Hazel'ın gösterdiği harekete karşılık, gözlerim bir anda Ashley'nin memelerine doğru gitmişti. Gerçekten, mükemmel bir açıklık vermişti ve her şey görünebiliyordu. Daha fazla bakmamak için kafasını kenara doğru çevirmişti, zira Ashley'nin sinirli haliyle uğraşmak gibi bir niyeti de yoktu. Hele onun laflarını hiç çekemezdi, birkaç saniyeliğine gözlerinin gününü güzelleştirdikten sonra hızla geri çekilmişti. Hazel bir sorusu olmadığını söylemiş ve Ashley'e havadan bir öpücük fırlatmıştı. Bu hareketine karşılık ufak bir kahkaha atmıştım, sonrasında Connell ve Clara'ya da öpücük fırlatmıştı. Diğer ikisine gönderdiği öpücükler Ashley'e attığı kadar komik değildi.
Hazel gidelim dediğinde başımla onaylamış ve odada kalan kimseye selam vermeden çıkmıştım. Gereği yoktu, iş bitince zaten görecektim onları. Ancak en önemli kısım, Gelişmiş kostümümdü. "Şurada üstümü değiştireyim. Tanınmaya gerek yok." diyerek tuvalete doğru ilerledim. Bu kostümü dört yıldır giymiyordum. Tuvalette üstümü değiştirdikten sonra dışarıya çıktım. Yanımda getirdiğim çantaya doldurmuştum eski kıyafetlerimi. Clubın karanlığının içinde sadece tacımın ve gözlerimin, ağzımın görünmesi ayrı bir zevk katıyordu. Zira simsiyah kostümümün arada görünmesi pek mümkün değildi. Ancak disco topunun vurduğu ışıklarla bir nebze görülebileceğini düşünüyordum.
Kapıya yaklaştıktan sonra bodyguard'lardan birinin boğazına elimi attıktan sonra onu duvara dayadım, ardından çantamı eline dayadım. "Kaybedersen çok kötü olur." diyerek uyardım onu. Sonrasında Fat Boy'a atladım. Hazel'da arkama bindikten sonra tüm hızımla Miami Limanına doğru gazlamaya başladım. Limanda kendimize ticareti görebileceğimiz güzel bir yer seçmeye çalıştım. Bizim görünmeyeceğimiz ama Markov'u görebileceğimiz bir yerler. Muhtemelen, üç ya da dört araba birden geleceklerdi. Saat 12 civarı olmalıydı, bir saat içerisinde herkesin toplanmış olması gerekirdi. Onları saklandığımız yerde beklemeye devam ederken, Hazel'a döndüm. "Beyinleri hackleyebileceğini söylemiştin, neler yapabilirsin? Onlardan birkaçını kısa bir süreliğine bizle taraf olmaya zorlayabilir misin mesela?" Diye sordum. Neler yapabileceğini merak ediyordum.
İşler ve Diğer İşler
Vincent tuvalette gelişmiş kostümünü giyinmekle meşgulden Hazel da stratejik dehasını kullanarak aldıkları işi nasıl yapacakları hakkında bilgi toplamaya çalışıyordu. Bunun için başvurulacak ilk kişiye başvurdu elbette, Google amcaya. Patronunun giyinmesini beklerken telefonunu açmış, Google'a girmiş, takip edilmesine karşın çok korunmalı olduğuna inandığı gizli sekmeyi açmış ve o soruyu yazmıştı. "Pezevenklerle nasıl mücadele edilir?" Sonrasında tek tek başlıklara ve içeriklere göz atıp sorularını sormaya devam etmişti. "Çok fazla kişiyle tek başına nasıl dövüşülür?" , "Yeni başlayanlar için belalı tiplerle dövüş taktikleri" , "Kendini savunma 101" , "Nasıl gangster olunur?" vs. Hazel'ın pek tatmin edici bir bilgiye erişemediğini söylemek yalan olmazdı. Anlaşılan birisini dövebilmek için birtakım teknikler bilmek yetmiyordu, kas gücü de gerekliydi. Ceketinin kollarını sıyırıp kol kaslarını inceledi. Yani... Biraz çalışsa iş görürlerdi belki ama birkaç saat içinde adam dövmek için pek yeterli olacak gibi değillerdi. Patronu gibi iri yarı bir adam olsaydı dövüşmesine gerek bile kalmadan gözdağı verebilirdi ama bu ihtişamdan da yoksun olarak doğmuştu. Omuzlarını silkti. Olacakla öleceğe çare yoktu. Akışına bırakıp ne olacağını görecekti.
Kısa süre sonra patronu resmen karanlıkta kaybolarak çıkmıştı mekanın wcsinden. 2 metre boyunda bir gölge gibiydi. Dışarı çıkarken kapının önündeki adamlardan birisini duvara dayamış ve çantayı eline vermişti. O çantanın kaybolmaması patronu için epey önemli görünüyordu. Motorun arkasına atladıktan sonra sinsice kıkırdadı. "Offf bir an öpüşeceksiniz sandım." Onun kadar maskülenlik kelimesinden daha maskülen bir adamın gay olması düşüncesi nedense çok komik geliyordu. Hayır, cinsel tercihlerini yargıladığından değildi... ya da belki de birazcık yargılıyordu. Motorun üstünde bir süre gittikten sonra limana gelmişlerdi. Uzakta, tespit edilmeyecekleri bir köşede geleni geçeni dikizliyorlardı. En azından Hazel öyle yapıyordu. Mesela inanılmaz güzel giyinmiş bir hatun geçiyordu az ileriden. Biraz sağında da çok yakışıklı bir adam vardı. Aaaa! Adam kadına yanaşıp poposuna şaplak atmıştı! Ne kadar da utanmazca bir hareketti. Gözlerini ayırmadan ikiliyi kaybedinceye kadar takip etti. İkisi de sarhoş gibiydi. Yüksek sesle bir şeyler söyleyip kahkaha atıyorlardı. Herhalde flörtleşiyorlardı. Güzel hatun arada saçlarıyla oynuyor ve onları geriye savuruyordu. Adam da bir elini cebine sokmuş ama diğerini kadın koluna girsin diye hazırda bekletiyordu. Belki de birbirlerini tanıyorlardı çünkü birbirlerinin yanında çok rahat davranıyorlardı.
Çifte o kadar çok odaklanmıştı ki patronunun ona bir soru yönelttiğini bile duymayacaktı neredeyse. "Ha?" Sonra silkelenip kendine geldi. "Ne mi yapabilirim?" Düşünmek için zaman kazanmak amacıyla soruyu papağan gibi tekrarlamıştı. O sırada fark etti ki takip ettiği çift ortadan kaybolmuştu. Tüh! Eğlencesi yok olmuştu. "Evet bu yapabileceğim bir şey ama bendeki de kafa yani. Üst üste çok fazla ve çok uzun süreli kullanamam. Yan etkileri oluyor... İstersen bizim adamı hackleyebilirim. Direnmeden bizimle gelir. Epey komik şeyler yapabilirim. Anılarıyla çok oynarsam kendisinin bir kurbağa olduğuna bile inanabilir ama sanırım koca memeli abla adamı sağlam istiyordu. Fazla bozmasam iyi olur. Onu bizden taraf yapabilirim. Ellerinde telefon, bilgisayar vs. getireceklerse onların hepsini hackleyebilirim. Bu bir işine yarar mı? Mikrofonlarından konuştukları şeyleri dinlerim veya girdikleri bilgileri öğrenirim. Hmmmm sonraaaa... Daha önce hiç aynı anda birden fazla kişiye bio-hack uygulamadım ama senin için deneyebilirim. Korkudan çöküp bebek gibi ağlamalarına bile sebep olabiliyorum daha önce denemiştim. Ama dediğim gibi yan etkileri oluyor. Ayrıca konsantrasyonumu kaybedersem rip, eski hallerine geri dönerler."
Kısa süre sonra patronu resmen karanlıkta kaybolarak çıkmıştı mekanın wcsinden. 2 metre boyunda bir gölge gibiydi. Dışarı çıkarken kapının önündeki adamlardan birisini duvara dayamış ve çantayı eline vermişti. O çantanın kaybolmaması patronu için epey önemli görünüyordu. Motorun arkasına atladıktan sonra sinsice kıkırdadı. "Offf bir an öpüşeceksiniz sandım." Onun kadar maskülenlik kelimesinden daha maskülen bir adamın gay olması düşüncesi nedense çok komik geliyordu. Hayır, cinsel tercihlerini yargıladığından değildi... ya da belki de birazcık yargılıyordu. Motorun üstünde bir süre gittikten sonra limana gelmişlerdi. Uzakta, tespit edilmeyecekleri bir köşede geleni geçeni dikizliyorlardı. En azından Hazel öyle yapıyordu. Mesela inanılmaz güzel giyinmiş bir hatun geçiyordu az ileriden. Biraz sağında da çok yakışıklı bir adam vardı. Aaaa! Adam kadına yanaşıp poposuna şaplak atmıştı! Ne kadar da utanmazca bir hareketti. Gözlerini ayırmadan ikiliyi kaybedinceye kadar takip etti. İkisi de sarhoş gibiydi. Yüksek sesle bir şeyler söyleyip kahkaha atıyorlardı. Herhalde flörtleşiyorlardı. Güzel hatun arada saçlarıyla oynuyor ve onları geriye savuruyordu. Adam da bir elini cebine sokmuş ama diğerini kadın koluna girsin diye hazırda bekletiyordu. Belki de birbirlerini tanıyorlardı çünkü birbirlerinin yanında çok rahat davranıyorlardı.
Çifte o kadar çok odaklanmıştı ki patronunun ona bir soru yönelttiğini bile duymayacaktı neredeyse. "Ha?" Sonra silkelenip kendine geldi. "Ne mi yapabilirim?" Düşünmek için zaman kazanmak amacıyla soruyu papağan gibi tekrarlamıştı. O sırada fark etti ki takip ettiği çift ortadan kaybolmuştu. Tüh! Eğlencesi yok olmuştu. "Evet bu yapabileceğim bir şey ama bendeki de kafa yani. Üst üste çok fazla ve çok uzun süreli kullanamam. Yan etkileri oluyor... İstersen bizim adamı hackleyebilirim. Direnmeden bizimle gelir. Epey komik şeyler yapabilirim. Anılarıyla çok oynarsam kendisinin bir kurbağa olduğuna bile inanabilir ama sanırım koca memeli abla adamı sağlam istiyordu. Fazla bozmasam iyi olur. Onu bizden taraf yapabilirim. Ellerinde telefon, bilgisayar vs. getireceklerse onların hepsini hackleyebilirim. Bu bir işine yarar mı? Mikrofonlarından konuştukları şeyleri dinlerim veya girdikleri bilgileri öğrenirim. Hmmmm sonraaaa... Daha önce hiç aynı anda birden fazla kişiye bio-hack uygulamadım ama senin için deneyebilirim. Korkudan çöküp bebek gibi ağlamalarına bile sebep olabiliyorum daha önce denemiştim. Ama dediğim gibi yan etkileri oluyor. Ayrıca konsantrasyonumu kaybedersem rip, eski hallerine geri dönerler."
