geldiğince ciddileştirip sadede geldi. "Kedi açığımız var. Barda çalışacak kedi arıyoruz aylardır. Her mekanın maskotu var artık, bizim neden olmasın? Yapacağın iş temelde basit. Dört ayağının üzerinde gezin, taburelere tezgaha filan çık, miyavla ve şirin davran. Bak sana göstereyim nasıl yapılacağını." dedikten sonra dört ayağının üzerinde yerde sürünmeye başladı. "Miyaaav miyaaaaav." Sonra kendi kendine roleplay yapmaya girişti. "Gel buraya pisi pisi." Tezgaha doğru kedi gibi koşturdu. "Miyaaav miyaaav." Sonrasında kahkahalar atarak yerden kalktı.

O sırada Vincent kahvaltıyı hazırlamıştı. Ona uzatılan tabağı iştahla kapıp taburelerden birisine oturdu. Fransız tostu diye bir şey yapmıştı patron. Hazel sabırsızlıkla ilk lokmasını alıp yavaş yavaş çiğnerken yeni çocuk muhtemelen biraz önce yaşanan diyalog gerçek miydi yoksa şaka mıydı diye düşünüyordu. "Meyveli tost!! Hiç yakışacaklarını düşünmemiştim. Eline sağlık patr- Vince." dedi biraz önceki müdür rolünü bozmamaya çalışarak. "Bak elemanım ne kadar güzel çalışıyor. Eee ne diyorsun, var mısın kedimiz olmaya? Her gün bi kap mama bi kap su ve kalacak yer sağlanır. Miyavlamanı biraz prova etmen lazım ama. Miyavla bi bakayım." Bunu yaparken çocukla göz teması kurmaya çalıştı. Minik oyununun etkisini arttırmak için ona gerçekten kendisinin kedi olduğunu düşündürecekti. Çocuğun zihnine girmeyi başardığı anda oturduğu yerden dehşetle kalktı. "Oha." Gözleri şaşkınlıkla kocaman büyümüştü. Kan, ölüm, dehşet, açlık... İnsan ruhları. Onlarca, yüzlerce ruh. Birbirinden farklı renk tonları. Onun gözlerinden kendisini görebiliyordu. Karanlık bir ruh. Lezzetliydi. Onu yemek doyurucu olurdu. Öte yandan Vincent'ın neredeyse bir rengi yoktu. Hazel nabzının yükseldiğini hissetti. Onunla uğraşmak, ona kendini kedi gibi hissettirip miyavlatmak istemişti ama şimdi anlıyordu ki gözlerinin önünde eşsiz bir şey duruyordu. Bir fırsat. "Patroooon... Patron o bir Gelişmiş! Harikulade bir yeteneği var hem de. Ölüm. Ruhları öldürüyor. Onlarla besleniyor." Heyecandan ağzı kulaklarına vararak Vincent'a döndü. "Çaresiz. Kimsesi yok. Paraya ve kalacak bir yere ihtiyacı var. Cinayet işlemek için de iyi bir sebebe." dedi şeytani bir gülümsemeyle. "Ruhuma bak, ne kadar da siyah. Birazcık eğlenceli bir insanım diye oluyor bunlar hep. Patronun rengi ise sperm gibi, meh. Sıkıcııııı." Bir gün onu da daha eğlenceli hale getirecekti, kendisi gibi simsiyah yaparak.
Image
User avatar
Midnight Reaper
American Gods
American Gods
Posts: 15
Joined: 20 Jun 2024, 00:46

İş istememin ardından ne yapmam gerekiyordu acaba? CV mi verecektim? Yoksa iyi niyet mektubu mu yazacaktım? Tamamen donuk kalan adamın bakışları karşısında bunu düşünüyordum. Her şeyi berbat mı etmiştim yoksa! Belki soyunursam onları etkileyebilirdim ama hayır onu orta yaş kadınlara yapıyorduk değil mi. Olamaz hiç bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum neler oluyor?!

Adam kepenkleri açıktan sonra işaret parmağıyla içeri gelmemi istemişti. Sıradan insanların niyetini okuması çok zordu. Ruhu iki taraftan yana gibi de değildi. Garip olan ise dalgalı bir yapısı olmasıydı. Havalı kız ise katrana boyanmış gibiydi. Bütün senelik enerjimi ondan karşılayabilirdim belki ama bağlantılı bir kişilik olduğu için bu imkansızdı.

İçeri davete karşı bilinmezliğe adımımı atmıştım. Neler yaşanabileceğini tahmin etmek, günün sürprizini kaçıracaktı belki de. O yüzden yalnızca anı yaşıyordum. Barın içerisi oldukça güzel görünüyordu. Bulunduğumuz teknolojik delilikten başka, çok eski bir tarihi vardı sanki. Küçük yaşta öğrendiklerim dışında sağda solda yayılan bilgiler hariç kendim ağ üzerinden bazı bilgiler edinmiş olsam da genel olarak cahil bir insanım diyebilirdim kendime. Bu kadar imkan ile bu kadar az şeyi biliyor olduğumun farkına varmıştım böylece. Kendimi kendimle kapadığım dış dünyadan attığım ilk adımda böylesine basit bir şeyin yeni farkına varıyor olmak düşündürücüydü. İçeride uygun görülen yerde durduğumda adam ışıkları açtıktan sonra işe alım müdürünün Hazel olduğunu söylemişti. Hazel kim bilmediğim için biraz uzay boşluğunda kalmış olsam bile bozmuyordum kendimi. Ellerimi önümde bağladıktan sonra uslu uslu beklerken aç olduğumu umduğunu söylemişti. Esprisine gülmüş gibi “Ehehehheehe” deyivermiştim istemsizce. Beynim kendini zor durumda serbest moda almıştı galiba.