Last edited by Synapse on 15 Jun 2024, 23:06, edited 1 time in total.

Gözlerim Markov'un gelişini beklerken, bir yandan ara ara Hazel'a doğru kayıyordu. Sorularıma vereceği cevapları merakla bekliyordum. Birkaç saniyelik bekleyişten sonra cevabımı almayı başarmıştım. Bir yere dalmış olmalıydı. Üst üste çok fazla kullanamayacak olsa da, yapabileceğini söylüyordu. Yan etkilerinden dolayı üst üste yapamayacağını anlamıştım. Bizim adamı hackleyebileceğini, direnmeden bizimle gelebileceğini ekliyordu. Bu mantıklı bir plan olabilirdi, zira zaten adamı canlı götürmemiz gerekiyordu. Anılarıyla oynarsa kendini kurbağa olarak bile görebilirmiş, lakin bunu yaparsak dediği gibi sağlam getirmekten ziyade bozuk bir ürün götürüyor olacaktık. Daha önce hiç aynı anda Bio-Hack denememiş olsa da deneyebileceğini söylüyordu. Buna gerek var mıydı bilmiyorum, zira ben zaten aktif olarak içlerine girecektim.
"Öyle bir şey denemene gerek yok, zaten ben aşağıda dövüşüyor olacağım." Diyerek cevap verdim düşünmeye başlamadan önce. Buradan çok daha büyük bir vurgun yapabileceğim konusunda emindim. Kadınları kurtarmakla işim yoktu, lakin arada dönecek olan tüm parayı almam gerekirdi. Ayrıca bu kadınlar ticaretin ortasında beni görürlerse, onları ortadan kaldırmam gerekirdi. Şimdilik bunu düşünmekten ziyade Markov'u almayı ve iki tarafın da paralarına el koymayı planlamalıydım. "Markov'u alsan yeterli sanırım. Ellerindeki tüm paraya çökeceğim. İki tarafı da düşman edineceğim. Yani, ortalık karışırsa beni de koruman gerekebilir." Diyerek yaşanacak olaylardan haberdar ettim onu. Sonrasında sürpriz olmasın.
Birkaç dakikanın ardından limana doğru gelen Range Rover'lar dikkatimi çekmeye başladı. Markov bunlardan birinde olmalıydı, ancak hangisindeydi emin değilim. Üç Range Rover, limanda bekleyen adamların oraya doğru yanaşıyordu. Arkalarında duran konteyner de kadınların ve uyuşturucuların olduğu konteyner olmalıydı. Şimdilik aşağı inmemeliydim, biraz daha beklemem gerekiyordu. Konteynerin önündeki adamlar Range Rover'lara doğru hafifçe ilerlerken, üç araçta durmuştu. Ortadaki araçtan boynunda kıpkırmızı fular olan, oldukça artist bir eleman indi. Markov bu olmalıydı. Parmağımla onu işaret ederek Hazel'a gösterdim. "Aralarında patrona benzeyen bu. Sanırım bizim adam bu olmalı." Dedim. İki taraf aralarında bir şeyler konuşmaya başladılar, özellikle o patrona benzeyen kırmızı fularlı lavuğun aktif olarak konuşması ve diğerlerinin savaşa hazır bir şekilde yanında beklemesi, beni onun Markov olduğuna inandırmıştı.
"Paralar araçların içlerinde olmalı. Para haricinde değerli neler taşıyorlar ondan emin olmak istiyorum." diyerek neden beklemeye devam ettiğimi Hazel'a açıkladım. Bir pezevenk veya torbacı olmaya niyetim olmadığı için, konteynerdeki değerli mallarla işim yoktu. Bu yüzden toplu para gibi diğer değerli eşyalara odaklanmam gerekiyordu.
"Öyle bir şey denemene gerek yok, zaten ben aşağıda dövüşüyor olacağım." Diyerek cevap verdim düşünmeye başlamadan önce. Buradan çok daha büyük bir vurgun yapabileceğim konusunda emindim. Kadınları kurtarmakla işim yoktu, lakin arada dönecek olan tüm parayı almam gerekirdi. Ayrıca bu kadınlar ticaretin ortasında beni görürlerse, onları ortadan kaldırmam gerekirdi. Şimdilik bunu düşünmekten ziyade Markov'u almayı ve iki tarafın da paralarına el koymayı planlamalıydım. "Markov'u alsan yeterli sanırım. Ellerindeki tüm paraya çökeceğim. İki tarafı da düşman edineceğim. Yani, ortalık karışırsa beni de koruman gerekebilir." Diyerek yaşanacak olaylardan haberdar ettim onu. Sonrasında sürpriz olmasın.
Birkaç dakikanın ardından limana doğru gelen Range Rover'lar dikkatimi çekmeye başladı. Markov bunlardan birinde olmalıydı, ancak hangisindeydi emin değilim. Üç Range Rover, limanda bekleyen adamların oraya doğru yanaşıyordu. Arkalarında duran konteyner de kadınların ve uyuşturucuların olduğu konteyner olmalıydı. Şimdilik aşağı inmemeliydim, biraz daha beklemem gerekiyordu. Konteynerin önündeki adamlar Range Rover'lara doğru hafifçe ilerlerken, üç araçta durmuştu. Ortadaki araçtan boynunda kıpkırmızı fular olan, oldukça artist bir eleman indi. Markov bu olmalıydı. Parmağımla onu işaret ederek Hazel'a gösterdim. "Aralarında patrona benzeyen bu. Sanırım bizim adam bu olmalı." Dedim. İki taraf aralarında bir şeyler konuşmaya başladılar, özellikle o patrona benzeyen kırmızı fularlı lavuğun aktif olarak konuşması ve diğerlerinin savaşa hazır bir şekilde yanında beklemesi, beni onun Markov olduğuna inandırmıştı.
"Paralar araçların içlerinde olmalı. Para haricinde değerli neler taşıyorlar ondan emin olmak istiyorum." diyerek neden beklemeye devam ettiğimi Hazel'a açıkladım. Bir pezevenk veya torbacı olmaya niyetim olmadığı için, konteynerdeki değerli mallarla işim yoktu. Bu yüzden toplu para gibi diğer değerli eşyalara odaklanmam gerekiyordu.

Vibratör ona aynı anda bio-hack denemesine gerek olmadığını söylemişti. Hazel anladığını belirtmek için başını yukarı aşağı yavaşça sallarken bir yandan da gözlerini limandan ayırmıyordu. Patronun amacı ellerindeki tüm paraya çökmekti o yüzden onu da koruması gerekebileceğini söylemişti. "Hay hay! Çocuk oyuncağı olacak bu bak sen bana güven." Bir işi yapıyorlarsa tam yapmaları mantıklıydı. Ayrıca paranın %40'ını büyük memeli ablanın yiyeceği düşünülünce gözünü daha yükseklere dikmek kimsenin canını yakmazdı.
Saat 1'e yaklaştığında gerçekten de lüks görünümlü siyah araçlar limana doğru yanaşmaya başlamıştı. Hazel'ın kalbi heyecanla küt küt atmaya başladı, eğlence başlıyordu! Hazel toplamda üç tane araba saymıştı. Araçlardan tek tek iyi giyinimli adamlar iniyordu. Kadın veya uyuşturucu görememişti ortalıkta, bir yerlerde saklıyor olmalıydılar onları. Vincent parmağıyla kırmızı fularlı bir adamı işaret etti kendisine. Markov'un o olduğunu düşünüyordu. "Hmmm..." dedi sessizce Hazel. Gerçekten de yetkili bir abiye benziyordu. Başka bir adamla sürekli olarak bir şeyler konuşuyordu ve yanında da koruması gibi tetikte duran başka yetkili abiler vardı. Pekiiiiii... Şimdi mi saldıracaklardı? Ne zaman aşağıya iniyorlardı? Meraklı bakışlarını Vibratör'e çevirdiğinde onun harekete geçmeye niyeti olmadığını fark etti. Paralar dışında başka değerli neleri olduğunu öğrenmek istiyordu. Ama bu gerçekten de çok sıkıcıydı! "Uyuşturucu madde ve kadın muhtemelen?" Başka ne olacaktı ki?
Birkaç dakikalık bekleyişin ardından Hazel oldukça sıkılmaya başlamıştı. Zaten Markov'u buradan hacklemesine imkan yoktu. Doğrularak yerinden kalktı ve gerindi. "Ben senin için başka değerli neleri olduğunu öğrenirim patron." diyerek ondan başka tepki gelmesini beklemeden araçlara doğru ilerlemeye başladı. Yüzündeki maskeyi çıkarıp cebine koydu ve kapüşonunu çıkararak soluk mor saçlarını geriye doğru savundu. Ne kadar az şüpheli görünürse onu ilk görüşte vurma ihtimalleri de o kadar düşük olurdu diye düşünüyordu. Adamların yanına doğru iyice yaklaştığında iki elini teslim olurmuş gibi yaparak yukarı kaldırdı. "Durun! Size barış getirdim!" diye bağırdı oldukça kendinden emin bir ses tonuyla. "Markov, sen seçilmiş olansın çocuğum." Eliyle Hıristiyanların yaptığı gibi göğsünden alnına haç çıkardı. Bir anda yaklaşık on - on beş tane iri yarı ve onu buradan başlayarak memleketi Kuzey Karolina'ya 1200 km boyunca silkerek götürebilecek adamın bakışları kendisine yönelmişti. Hazel gerginliğini gizleyerek boğazını temizledi. Tek bir amacı vardı o da şu Markov denen herifle göz göze gelebilmekti. "Markov! Günahlarından arınabilirsin evladım!" Kırmızı fularlı adımın bir adım öne çıkarak "ne oluyor aq?" diyen bakışlarla ona yöneldiğini fark etti. Bingo, işte bu! "Hah, benimsin."
Bunu yapmayalı çok uzun zaman olmuştu. Masumca gözlerine kitlendikleri anda bir sonraki aşamada ne olacağını bilmiyorlardı. Markov'un tüm duvarları kırılmış, tüm zihni Hazel'ın özgürce gezinebilmesi için ona açılmıştı. Bir insanın zihnine ilk kez giriş yapmanın verdiği haz hiçbir zaman azalmıyordu. Ne yazık ki Hazel burada çok fazla vakit harcayamazdı zira kendi bedeni açıkta ve korumasızdı. Markov'un anılarına hızlıca göz attı. Küçücük ağlak bir bebek olarak doğduğu andan, büyüdüğü okul ve bu işlere karışması... Pek iç açıcı bir hayat hikayesi olduğu söylenemezdi. Hazel ne yapması gerektiğini biliyordu. Anılarının bir kısmıyla ve duygularıyla oynasa yeterliydi onun için. Maneviyat? Fulle. Coşkun duygular? Kökle. Pişmanlık? Dibine kadar. Tanrı figürü olarak da bir gece rüyasında Hazel'ı gördüğüne dair bir anıyı da ekledi mi? Voilà! Hayat birkaç saniyeliğine hızlıca etrafında akarken şimdi ve buraya geri döndü. Kollarını iki yana açtı. "Ben Tanrın. Günahlarını ve en derin sırlarını biliyorum. Kurtuluşun hala mümkün. Dökül çocuğum, ıstırabını paylaş. Tanrı affedicidir." Kahkahalara boğulmamak için kendini zor tutuyordu. Markov bir anda göz yaşları içerisinde ona doğru koşmuş ve ayaklarına kapanarak af dilenmeye başlamıştı. "Özür dilerim, lütfen affet. Özür dilerim, lütfen affet." Sayıklayıp duruyordu. "Geçti çocuğum, geçti. Günahlarını anlat, Tanrı her zaman dinler. Pişman olanları affeder. Burada ne kadar paranın döndüğü bir alışverişle meşgulsünüz çocuğum? Tanrı'nın yolundan sapıp paraya tapmaya başlasan bile Tanrı seni affedebilir çocuğum. Miktarı dökül sen sadece." Markov işi hallolmuş gibiydi. Ancak şu anda önünde olana bitene hiçbir anlam veremeyen ve bakışları gittikçe agresifleşmeye başlayan adamlar kalmıştı. "Ahem... Tanrı sizi de affedebilir çocuklarım. Markov gibi derin bir pişmanlıkla diz çöküp af dilenin." Sanıyordu ki artık biraz kas gücüne ihtiyacı olacaktı. "Patroooooon? ... Yani şey, Tanrı sizin patronunuzdur. Bir tek ona hürmet edersiniz. İncil'de söylediğim gibi. Deyiniz ki: Bir acaip derde düştüm herkes gider karına / Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına / Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına / Rızkımı veren Hüdadır kula minnet eylemem."
Saat 1'e yaklaştığında gerçekten de lüks görünümlü siyah araçlar limana doğru yanaşmaya başlamıştı. Hazel'ın kalbi heyecanla küt küt atmaya başladı, eğlence başlıyordu! Hazel toplamda üç tane araba saymıştı. Araçlardan tek tek iyi giyinimli adamlar iniyordu. Kadın veya uyuşturucu görememişti ortalıkta, bir yerlerde saklıyor olmalıydılar onları. Vincent parmağıyla kırmızı fularlı bir adamı işaret etti kendisine. Markov'un o olduğunu düşünüyordu. "Hmmm..." dedi sessizce Hazel. Gerçekten de yetkili bir abiye benziyordu. Başka bir adamla sürekli olarak bir şeyler konuşuyordu ve yanında da koruması gibi tetikte duran başka yetkili abiler vardı. Pekiiiiii... Şimdi mi saldıracaklardı? Ne zaman aşağıya iniyorlardı? Meraklı bakışlarını Vibratör'e çevirdiğinde onun harekete geçmeye niyeti olmadığını fark etti. Paralar dışında başka değerli neleri olduğunu öğrenmek istiyordu. Ama bu gerçekten de çok sıkıcıydı! "Uyuşturucu madde ve kadın muhtemelen?" Başka ne olacaktı ki?
Birkaç dakikalık bekleyişin ardından Hazel oldukça sıkılmaya başlamıştı. Zaten Markov'u buradan hacklemesine imkan yoktu. Doğrularak yerinden kalktı ve gerindi. "Ben senin için başka değerli neleri olduğunu öğrenirim patron." diyerek ondan başka tepki gelmesini beklemeden araçlara doğru ilerlemeye başladı. Yüzündeki maskeyi çıkarıp cebine koydu ve kapüşonunu çıkararak soluk mor saçlarını geriye doğru savundu. Ne kadar az şüpheli görünürse onu ilk görüşte vurma ihtimalleri de o kadar düşük olurdu diye düşünüyordu. Adamların yanına doğru iyice yaklaştığında iki elini teslim olurmuş gibi yaparak yukarı kaldırdı. "Durun! Size barış getirdim!" diye bağırdı oldukça kendinden emin bir ses tonuyla. "Markov, sen seçilmiş olansın çocuğum." Eliyle Hıristiyanların yaptığı gibi göğsünden alnına haç çıkardı. Bir anda yaklaşık on - on beş tane iri yarı ve onu buradan başlayarak memleketi Kuzey Karolina'ya 1200 km boyunca silkerek götürebilecek adamın bakışları kendisine yönelmişti. Hazel gerginliğini gizleyerek boğazını temizledi. Tek bir amacı vardı o da şu Markov denen herifle göz göze gelebilmekti. "Markov! Günahlarından arınabilirsin evladım!" Kırmızı fularlı adımın bir adım öne çıkarak "ne oluyor aq?" diyen bakışlarla ona yöneldiğini fark etti. Bingo, işte bu! "Hah, benimsin."
Bunu yapmayalı çok uzun zaman olmuştu. Masumca gözlerine kitlendikleri anda bir sonraki aşamada ne olacağını bilmiyorlardı. Markov'un tüm duvarları kırılmış, tüm zihni Hazel'ın özgürce gezinebilmesi için ona açılmıştı. Bir insanın zihnine ilk kez giriş yapmanın verdiği haz hiçbir zaman azalmıyordu. Ne yazık ki Hazel burada çok fazla vakit harcayamazdı zira kendi bedeni açıkta ve korumasızdı. Markov'un anılarına hızlıca göz attı. Küçücük ağlak bir bebek olarak doğduğu andan, büyüdüğü okul ve bu işlere karışması... Pek iç açıcı bir hayat hikayesi olduğu söylenemezdi. Hazel ne yapması gerektiğini biliyordu. Anılarının bir kısmıyla ve duygularıyla oynasa yeterliydi onun için. Maneviyat? Fulle. Coşkun duygular? Kökle. Pişmanlık? Dibine kadar. Tanrı figürü olarak da bir gece rüyasında Hazel'ı gördüğüne dair bir anıyı da ekledi mi? Voilà! Hayat birkaç saniyeliğine hızlıca etrafında akarken şimdi ve buraya geri döndü. Kollarını iki yana açtı. "Ben Tanrın. Günahlarını ve en derin sırlarını biliyorum. Kurtuluşun hala mümkün. Dökül çocuğum, ıstırabını paylaş. Tanrı affedicidir." Kahkahalara boğulmamak için kendini zor tutuyordu. Markov bir anda göz yaşları içerisinde ona doğru koşmuş ve ayaklarına kapanarak af dilenmeye başlamıştı. "Özür dilerim, lütfen affet. Özür dilerim, lütfen affet." Sayıklayıp duruyordu. "Geçti çocuğum, geçti. Günahlarını anlat, Tanrı her zaman dinler. Pişman olanları affeder. Burada ne kadar paranın döndüğü bir alışverişle meşgulsünüz çocuğum? Tanrı'nın yolundan sapıp paraya tapmaya başlasan bile Tanrı seni affedebilir çocuğum. Miktarı dökül sen sadece." Markov işi hallolmuş gibiydi. Ancak şu anda önünde olana bitene hiçbir anlam veremeyen ve bakışları gittikçe agresifleşmeye başlayan adamlar kalmıştı. "Ahem... Tanrı sizi de affedebilir çocuklarım. Markov gibi derin bir pişmanlıkla diz çöküp af dilenin." Sanıyordu ki artık biraz kas gücüne ihtiyacı olacaktı. "Patroooooon? ... Yani şey, Tanrı sizin patronunuzdur. Bir tek ona hürmet edersiniz. İncil'de söylediğim gibi. Deyiniz ki: Bir acaip derde düştüm herkes gider karına / Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına / Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına / Rızkımı veren Hüdadır kula minnet eylemem."
Last edited by Synapse on 15 Jun 2024, 23:07, edited 1 time in total.

Hazel, beklediğimden daha deli dolu birisi. Martinez'in de bu kadar plansız, stratejisiz saldırdığına şahit olmuştum ancak Hazel çok farklı bir seviyede. Sanırım onun için bu olaylar tamamen eğlenceden ibaret. Bu benim işime geliyor aslında, işini yaptığı sürece nasıl yaptığı konusunda bir endişe hissetmiyorum. Hatta olayların bu şekilde olması onu daha da eğlendiriyorsa, böyle devam etmesi iyi olur diye düşünüyorum. Kollarımı göğsümde birleştirip neler yapacağı konusunda onu izlemeye başladım. Herhangi bir şekilde zarar görmesine izin vermeyecek olsam da, neler yapabileceğini görmek zorundayım. Benim yanımda, bu işlerin içinde olacaksa Markov denen salaktan çok daha büyük tehliklere göğüs gereceğiz, Markov'la baş edemiyorsa yanımda kalmamalı.
Adamların yanına çok ilginç bir şekilde ilerlemeye başladı, bir yandan tetikteydim, bir yandan oturduğum yerden bile kalkmıyordum. Birisi silahını çekmeden gücümün sınırlarını arttırıp hızla yanına fırlayabilirdim, bu yüzden sıkıntı etmiyordum. Hristiyanların yaptığı hareketleri yapmaya başladığında, kıkırdamaya başladım. Bu adamlarla taşşak geçeceği aklımın ucundan geçmezdi, zira ben bir an önce kafalarını kırmayı planlarken o adamlarla dalga geçiyordu. Markov'u günahlarından arındırmaya başladığında, dikkatlice izlemeye başladım. Bir anda Markov'un tanrısı olmuştu, bu çok daha ilginçti. Markov af dilenmeye başladığında olaylar daha da garipleşti, sanırım yeteneğinin kullanılışına şahit oluyordum.