Onun bir şeyler hazırlamaya başlamasının ardından yanımdaki zifiri karanlık varlığa dönmüştüm. Müdürün kendisi olduğunu söylediğinde Hazel’ın o olduğunu öğrenmiş olmuştum. Müdür de yanımdaydı oh süper! Gözlerimin parıldadığına yemin edebilirdim. Kazara kızıla dönmüş olmasın da… Öyle olursa kaçmam gerekir sanırım. Hazel’in derin düşünceli duruşuna karşı içimde işi alamayacağıma dair kuşkular belirmeye başlamıştı. Negatif olmamalıydım hayır! Yanıma gelip yüzümü tuttu ve sağa sola çevirdi. “Profilden iyi görünürüm eheheh” diyebilmiştim tereddütle. Sanırım beni kiralayacaklardı burada. Beklenir mi? Olabilir yani.

Hemen ardından iş görür deyip işi alma olasılığım arttığında heyecanım artıyordu. İş ile ilgili derinlemesine anlatışa geçtiğinde can kulağıyla onu dinliyordum. Gereken özellikleri sıraladığında göğsümü kabartıp buna layık olduğumu dışarıya belli etmeye çabalıyordum. Sonunda ise açık pozisyonun kedi olduğunu öğrendiğimde düşünme gereği duymuştum. Bunu yapabilir miydim? İnsanların daha önceden hiç böyle istekleri olduğunu görmemiştim. Yemek yerlerdi, gezerlerdi, hatta kısa videolarda tatilde yaptıklarını bile görmüştüm. Kedi olmak ise hiç görmediğim bir şeydi.

En son yaptığı miyavlamaların ardından bu işin gerçekten sıraladığı özelliklere ihtiyacın gerektiğini anlamıştım. Özel müşterilere kedi olmak… Organ mafyası için çalışmaktan kat ve kat iyidir. Hatta ve hatta kiralık katil olmaktan da iyidir. Bunlar daha önceden ayak takımı tarafından teklif edilen şeylerdi. Güçlü görünüyormuşum bilmem ne. Bu tür baş ağrılarına girişmeye hiçbir zaman ihtiyaç duymamıştım neyse ki. Yapabilir miydim acaba? Denesem mi?

Meyveli tost yapıldığında ilerleyip ne olduğuna bakmıştım. Güzel görünümlü bir tosttu. “Lezzetli görünüyor” diyordum yalnızca. Acaba bu da bir tür sınav mıydı? Kediler konuşmaz, miyavlamam mı gerekiyordu? Bazılarından duymuştum, mülakat denen şey varmış, orada insanlar yeteneklerine ne kadar uyumluğu olduğu bile test ediliyormuş. Tam uyum görülmezse reddediliyorlarmış. İşe girme niyetimi bu kadar hızlı gerçekleştirmesem biraz araştırırdım…

Ben daha tostla olan imtihanım sırasındayken Hazel’ın bana bakıp bir şeyler söylemeye başladığında ben de ona bakmıştım. Cümlelerini tamamladığında bir anda oha diyerek yerinden kalkmıştı. Ne oldu? Çok mu yakışıklı kedi oldum yoksa? Gerçi saç sakal tıraşını aylardır olmadım ama… Ben daha olayın ne olduğunu anlayamadan salak salak ona bakarken bir anda ‘patron’ diye ortalığı ayağa kaldırmıştı. Bir anda bütün dosyamı ortaya dökmeye başladığında korkuyla gözlerim açılmış, geriye doğru adımlamıştım.

“Sen! Nasıl!”

Paniklemiştim. Belaya bulaşmıştım. Çok büyük bir belaya! Yıllardır uzak durduğum insanlara kendi ayağımla mı gitmiştim?! Bir sihirbaz olmalı. Bildiklerimi benden çaldı. Gördüklerimi gördü bir şey yaptı! Yine de ayaklarım daha fazla geri gitmemişti. Bana iblis muamelesi yapmamıştı Hazel. Yalnızca durumumu anlatmış ve kendilerine uygunluğumu söylemişti. Evet, bir panik anı olmuş olsa da ne burada onları ortadan kaldırabilirdim ne de kaçıp anlamsızca geri dönebilirdim. Henüz bir cümle kurmak istemiyordum. Yalancı Hazel da zaten patron değilmiş, tostçu gerçek patronmuş. Ne diyeceğini duruşumu bozmadan bekleyecektim.
User avatar
V
American Gods
American Gods
Posts: 44
Joined: 24 May 2024, 23:53