Hazel, bir tanrı olarak onların günahlarını affedeceğini söylüyordu. O kadar komiğime gidiyordu ki koca koca adamların düştüğü durum, gülmemek için çok zor duruyordum. Bir yerde bana seslendiğini duyduğumda yerimden kalktım. Sanırım benim de tanrının affına ihtiyacım olacaktı, bu yüzden Hazel'ın tam arkasına duran, silahına davranmaya çalışan, ama şoktan eli ayağı titreyen lavuğun yanına zıpladım. Biraz güçlü zıplamış olacağım ki, etrafın hafif bir titremesine şahit oldum, lakin yine de ben de rolümü devam ettirmek istedim. "Tanrım. Beni günahlarımdan dolayı affet." Adam şaşkınlıkla arkasına döndüğü gibi, gücümü yüzde on kadar arttırıp yumruğu ağzının ortasına patlattım. Havada uçuşan dişleri ve kanları görmemek kadar, çenesinin kırılış sesini duymamak imkansızdı. "Az önce bir adamı altı ay pipetle yemek yemeye mecbur ettim. Beni bunun için affet tanrım."
Markov'un solundaki adam silahını bana doğrulttuğu gibi ayaklarımın altında gücümün yüzde beşini toplayarak ileriye doğru fırladım. Önce karnına bir yumruk, sonra kafasına çekiç gibi yukarıdan aşağıya bir yumruk patlattım. Bayılmış olacak ki, bir anda eli ayağı kesildi ve yere yığıldı. "Tanrım, beni affet. Bir adamı çiviledim." Markov'un adamlarına teker teker fırlamaya devam ediyordum. Birinin arabanın kaputuna kafasından tutarak vurmuş, sonrasında kaputla adamı birleştirmiştim. Hangilerinin öldüğünden, hangilerinin yaşadığından emin değildim. Konteynerin önündeki adamlardan birisi donmuş gibi bana bakıyordu. Dördü birden gördükleri manzara yüzünden ellerini havaya kaldırmışlardı, ancak bunun eğlencesini ben alacak değildim. Sol elimle Hazel'ı işaret ettikten sonra, filmlerdeki gibi kraliyet selamı vererek Hazel'a yolu gösterdim.
"Tanrım, onu affeder misiniz? Yoksa cezasını keseyim mi?"
Adamın gözündeki korkuyu görebiliyordum, hem adım atmaktan korkuyordu hem de Hazel'ın vereceği cevaptan. Ne olduğunu pek anlamışa benzemiyorlardı, özellikle tanrı konusunda. Şimdi biraz daha anlıyordum, bu olaylar gerçekten eğlenceliydi ve bunu dışarıya yansıtamamak, büyük bir yük yaratıyordu içimde. Yine de onun eğlendiğini görmek, beni de içten içe eğlendiriyordu. Adamın titreyen ağzı, bir anda açıldı. Her bir kelimesinden altına sıçmak üzere olduğunu anlayabiliyordum.
"S-Sen.. Tanrı olan... A-Adamını üzerimizden ç-ç-çekersen... Her... Her şeyi veririz..."
Adam? Sanırım adamı dediği bendim. İşler daha da komikleşiyordu.
Adamların yanına çok ilginç bir şekilde ilerlemeye başladı, bir yandan tetikteydim, bir yandan oturduğum yerden bile kalkmıyordum. Birisi silahını çekmeden gücümün sınırlarını arttırıp hızla yanına fırlayabilirdim, bu yüzden sıkıntı etmiyordum. Hristiyanların yaptığı hareketleri yapmaya başladığında, kıkırdamaya başladım. Bu adamlarla taşşak geçeceği aklımın ucundan geçmezdi, zira ben bir an önce kafalarını kırmayı planlarken o adamlarla dalga geçiyordu. Markov'u günahlarından arındırmaya başladığında, dikkatlice izlemeye başladım. Bir anda Markov'un tanrısı olmuştu, bu çok daha ilginçti. Markov af dilenmeye başladığında olaylar daha da garipleşti, sanırım yeteneğinin kullanılışına şahit oluyordum.
Hazel, bir tanrı olarak onların günahlarını affedeceğini söylüyordu. O kadar komiğime gidiyordu ki koca koca adamların düştüğü durum, gülmemek için çok zor duruyordum. Bir yerde bana seslendiğini duyduğumda yerimden kalktım. Sanırım benim de tanrının affına ihtiyacım olacaktı, bu yüzden Hazel'ın tam arkasına duran, silahına davranmaya çalışan, ama şoktan eli ayağı titreyen lavuğun yanına zıpladım. Biraz güçlü zıplamış olacağım ki, etrafın hafif bir titremesine şahit oldum, lakin yine de ben de rolümü devam ettirmek istedim. "Tanrım. Beni günahlarımdan dolayı affet." Adam şaşkınlıkla arkasına döndüğü gibi, gücümü yüzde on kadar arttırıp yumruğu ağzının ortasına patlattım. Havada uçuşan dişleri ve kanları görmemek kadar, çenesinin kırılış sesini duymamak imkansızdı. "Az önce bir adamı altı ay pipetle yemek yemeye mecbur ettim. Beni bunun için affet tanrım."
Markov'un solundaki adam silahını bana doğrulttuğu gibi ayaklarımın altında gücümün yüzde beşini toplayarak ileriye doğru fırladım. Önce karnına bir yumruk, sonra kafasına çekiç gibi yukarıdan aşağıya bir yumruk patlattım. Bayılmış olacak ki, bir anda eli ayağı kesildi ve yere yığıldı. "Tanrım, beni affet. Bir adamı çiviledim." Markov'un adamlarına teker teker fırlamaya devam ediyordum. Birinin arabanın kaputuna kafasından tutarak vurmuş, sonrasında kaputla adamı birleştirmiştim. Hangilerinin öldüğünden, hangilerinin yaşadığından emin değildim. Konteynerin önündeki adamlardan birisi donmuş gibi bana bakıyordu. Dördü birden gördükleri manzara yüzünden ellerini havaya kaldırmışlardı, ancak bunun eğlencesini ben alacak değildim. Sol elimle Hazel'ı işaret ettikten sonra, filmlerdeki gibi kraliyet selamı vererek Hazel'a yolu gösterdim.
"Tanrım, onu affeder misiniz? Yoksa cezasını keseyim mi?"
Adamın gözündeki korkuyu görebiliyordum, hem adım atmaktan korkuyordu hem de Hazel'ın vereceği cevaptan. Ne olduğunu pek anlamışa benzemiyorlardı, özellikle tanrı konusunda. Şimdi biraz daha anlıyordum, bu olaylar gerçekten eğlenceliydi ve bunu dışarıya yansıtamamak, büyük bir yük yaratıyordu içimde. Yine de onun eğlendiğini görmek, beni de içten içe eğlendiriyordu. Adamın titreyen ağzı, bir anda açıldı. Her bir kelimesinden altına sıçmak üzere olduğunu anlayabiliyordum.
"S-Sen.. Tanrı olan... A-Adamını üzerimizden ç-ç-çekersen... Her... Her şeyi veririz..."
Adam? Sanırım adamı dediği bendim. İşler daha da komikleşiyordu.

Mwahahahahaha! O kadar güçlü dayı dayı insanların bakışlarının altında aptal birer kuklaya dönüşmesini izlemekten daha zevkli bir şey yoktu dünyada. Bu yüzden gücünün kullanımı kısıtlamak, kurtulması zor bir bağımlılık gibi işkence haline gelmişti ona. Nihayet kendini yeniden özgür bırakabilmişti. Resmen bahane ediyordu bunu şu durumda kalabilmek için.
Vincent ona gönderdiği mesajı almış olacaktı ki anında damlamıştı olay yerine. İşin en eğlenceli kısmı patronun ona ayak uydurması olmuştu zira çocuk gibi azarlanmaktan nefret ediyordu. İşlerini zorlaştıracak bir hamle yapmadığı müddetçe biraz eğlenmesinde sakınca olmamalıydı sonuçta. Hazel zeminin hafifçe sarsılmasıyla hızla arkasına döndü. Vibratör patronu görünüşe göre arkasında olan ama Hazel'ın ruhunun duymadığı adama doğru öyle bir atlamıştı ki Vibratör takma adının hakkını vermişti yine. Günahlarından dolayı af isteyip adamın ağzının ortasına gelişine koymuştu bir tane. Oh! Hazel'ın içinin yağları erimişti. O çene kolay iyileşmeyecekti buna emindi. Çıkan sesten bakılırsa çene kemiği diye bir şey kalmamıştı ortada. Düşen birkaç dişin yerine de implant yapmak gerekecekti, ıyyyy! Acılı birkaç ay bekliyordu adamı. "Affedildin evladım, Tanrı affedicidir. Yeter ki tövbede sabit kalınız." dedi yeniden haç çıkararak patronuna doğru.
Patronu hemen ardından onlara saldıracak gibi duran bir başka adama kurşun hızında atılmıştı ve adamın kafasına öyle bir geçirmişti ki adam anında bayılmıştı. Ya da belki de kafa travması geçirmişti buradan çok emin olamıyordu. Vincent bunun için de ondan af dilemişti. Sinsice kıkırdamaktan kendini alamadı. "Affedildin evladım." dedi kollarını peygamber gibi iki yana kocaman açarak. Ahh... bu fazla eğlenceli olmaya başlamıştı. Hazel haç çıkarmaya, dans etmeye, hatta İsa'nın o tablosundaki gibi yerde dönerek breakdance yapmaya başlamıştı ve Vincent etraftaki herkese gelişigüzel dalıyordu. Birçoğu kalıcı hasar alıyor gibi görünüyordu. Hatta bazıları ölmüş bile olabilirdi. Hazel'ın ise zihninde çalan bir şarkı vardı ve çok ama çok eğleniyordu. Şu anda o koca memeli ablanın olduğu kulüpte olsa belki de ortamdan daha fazla zevk alırdı.

İşte sonra Hazel tam böyle havaya girmişken yerde dönemeyip popo üstü yere çakıldı. Olacağı da oydu zaten. Breakdance yapmayı biliyor muydu ki? Yoo. Niye yapmaya çalışmıştı? İsa'ya özenmişti. İsa yapabiliyorduysa o da yapabilmeliydi. Çakma tanrıdan olacağı bu kadardı ama işte. Yerden kalkıp kıçındaki tozları pat pat süpürdükten sonra etrafına baktığında patronunun çoktan adamların hepsini halletmiş olduğunu fark etti. Birkaç tanesi hariç. Adamlar şaşkınlıktan donup kalmışlardı. Bir kendisine bir de patrona bakıyorlardı. Patronu onu işaret edip yalandan selam vererek onu davet etmişti. Hazel boğazını temizleyip yeniden role girerek yavaşça yürüdü. Onu affeder miydi yoksa cezasını mı kesmeliydi? Hmmm, bu güzel bir soruydu. Hazel adamların yüzündeki endişe dolu ifadeyi incelerken bir tane cesur yürek konuşmaya başlamıştı, ona konuşmak denirse tabi. Öyle bir kekeliyordu ki Hazel üflese korkudan hık diye bayılırdı şuracıkta. Ona seslenmişti. Adamını çekerse her şeyi vereceklerini söylemişti. Adamı mı? Dönüp muzip bir ifadeyle Vincent'a baktı. Adamı he...
Yüzünü ciddileştirmeye çalışıp yeniden adama döndü. Görgü tanığı bırakacaklarına inanmış mıydı cidden? Ya da onların hayatının herhangi bir değeri olacağına? "Anlamadığın bir şey var evladım." dedi sakince düşünceli bir ifadeyle. "Siz isteseniz de istemeseniz de biz zaten her şeyi alacağız." Yüzündeki ciddi ifade adamın gözlerindeki korkunun artmasıyla şeytani bir gülümsemeye dönüştü. "İzin istedik mi? Sanmıyorum. Tanrıyla pazarlık yapmaktansa af dilenmeliydin çocuğum. Af dilenseydin Tanrın sana merhamet gösterirdi. Ama ben size yine de merhamet göstereceğim. Hepinize. Sizi bu dünyada tek bir saniye daha nefes almanın külfetinden kurtaracağım. Merhametim sonsuzdur sonuçta. Falan filan." Rüzgardan dağılan saçlarını parmaklarıyla tarayıp geri doğru savurduktan sonra Vincent'a döndü. "Patron hadi şunları da öldür de işimize bakalım. Bu kadar tanrıcılık yeter!" O esnada Markov ismindeki adam hala gözlerinden yaşlar akarak yanlarına gelmişti. "Tanrım izin ver onların cezasını ben keseyim. Beni affet Tanrım!" Hazel öfkeyle ayağını yere vurdu. "Ben sana yerden kalkabilirsin dedim mi? He? Dedim mi? Sen bana yeterince dua ettin mi bugün? Nimetlerim için teşekkür ettin mi? Et bakayım! Çabuk. Kal orada." Konsantrasyonunu bozmadan adamı bu kadar süre transta tutmayı iyi başarmıştı ama artık gücü tükeniyordu. Ağlayarak dizlerinin üzerine çöküp dudaklarından anlamsız şeyler mırıldayan Markov'u işaret ederek patronuna sordu. "Bu herifle ne yapacağız? Ben yeteneğimi kapatmak zorundayım birazdan. Neye uğradığını anlamadan bayıltsak mı onu ne yapsak? Ama senin elinin ayarı yok herifin kafatasını çorba yapma sonra."
Vincent ona gönderdiği mesajı almış olacaktı ki anında damlamıştı olay yerine. İşin en eğlenceli kısmı patronun ona ayak uydurması olmuştu zira çocuk gibi azarlanmaktan nefret ediyordu. İşlerini zorlaştıracak bir hamle yapmadığı müddetçe biraz eğlenmesinde sakınca olmamalıydı sonuçta. Hazel zeminin hafifçe sarsılmasıyla hızla arkasına döndü. Vibratör patronu görünüşe göre arkasında olan ama Hazel'ın ruhunun duymadığı adama doğru öyle bir atlamıştı ki Vibratör takma adının hakkını vermişti yine. Günahlarından dolayı af isteyip adamın ağzının ortasına gelişine koymuştu bir tane. Oh! Hazel'ın içinin yağları erimişti. O çene kolay iyileşmeyecekti buna emindi. Çıkan sesten bakılırsa çene kemiği diye bir şey kalmamıştı ortada. Düşen birkaç dişin yerine de implant yapmak gerekecekti, ıyyyy! Acılı birkaç ay bekliyordu adamı. "Affedildin evladım, Tanrı affedicidir. Yeter ki tövbede sabit kalınız." dedi yeniden haç çıkararak patronuna doğru.
Patronu hemen ardından onlara saldıracak gibi duran bir başka adama kurşun hızında atılmıştı ve adamın kafasına öyle bir geçirmişti ki adam anında bayılmıştı. Ya da belki de kafa travması geçirmişti buradan çok emin olamıyordu. Vincent bunun için de ondan af dilemişti. Sinsice kıkırdamaktan kendini alamadı. "Affedildin evladım." dedi kollarını peygamber gibi iki yana kocaman açarak. Ahh... bu fazla eğlenceli olmaya başlamıştı. Hazel haç çıkarmaya, dans etmeye, hatta İsa'nın o tablosundaki gibi yerde dönerek breakdance yapmaya başlamıştı ve Vincent etraftaki herkese gelişigüzel dalıyordu. Birçoğu kalıcı hasar alıyor gibi görünüyordu. Hatta bazıları ölmüş bile olabilirdi. Hazel'ın ise zihninde çalan bir şarkı vardı ve çok ama çok eğleniyordu. Şu anda o koca memeli ablanın olduğu kulüpte olsa belki de ortamdan daha fazla zevk alırdı.

İşte sonra Hazel tam böyle havaya girmişken yerde dönemeyip popo üstü yere çakıldı. Olacağı da oydu zaten. Breakdance yapmayı biliyor muydu ki? Yoo. Niye yapmaya çalışmıştı? İsa'ya özenmişti. İsa yapabiliyorduysa o da yapabilmeliydi. Çakma tanrıdan olacağı bu kadardı ama işte. Yerden kalkıp kıçındaki tozları pat pat süpürdükten sonra etrafına baktığında patronunun çoktan adamların hepsini halletmiş olduğunu fark etti. Birkaç tanesi hariç. Adamlar şaşkınlıktan donup kalmışlardı. Bir kendisine bir de patrona bakıyorlardı. Patronu onu işaret edip yalandan selam vererek onu davet etmişti. Hazel boğazını temizleyip yeniden role girerek yavaşça yürüdü. Onu affeder miydi yoksa cezasını mı kesmeliydi? Hmmm, bu güzel bir soruydu. Hazel adamların yüzündeki endişe dolu ifadeyi incelerken bir tane cesur yürek konuşmaya başlamıştı, ona konuşmak denirse tabi. Öyle bir kekeliyordu ki Hazel üflese korkudan hık diye bayılırdı şuracıkta. Ona seslenmişti. Adamını çekerse her şeyi vereceklerini söylemişti. Adamı mı? Dönüp muzip bir ifadeyle Vincent'a baktı. Adamı he...
Yüzünü ciddileştirmeye çalışıp yeniden adama döndü. Görgü tanığı bırakacaklarına inanmış mıydı cidden? Ya da onların hayatının herhangi bir değeri olacağına? "Anlamadığın bir şey var evladım." dedi sakince düşünceli bir ifadeyle. "Siz isteseniz de istemeseniz de biz zaten her şeyi alacağız." Yüzündeki ciddi ifade adamın gözlerindeki korkunun artmasıyla şeytani bir gülümsemeye dönüştü. "İzin istedik mi? Sanmıyorum. Tanrıyla pazarlık yapmaktansa af dilenmeliydin çocuğum. Af dilenseydin Tanrın sana merhamet gösterirdi. Ama ben size yine de merhamet göstereceğim. Hepinize. Sizi bu dünyada tek bir saniye daha nefes almanın külfetinden kurtaracağım. Merhametim sonsuzdur sonuçta. Falan filan." Rüzgardan dağılan saçlarını parmaklarıyla tarayıp geri doğru savurduktan sonra Vincent'a döndü. "Patron hadi şunları da öldür de işimize bakalım. Bu kadar tanrıcılık yeter!" O esnada Markov ismindeki adam hala gözlerinden yaşlar akarak yanlarına gelmişti. "Tanrım izin ver onların cezasını ben keseyim. Beni affet Tanrım!" Hazel öfkeyle ayağını yere vurdu. "Ben sana yerden kalkabilirsin dedim mi? He? Dedim mi? Sen bana yeterince dua ettin mi bugün? Nimetlerim için teşekkür ettin mi? Et bakayım! Çabuk. Kal orada." Konsantrasyonunu bozmadan adamı bu kadar süre transta tutmayı iyi başarmıştı ama artık gücü tükeniyordu. Ağlayarak dizlerinin üzerine çöküp dudaklarından anlamsız şeyler mırıldayan Markov'u işaret ederek patronuna sordu. "Bu herifle ne yapacağız? Ben yeteneğimi kapatmak zorundayım birazdan. Neye uğradığını anlamadan bayıltsak mı onu ne yapsak? Ama senin elinin ayarı yok herifin kafatasını çorba yapma sonra."
Last edited by Synapse on 15 Jun 2024, 23:07, edited 1 time in total.

Yıllar yıllar öncesinde, Yoru yaşadığı dönemlerden birinde beni tiyatroya götürmüştü. İnsanlar olmak istedikleri veya olmaları gerektiği kişiler, canlılar gibi giyinmişler, o kişilerin taklitlerini yapıyorlardı bir sahnenin üstünde. Hepsinin ayrı bir rolü vardı, hepsi o role sadık kalmak zorundaydılar ve hiçbir zaman o rolden çıkmıyorlardı. Belki bir saat belki iki saat, ancak sonuna kadar o kişiliği oynamaya devam ediyorlardı. Diğerleri de onlara ayak uyduruyorlar, rollerine uygun cevaplar ve tepkiler veriyorlardı. O zamanlar yaşadığım eğlenceyi anımsıyordum Hazel'ın yarattığı durumu izledikçe. Tabi, o zaman da gülemiyordum, şimdi de gülemiyorum.
Sessiz bir şekilde dinliyordum konuşmaları. Hazel, Tanrı rolüne devam ediyordu, onun için sahnenin ışığı henüz kapanmamıştı ve anladığım kadarıyla kapanmaya da niyeti yoktu. O zamanlar hiç gülmemiş olsam da içten içe eğlendiğim gibi eğlenmeyi düşünüyordum sadece. Bu yüzden tepkisiz bir şekilde izlemeye devam ettim. Adamın yüzündeki korkunun artışı, Hazel'ın ciddi ifadesinin şeytani bir gülümsemeye evrilmesi, herkes rolünün gerektirdiklerini yapıyordu. Hazel adama af dilenmesi gerektiğini söylüyordu, tanrının ona merhamet göstereceğini söylüyordu. Ellerimi göğsümün önünde kavuşturmuş ve parmaklarımı iç içe geçirdikten sonra, baş parmaklarımı alnıma dayamıştım rolünü desteklemek için.
"Tanrının merhameti sonsuzdur."
Hazel'ın merhameti, tanrının gerçek merhametiyle uyuşmasa da onu desteklememek için bir neden göremiyordum. Hazel'ın cümlelerin devamını getirmemesi, falan filan diyerek geçiştirmesi beni az daha güldürecek olsa da, kendimi dizginleyip sadece gülümsemekle yetinebilmiştim. Sonrasında ise, Tanrı rolü devam ediyor olmasından gerek şunları öldürmemi emretmişti. Bu emrin sebebini tamamen rolünün devam ediyor olması olarak yorumlasam da, Tanrı'nın birisine patron diyeceğini de düşünmüyordum. Yine de hiçbir şey demeden sakince gözlerinin içine bakmış, bir şey demeye kalmadan Markov'un söze girmesiyle birlikte gözlerim onun üstüne doğru kayıyordu.