Bir yandan tostumun tadını test ediyor, bir yandansa kendimi Hazel'ın konuşmasına veriyordum. Buranın müdürü olduğunu söyledikten sonra çocuğun bir süre suratını incelemişti, sonrasında iş görebileceğini eklediğinde ne amaçladığını daha çok merak etmiştim. Burasının bir bara benzediğini, bilerek böyle yaptığımızı söylüyordu. Kimsenin şüphelenmemesi için. Tam aradığı kişi olabileceğini ekledikten sonra, bu işin yürek isteyeceğini, cesaret ve özveri isteyeceğini söylüyordu. Gerektiğinde hayır diyebilmeli ve kendinden ödün vermemeliymiş. Konu oldukça ilginç yerlere giderken, bu barın ihtiyacı olan her elemana sahip olduğunu söylüyordu. Mekanın ruhu haricinde her şeyin var olduğunu söylüyordu, barda çalışacak bir kedi. Ruh dediği tam olarak buymuş ve gülmemek için kendimi zor tutarken, öksürmeye başlamıştım istemsizce.

Her mekanın bir maskotu olduğu gibi, dört ayağının üstünde gezineceğini, taburelere veya tezgaha çıkacağını, miyavlayacağını söylüyordu. Tabi, tezgaha çıkması yasak olurdu bu durumda, ne de olsa buraları ben temizliyor olduğum için söylemesi kolay geliyordu. Hazel bir anda kedi taklidi yapmaya başladığında, işler daha komik bir hal almaya başlamıştı, içten içe oldukça gülüyor olsam da dıştan sadece izliyordum. Bu duruma içimden geldiği gibi gülecek olsaydım muhtemelen mekan ortadan ikiye yarılırdı. Gerçekten eğlencenin nasıl bir şey olduğunu çok iyi biliyordu.

Bu muhabbetlerin hepsi, tostları koymadan önce yaşanıyordu. Tostları koyduktan sonra az daha patron olduğumu ağzından kaçıracak gibi oluyor, sonrasında toparlıyordu. Bense sessizce, tepki bile vermeden izlemeye devam ediyordum. Benim ne kadar güzel çalıştığımı gösterdiğinde, kafamla sakince aşağı yukarı oynatarak onaylamıştım Hazel'ı. Tostumun bir dilimini iki ısırıkta bitirdikten sonra, Hazel'ın emriyle gelen miyavlamayı bekliyordum. Çocuğun miyavlayıp miyavlamayacağından emin değildim, bu yüzden gerçekten meraklanmıştım. Tabi, çocuk daha miyavlayamadan Hazel'ın şaşkınlığıyla diğer tostumu tek seferde ağzımın içine tıktım. Kendime daha büyük ekmekler almam gerektiğini biliyordum, ancak müşteriler için küçük boyutlu ekmeklerden almak zorunda kalıyordum.

Hazel, çocuğun bir gelişmiş olduğunu söylüyordu. Yeteneğinin ruhları öldürmek olduğunu, onlarla beslendiğini söylüyordu. İlginç bir yetenekti. Tam olarak ne olduğunu anlamamıştım, bir insanın ruhunun nasıl yeneceğini de çok anlamamıştım. Çaresiz, kimsesiz ve parasız olduğunu söylüyordu. Aynı zamanda kalacak bir yere ihtiyacı varmış. Bir de, cinayet işleyebilmek için iyi bir sebebe. Yeteneğinin ölümle alakalı olan birisinin cinayet işlememesine daha çok şaşırırdım. Ancak potansiyel bir katilin veya katilin cinayet işlemek için iyi bir sebep araması ayrı bir garipti. Hazel ruhunun simsiyah olduğunu, benimse beyaz olduğunu ima ediyordu. Ruh renkleri veya diğer şeylerin ne olduğunu anlamamıştım.

Çocuk, Hazel'ın kendisini ifşa etmesine rağmen hiçbir şey söylemeden sadece nasıl diye sormuştu. İfadesiz bir şekilde çocuğa baktım. Geride kalan iki tostumu yedim hızlıca. "Bir katil misin, olacak mısın?" Diye sordum. Cinayet işlemek için iyi bir sebep arayan birisi olabilirdi, ancak yanımda böyle birisini nasıl tutabileceğimden de emin değildim. "Benim yanımdaki herhangi birini öldürmek için iyi bir sebep bulmayacağını nerden bileceğim?" Dedikten sonra tabağımı tezgahın tam altında duran lavaboya koydum. Suyu açtıktan sonra, yıkamaya başlarken çocuğun gözlerinin içine baktım. Onu işe almam için, ekibime dahil edebilmem için gerçekten kendini iyi bir şekilde açıklaması lazımdı. "Anlat. Her şeyi." Hiçbir duygu içermeyen kelimeler ağzımdan çıktıktan sonra birkaç saniye daha gözlerinin içine bakmış, sonra bardağı yıkayabilmek için gözlerimi lavaboya doğru çekmiştim. Ancak kulağım çocuktaydı.
Image
Post Reply