Markov'un izinsiz bir şekilde Hazel'ın yanına gelmesi, onu sinirlendirmiş olacaktı ki adamı azarlamaya başlıyordu. Sanırım bu çetenin başına Hazel'ı getirsek, savaştan savaşa koştururduk. Herkese böyle davransa, insanların zihinleriyle oynamaya devam etse, burnumuz boktan çıkmazdı. İyi ki çetenin patronu olarak görev alıyorum, yoksa her günümüz bela içinde geçerdi. Kendisine yeterince dua etmeyen, nimetleri için teşekkür etmeyen Markov'u kovduktan sonra bana dönüp bu herifle ne yapacağımızı soruyordu. Gücünü yakın süreçte kapatması gerektiğini söylüyordu. Söylediği doğruydu, elimin ayarı yoktu ve onu cansız bir şekilde götürmek istemiyordum.
Az önce bayılttığım adamın silahını yerden kaldırdım ve bir iki adım sonra Hazel'ın yanına gelip silahı ona uzattım. "Dipçiğiyle ensesine sert bir darbe oturt. Muhtemelen bayılır. Tabi gücünü kapatmadan önce, beynini direkt kapatabiliyorsan o da işimize yarar. Bilinci kapalı olsa yeter." Dedikten sonra konteynerin önünde duran adama doğru yöneldim. Elimi boğazına attığım gibi, gücümün yüzde onunu kullanarak onu önce havaya kaldırdım, sonrasında yine aynı güç oranıyla yere vurdum. Zeminden gelen kemik sesleri, ağzından maskeme doğru uçan kanlı tükürükleriyle birlikte adamı bir süreliğine uyuttuğuma inanıyordum. Belki de ölmüştü, emin değilim. Şimdilik önceliğimi o adamın ölüp ölmediğine veremezdim. Konteynerin içinde alınması gerekenler vardı.
Konteynerin kapısını iki elimle açmak çocuk oyuncağı gibiydi. Bu tarz kilitleri kırmak, bir bardağı kırmak gibiydi benim için. Kapıyı iki yana açtığım gibi korku dolu gözlerle karşılaşmam uzun sürmedi. Üzerlerine hafif bir ışık vuran kadınlar yerde oturtulmuş, arka taraflarda da muhtemelen aradığım uyuşturucu paketleri vardı. Kadınların uzun bir süredir duş almadığı üzerlerindeki kirden ve gelen kokudan anlaşılıyordu. Korkudan titremelerine ve geri çekilmelerine rağmen, hiç ses çıkarmıyor oluşları bu konuda uyarıldıklarını gösteriyordu. Bu uyarı, sözlü olarak yaşanmamıştı. Birkaç saniye daha onları izledikten sonra kenara doğru birkaç adım attım kapıyı tek elimle tutarken.
"Kaçmak için 10 saniyeniz var. 10 Saniye sonra konteyner içinde kalanları denizin dibine yollarım."
Kadınlar, birkaç saniyesini durumu idrak etmekle geçirmiş, sonraki birkaç saniyesini de bir an önce toparlanıp birbirlerini ezerek geçmeye çalışarak geçirmişlerdi. Sonuç olarak, hepsinin konteynerden çıkışını izledikten sonra içeriye dalıp uyuşturucu paketlerine bakındım. Hiçbir uyuşturucu getirilmemişti, muhtemelen bu ticarette sadece kadın ticareti gerçekleşmişti. Dışarıya adım attıktan sonra Hazel'a baktım. "Sadece kadın ticareti yapılmış. Satılabilecek uyuşturucu yok." dedikten sonra, önce konteynerdeki adamı içeriye koydum, sonrasında bayılttığım her bir adamı teker teker konteynerin içine yerleştirdim. Konteynerin kapılarını kapatıp, hafifçe büküp sağlam bir şekilde kapattıktan sonra, "Umarım Atlantis'i keşfedersiniz." diyerek tekmeyi konteyneri denize fırlatmak için vurdum. İskelenin hemen dibinde olmak, işlerimi oldukça kolaylaştırmıştı. Şimdi tek yapmamız gerekense, Markov'u götürmek olacaktı.
"Üç kişi motora binmek çok zor olacak. Arabayla dönelim. Araba kullanmasını biliyor musun?" diye sordum Hazel'a karşı. Ona göre Markov'u ben tutacak, arabayı ona kullandıracaktım. Eğer kullanmayı bilmiyorsa, arabayı ben kullanmak zorunda kalacaktım.
Tanrım, kendimi ne zaman arkada oturan bir çete lideri gibi görebilirim?
Sessiz bir şekilde dinliyordum konuşmaları. Hazel, Tanrı rolüne devam ediyordu, onun için sahnenin ışığı henüz kapanmamıştı ve anladığım kadarıyla kapanmaya da niyeti yoktu. O zamanlar hiç gülmemiş olsam da içten içe eğlendiğim gibi eğlenmeyi düşünüyordum sadece. Bu yüzden tepkisiz bir şekilde izlemeye devam ettim. Adamın yüzündeki korkunun artışı, Hazel'ın ciddi ifadesinin şeytani bir gülümsemeye evrilmesi, herkes rolünün gerektirdiklerini yapıyordu. Hazel adama af dilenmesi gerektiğini söylüyordu, tanrının ona merhamet göstereceğini söylüyordu. Ellerimi göğsümün önünde kavuşturmuş ve parmaklarımı iç içe geçirdikten sonra, baş parmaklarımı alnıma dayamıştım rolünü desteklemek için.
"Tanrının merhameti sonsuzdur."
Hazel'ın merhameti, tanrının gerçek merhametiyle uyuşmasa da onu desteklememek için bir neden göremiyordum. Hazel'ın cümlelerin devamını getirmemesi, falan filan diyerek geçiştirmesi beni az daha güldürecek olsa da, kendimi dizginleyip sadece gülümsemekle yetinebilmiştim. Sonrasında ise, Tanrı rolü devam ediyor olmasından gerek şunları öldürmemi emretmişti. Bu emrin sebebini tamamen rolünün devam ediyor olması olarak yorumlasam da, Tanrı'nın birisine patron diyeceğini de düşünmüyordum. Yine de hiçbir şey demeden sakince gözlerinin içine bakmış, bir şey demeye kalmadan Markov'un söze girmesiyle birlikte gözlerim onun üstüne doğru kayıyordu.
Markov'un izinsiz bir şekilde Hazel'ın yanına gelmesi, onu sinirlendirmiş olacaktı ki adamı azarlamaya başlıyordu. Sanırım bu çetenin başına Hazel'ı getirsek, savaştan savaşa koştururduk. Herkese böyle davransa, insanların zihinleriyle oynamaya devam etse, burnumuz boktan çıkmazdı. İyi ki çetenin patronu olarak görev alıyorum, yoksa her günümüz bela içinde geçerdi. Kendisine yeterince dua etmeyen, nimetleri için teşekkür etmeyen Markov'u kovduktan sonra bana dönüp bu herifle ne yapacağımızı soruyordu. Gücünü yakın süreçte kapatması gerektiğini söylüyordu. Söylediği doğruydu, elimin ayarı yoktu ve onu cansız bir şekilde götürmek istemiyordum.
Az önce bayılttığım adamın silahını yerden kaldırdım ve bir iki adım sonra Hazel'ın yanına gelip silahı ona uzattım. "Dipçiğiyle ensesine sert bir darbe oturt. Muhtemelen bayılır. Tabi gücünü kapatmadan önce, beynini direkt kapatabiliyorsan o da işimize yarar. Bilinci kapalı olsa yeter." Dedikten sonra konteynerin önünde duran adama doğru yöneldim. Elimi boğazına attığım gibi, gücümün yüzde onunu kullanarak onu önce havaya kaldırdım, sonrasında yine aynı güç oranıyla yere vurdum. Zeminden gelen kemik sesleri, ağzından maskeme doğru uçan kanlı tükürükleriyle birlikte adamı bir süreliğine uyuttuğuma inanıyordum. Belki de ölmüştü, emin değilim. Şimdilik önceliğimi o adamın ölüp ölmediğine veremezdim. Konteynerin içinde alınması gerekenler vardı.
Konteynerin kapısını iki elimle açmak çocuk oyuncağı gibiydi. Bu tarz kilitleri kırmak, bir bardağı kırmak gibiydi benim için. Kapıyı iki yana açtığım gibi korku dolu gözlerle karşılaşmam uzun sürmedi. Üzerlerine hafif bir ışık vuran kadınlar yerde oturtulmuş, arka taraflarda da muhtemelen aradığım uyuşturucu paketleri vardı. Kadınların uzun bir süredir duş almadığı üzerlerindeki kirden ve gelen kokudan anlaşılıyordu. Korkudan titremelerine ve geri çekilmelerine rağmen, hiç ses çıkarmıyor oluşları bu konuda uyarıldıklarını gösteriyordu. Bu uyarı, sözlü olarak yaşanmamıştı. Birkaç saniye daha onları izledikten sonra kenara doğru birkaç adım attım kapıyı tek elimle tutarken.
"Kaçmak için 10 saniyeniz var. 10 Saniye sonra konteyner içinde kalanları denizin dibine yollarım."
Kadınlar, birkaç saniyesini durumu idrak etmekle geçirmiş, sonraki birkaç saniyesini de bir an önce toparlanıp birbirlerini ezerek geçmeye çalışarak geçirmişlerdi. Sonuç olarak, hepsinin konteynerden çıkışını izledikten sonra içeriye dalıp uyuşturucu paketlerine bakındım. Hiçbir uyuşturucu getirilmemişti, muhtemelen bu ticarette sadece kadın ticareti gerçekleşmişti. Dışarıya adım attıktan sonra Hazel'a baktım. "Sadece kadın ticareti yapılmış. Satılabilecek uyuşturucu yok." dedikten sonra, önce konteynerdeki adamı içeriye koydum, sonrasında bayılttığım her bir adamı teker teker konteynerin içine yerleştirdim. Konteynerin kapılarını kapatıp, hafifçe büküp sağlam bir şekilde kapattıktan sonra, "Umarım Atlantis'i keşfedersiniz." diyerek tekmeyi konteyneri denize fırlatmak için vurdum. İskelenin hemen dibinde olmak, işlerimi oldukça kolaylaştırmıştı. Şimdi tek yapmamız gerekense, Markov'u götürmek olacaktı.
"Üç kişi motora binmek çok zor olacak. Arabayla dönelim. Araba kullanmasını biliyor musun?" diye sordum Hazel'a karşı. Ona göre Markov'u ben tutacak, arabayı ona kullandıracaktım. Eğer kullanmayı bilmiyorsa, arabayı ben kullanmak zorunda kalacaktım.
Tanrım, kendimi ne zaman arkada oturan bir çete lideri gibi görebilirim?

Patron yerden bir tabanca alarak kendisine doğru uzatmıştı. Dipçiğiyle ensesine sertçe vurursa adamı bayıltabileceğini söylemişti. Tabi eğer gücü yeterse adamın beynini komple kapatması da iyi olabilirdi. Aslında Hazel bunu deneyebilirdi ancak gücünü uzun süredir kullanıyordu ve Markov'un zihnine tekrar giriş yapmak istemiyordu. Hem silahın dipçiğiyle adama bir tane geçirme fikri çok daha güzel kulağına. Patronu adamları şamar oğlanına çevirirken epey özenmişti ona. Hazel tabancayı elinde sağa sola çevirip her yönünü inceledi. Göründüğünden daha ağırdı. Hayatında ilk kez böyle bir şeyi eline alıyordu. İlk kez pipi ellemek gibi heyecan verici bir şeydi bu. Vibratör patronu arkada adamları pataklarken Hazel silahın dipçiği olduğu düşündüğü arka sert tarafıyla adamın kafasına gelişigüzel geçirdi bir tane. Tam o anda "BAM" diye bir sesin patlamasıyla Hazel silahı yere fırlatıp ufak bir korku çığlığı koparttı. Adamın kafasına vururken yanlışlıkla tetiği çekmiş olmalıydı. Kim bilir kurşun nereye gitmişti. Neyse ki kendisine denk gelmemişti. Hiçbir şey olmamış gibi ıslık çalarak silaha bir tane tekme savurup kendisinden uzaklaştırdı. Markov ise bayılmış olmalıydı ki çıt çıkmıyordu bedeninden. Hazel da böylece gücünü kapattı.
Arkasını döndüğünde patronun adamlarla olan işi çoktan bitmişti. Hatta konteynırın kapağını bile açmıştı. Konteynırın içi karı kız kaynıyordu. Bir sürü güzelli çirkinli kadın doluydu içerisi. Kadınlar çığlık çığlığa sağa sola kaçıştırırken ortalığı da leş gibi bir koku almıştı. Hazel cebine koyduğu maskesini çıkarıp geri taktı. Iyyyy! Vincent konteynır boşaldıktan sonra içeri girip kontrole başlamıştı. Hazel da götüm götüm yanaştı ona doğru. Bir dakika sonra patron dışarı çıkmıştı. Uyuşturucu bulamadığını, sadece kadın ticareti olduğunu söylemişti. "Yaaaaaa! Nasıl olmaaaaaz!!! Bu şıfrıntıları kurtarmak için mi kıçımızı yırttık o kadar?" diye mızırdandı hayal kırıklığına uğramış bir ses tonuyla. Uyuşturucuların nasıl göründüğünü merak etmişti. Hem de ticaretini yapma fikri ona filmlerdeki kötü adamlardan birisi olabilme hazzını yaşatacaktı. Ne kadar da acınası bir durumdu! "Aşk olsun koca memeli ablaya. Memelerinin güzelliğine kandık. Sen kalem ol ben de kağıt, yaz beni yarim yarim, çiz beni yarim yarim, çöz beni yarim yarim, ah beni beni." diye acıklı bir şarkı mırıldanmaya başladı saçmasapan bir şekilde.
O şarkısını söylerken patron tek tek öldürdüğü ya da bayılttığı adamları toparlayarak konteynıra yerleştirmeye başlamıştı. Hepsini içeriye tıktıktan sonra kapılarını sıkıca kapatıp tekmeyi basıp denize savurdu hepsini. Atmadan önce de Atlantis'i bulmalarını umduğunu söylemişti. Hazel kocaman bir kahkaha kopardı. "Bunu beğendim! Güzel lafmış. Nasıl böyle duygusuz söyleyebiliyorsun bunu hiç gülmeden ya. Benim duyunca bile gülesim geliyor. Ki güldüm de." Böylece ortada görgü tanığı da kalmamıştı. Vincent ona dönüp motorla gitmelerinin zor olacağını, arabaya binmeleri gerektiğini söylemişti. Sonra da o soruyu sormuştu. Araba kullanmayı biliyor muydu? Hazel düşündü. Bu öyle tak diye cevap verebileceği bir soru değildi. Araba kullanmayı biliyor muydu? Teknik olarak, hayır. Ehliyeti yoktu. Pratik olarak, eh işte. Babasının arabasını birkaç kere kaçırdığı olmuştu. Her seferinde de kazaya karışmış ve bir ay ceza yemişti. Bir de lisede yaşından büyük oğlanlarla okuldan kaçarken arabalarını kısa süreliğine kullandığı olmuştu. Yine hepsi kazayla ve ceza yemesiyle sonlanmıştı. Ama şimdi patrona araba kullanmasını bilmediğini, hatta korkunç bir şoför olduğunu söyleyemezdi. Yakışık almazdı. Adam başına ekip arkadaşı değil bela aldığını düşünecekti. En azından bir şeylerde işe yarıyor olmalıydı. "Tabi ki de patron ayıpsın! Şoförlüğüm yedi cihanda nam salmıştır benim." Ama nasıl bir nam? Birazdan öğrenecekti. Ceza veya azar yiyeceğini düşünmüyordu ama yese de patronunu şaşırtmasının eğlencesine değerdi.
Patron Markov'u kucaklayıp havalı arabalardan birinin arka koltuğuna yerleştirip yanına geçerken Hazel da öndeki şoför koltuğunda yerini aldı. Koltuğun hizasını ve aynaları kendi boyuna göre ayarladıktan sonra kontağı çevirdi. Mallar arabanın anahtarını üzerinde bırakmışlardı. "Kaptan pilotunuz konuşuyor, kemerlerinizi sıkıca bağlayın bebeğim vuhuuuuu!" diye bağırarak gaza abandı ve arabaya acayip sesler çıkararak ve sağa sola yalpalatarak harekete geçirdi. Hazel'ın şoförlüğü... tartışılırdı. Buna şoförlük denebilir miydi? Evet araba bir şekilde gidiyordu. On dakikada en az yirmi beş kere kaza yapmayı ucundan atlatmaları dışında bir sorun yoktu. Tehlikeli derecede şerit dışına çıkması, diğer arabalara yakınlaşması, makas atması dışında da bir sorun yoktu. Kendindeki tüm yetersizliği başka şoförlere yüklemesi dışında da... "Şu kaşara bak kaşşşşşara kaşşşşşşarrrlııı bööreeeeek EHLİYETİ NEREDEN ALDIN SEN?!" gibi "Orospu çocuğuna bak sen hele hele doğru dürüst kullansana arabanı be adam!" gibi... Kornaya uzun uzun basması da... Polis enselerine dadanmasa iyiydi çünkü fazlasıyla dikkat çekiyorlardı. Araba öyle bir savruluyordu ki patronun ağırlığı da ivmelenmesine sebep oluyordu.
Kabus gibi geçen yirmi dakikalık bir yolculuğun ardından hippilerin olduğu mekanın yakınına gösterişli bir giriş ve harikulade(!) bir park yaptılar. Hazel kapıyı açıp dışarı fırladığında kendine hakim olamayan bir adrenalin sarhoşu gibi kıkırdayıp duruyordu. "Patrooaaann sana demiştim offff çok eğlenceliydi nolur bunu tekrar yapalım nolur nolur nolur!" Bunu söylerken patronunun kapısını açıp Markov'u çıkarmada ona yardım etmeye davrandı. "Bundan sonra seni arabayla ben gezdireceğim her yere götüreceğim." dedi koskocaman parıldayan gözlerle.
Arkasını döndüğünde patronun adamlarla olan işi çoktan bitmişti. Hatta konteynırın kapağını bile açmıştı. Konteynırın içi karı kız kaynıyordu. Bir sürü güzelli çirkinli kadın doluydu içerisi. Kadınlar çığlık çığlığa sağa sola kaçıştırırken ortalığı da leş gibi bir koku almıştı. Hazel cebine koyduğu maskesini çıkarıp geri taktı. Iyyyy! Vincent konteynır boşaldıktan sonra içeri girip kontrole başlamıştı. Hazel da götüm götüm yanaştı ona doğru. Bir dakika sonra patron dışarı çıkmıştı. Uyuşturucu bulamadığını, sadece kadın ticareti olduğunu söylemişti. "Yaaaaaa! Nasıl olmaaaaaz!!! Bu şıfrıntıları kurtarmak için mi kıçımızı yırttık o kadar?" diye mızırdandı hayal kırıklığına uğramış bir ses tonuyla. Uyuşturucuların nasıl göründüğünü merak etmişti. Hem de ticaretini yapma fikri ona filmlerdeki kötü adamlardan birisi olabilme hazzını yaşatacaktı. Ne kadar da acınası bir durumdu! "Aşk olsun koca memeli ablaya. Memelerinin güzelliğine kandık. Sen kalem ol ben de kağıt, yaz beni yarim yarim, çiz beni yarim yarim, çöz beni yarim yarim, ah beni beni." diye acıklı bir şarkı mırıldanmaya başladı saçmasapan bir şekilde.
O şarkısını söylerken patron tek tek öldürdüğü ya da bayılttığı adamları toparlayarak konteynıra yerleştirmeye başlamıştı. Hepsini içeriye tıktıktan sonra kapılarını sıkıca kapatıp tekmeyi basıp denize savurdu hepsini. Atmadan önce de Atlantis'i bulmalarını umduğunu söylemişti. Hazel kocaman bir kahkaha kopardı. "Bunu beğendim! Güzel lafmış. Nasıl böyle duygusuz söyleyebiliyorsun bunu hiç gülmeden ya. Benim duyunca bile gülesim geliyor. Ki güldüm de." Böylece ortada görgü tanığı da kalmamıştı. Vincent ona dönüp motorla gitmelerinin zor olacağını, arabaya binmeleri gerektiğini söylemişti. Sonra da o soruyu sormuştu. Araba kullanmayı biliyor muydu? Hazel düşündü. Bu öyle tak diye cevap verebileceği bir soru değildi. Araba kullanmayı biliyor muydu? Teknik olarak, hayır. Ehliyeti yoktu. Pratik olarak, eh işte. Babasının arabasını birkaç kere kaçırdığı olmuştu. Her seferinde de kazaya karışmış ve bir ay ceza yemişti. Bir de lisede yaşından büyük oğlanlarla okuldan kaçarken arabalarını kısa süreliğine kullandığı olmuştu. Yine hepsi kazayla ve ceza yemesiyle sonlanmıştı. Ama şimdi patrona araba kullanmasını bilmediğini, hatta korkunç bir şoför olduğunu söyleyemezdi. Yakışık almazdı. Adam başına ekip arkadaşı değil bela aldığını düşünecekti. En azından bir şeylerde işe yarıyor olmalıydı. "Tabi ki de patron ayıpsın! Şoförlüğüm yedi cihanda nam salmıştır benim." Ama nasıl bir nam? Birazdan öğrenecekti. Ceza veya azar yiyeceğini düşünmüyordu ama yese de patronunu şaşırtmasının eğlencesine değerdi.
Patron Markov'u kucaklayıp havalı arabalardan birinin arka koltuğuna yerleştirip yanına geçerken Hazel da öndeki şoför koltuğunda yerini aldı. Koltuğun hizasını ve aynaları kendi boyuna göre ayarladıktan sonra kontağı çevirdi. Mallar arabanın anahtarını üzerinde bırakmışlardı. "Kaptan pilotunuz konuşuyor, kemerlerinizi sıkıca bağlayın bebeğim vuhuuuuu!" diye bağırarak gaza abandı ve arabaya acayip sesler çıkararak ve sağa sola yalpalatarak harekete geçirdi. Hazel'ın şoförlüğü... tartışılırdı. Buna şoförlük denebilir miydi? Evet araba bir şekilde gidiyordu. On dakikada en az yirmi beş kere kaza yapmayı ucundan atlatmaları dışında bir sorun yoktu. Tehlikeli derecede şerit dışına çıkması, diğer arabalara yakınlaşması, makas atması dışında da bir sorun yoktu. Kendindeki tüm yetersizliği başka şoförlere yüklemesi dışında da... "Şu kaşara bak kaşşşşşara kaşşşşşşarrrlııı bööreeeeek EHLİYETİ NEREDEN ALDIN SEN?!" gibi "Orospu çocuğuna bak sen hele hele doğru dürüst kullansana arabanı be adam!" gibi... Kornaya uzun uzun basması da... Polis enselerine dadanmasa iyiydi çünkü fazlasıyla dikkat çekiyorlardı. Araba öyle bir savruluyordu ki patronun ağırlığı da ivmelenmesine sebep oluyordu.
Kabus gibi geçen yirmi dakikalık bir yolculuğun ardından hippilerin olduğu mekanın yakınına gösterişli bir giriş ve harikulade(!) bir park yaptılar. Hazel kapıyı açıp dışarı fırladığında kendine hakim olamayan bir adrenalin sarhoşu gibi kıkırdayıp duruyordu. "Patrooaaann sana demiştim offff çok eğlenceliydi nolur bunu tekrar yapalım nolur nolur nolur!" Bunu söylerken patronunun kapısını açıp Markov'u çıkarmada ona yardım etmeye davrandı. "Bundan sonra seni arabayla ben gezdireceğim her yere götüreceğim." dedi koskocaman parıldayan gözlerle.

Hazel'a silahı vermemle birlikte, adamın kafasına vuruşunu gördüm. Ancak öyle bir vuruştu ki, silah aynı anda ateş almayı başarmıştı. Bazı konularda henüz yeni olduğunu unutuyordum. Onu daha fazla eğitmeliydim, daha fazla şey göstermeliydim. Yeni girdiği bu dünyada böyle şeylerin yaşanması muhtemeldi. Üstüne bir de silaha tekme vurarak uzaklaştırmıştı. Silahın yeniden ateş alma tehlikesini umursamamıştı bile. Bu genel umursamazlık kişiliğinden gelse de, dikkat etmesi gerekiyordu. Bunlar göz ardı edilebilecek hatalar olduğundan, kafamı çevirip gitmiş ve kendi işlerimi halletmek istemiştim. Konteyneri savurduktan sonra bunları nasıl duygusuz söyleyebildiğimi sormuştu. Donuk gözlerle ve suratla gözünün içine baktım.
"Benim de istediğim bir şey değil. Daha duygulu olmayı arzulardım."
Her ne kadar çoğu şeyi dibine kadar düşünüyor olsam da, bir şeyler için eyleme geçmeden önce iki üç kez düşünmem gerekiyorsa da bazı konularda düşünmeyi unutuyorum. Bunlardan birisi de arabayı kullanmamak, bir patron gibi hissetmek için anahtarı Hazel'a vermemle yaşandı. Ehliyeti var mı, gerçekten araba kullanabiliyor mu, hiçbir şey sormadan onun evet demesiyle birlikte vermiştim. Sonuçta, şoförlüğünün nam saldığını söylemişti ve ona güvenmiştim, ancak onun hiç araba sürüp sürmediğini görmemiştim. Ancak, en iyi bildiğim şeylerden birisi bazı hataların çok eğlenceli sonuçları olduğudur. Bu da, bu hatayı yapmamla birlikte en eğlenceli sonuçlardan birisini doğurmuştu. Hazel'ın sadece tavırları değil, aynı zamanda yaşattığı şeyler de komikti.
Markov'la birlikte oturduğumuz arka koltukta bir oraya, bir buraya savrulmaya başlamıştık. Hazel'ın araba kullanmayı bilmediğini gaza abanıp patinajla kaldırmasından anlamıştım. Markov etrafa kafasını vurdukça hem gözleri bir anlığına açılıyor, hem de aynı anda kapanıyordu. Adamın her an uyanabilme ihtimaline karşı tetikte kalmaya çalışırken, kapının mandalını tutup dengede kalmaya çalışıyordum. Gerçekten yedi cihanda nam salmış bir sürücü olabilirdi, ancak bu yedi cihan olarak bahsedilen şeyin hapishane veya polis merkezi olduğundan emindim. Sokaklarda böyle araba süren birisinin nam salmasına imkan yoktu.
Diğer arabalara attığı makaslar, şerit dışına çıkması, biraz daha zorlasa bizi polisle muhatap edecek üstüne tüm işi kaybedecektik. Şanslıyız ki peşimize takılan herhangi bir polis aracı olmamıştı. Üstelik insanlara laf atıyor olması, geri laf yiyecek olmamız halinde mevzu çıkacağı manasına geliyordu. Hiçbir şey olmadan hippilerin mekanına varmayı arzuluyordum, heyecanla ve büyük bir sabırla geçen yirmi dakikalık yolculuğun ardından varmıştık. Hazel kapıyı açıp dışarı fırlarken, ben önce omzumda neredeyse kusmak üzere olan Markov'u ensesinden tutmuş, sonrasında gücümün yüzde biriyle karnına yumruğu basıp fırlatmıştım. Havada fırlarken ağzından kusmuklar fırladığını görebiliyordum. Adam hafif hafif ayılıyor, aynı anda kusmaya devam ediyordu.
Hazel, kocaman gözlerle bana bakıp arabayı bundan sonra kendisinin süreceğini söylemesiyle sadece tebessüm etmiştim. "Tamam. Şoför sensin." Dedikten sonra yüzüm gene nötre döndü ve elimi götüme götürdüm. Götümü kaşıyormuş gibi garip duran birkaç hareketten sonra Hazel'ın gözlerinin içine bakarak parmaklarımda minnacık duran kurşunu gösterdim. "Beni götümden vurdun. Hareketlerine daha çok dikkat etmen gerekiyor. Markov'a vururken ateş alan silahın kurşunu bu." Dedim. Sol elimle Hazel'ın elini yakaladıktan sonra avcunun içine kurşunu bıraktım. "Hatıra olarak sakla." Diyerek göz kırptım ve Markov'un başına ilerledim. Karnını tutup kusmaya devam eden adamın sırtına ayağımı attım, hafifçe bastırarak kaçmasını engellemek amacıyla bir engel koydum. Kusması bittiğinde içeri götürmeyi planlıyordum.
"Benim de istediğim bir şey değil. Daha duygulu olmayı arzulardım."
Her ne kadar çoğu şeyi dibine kadar düşünüyor olsam da, bir şeyler için eyleme geçmeden önce iki üç kez düşünmem gerekiyorsa da bazı konularda düşünmeyi unutuyorum. Bunlardan birisi de arabayı kullanmamak, bir patron gibi hissetmek için anahtarı Hazel'a vermemle yaşandı. Ehliyeti var mı, gerçekten araba kullanabiliyor mu, hiçbir şey sormadan onun evet demesiyle birlikte vermiştim. Sonuçta, şoförlüğünün nam saldığını söylemişti ve ona güvenmiştim, ancak onun hiç araba sürüp sürmediğini görmemiştim. Ancak, en iyi bildiğim şeylerden birisi bazı hataların çok eğlenceli sonuçları olduğudur. Bu da, bu hatayı yapmamla birlikte en eğlenceli sonuçlardan birisini doğurmuştu. Hazel'ın sadece tavırları değil, aynı zamanda yaşattığı şeyler de komikti.
Markov'la birlikte oturduğumuz arka koltukta bir oraya, bir buraya savrulmaya başlamıştık. Hazel'ın araba kullanmayı bilmediğini gaza abanıp patinajla kaldırmasından anlamıştım. Markov etrafa kafasını vurdukça hem gözleri bir anlığına açılıyor, hem de aynı anda kapanıyordu. Adamın her an uyanabilme ihtimaline karşı tetikte kalmaya çalışırken, kapının mandalını tutup dengede kalmaya çalışıyordum. Gerçekten yedi cihanda nam salmış bir sürücü olabilirdi, ancak bu yedi cihan olarak bahsedilen şeyin hapishane veya polis merkezi olduğundan emindim. Sokaklarda böyle araba süren birisinin nam salmasına imkan yoktu.
Diğer arabalara attığı makaslar, şerit dışına çıkması, biraz daha zorlasa bizi polisle muhatap edecek üstüne tüm işi kaybedecektik. Şanslıyız ki peşimize takılan herhangi bir polis aracı olmamıştı. Üstelik insanlara laf atıyor olması, geri laf yiyecek olmamız halinde mevzu çıkacağı manasına geliyordu. Hiçbir şey olmadan hippilerin mekanına varmayı arzuluyordum, heyecanla ve büyük bir sabırla geçen yirmi dakikalık yolculuğun ardından varmıştık. Hazel kapıyı açıp dışarı fırlarken, ben önce omzumda neredeyse kusmak üzere olan Markov'u ensesinden tutmuş, sonrasında gücümün yüzde biriyle karnına yumruğu basıp fırlatmıştım. Havada fırlarken ağzından kusmuklar fırladığını görebiliyordum. Adam hafif hafif ayılıyor, aynı anda kusmaya devam ediyordu.
Hazel, kocaman gözlerle bana bakıp arabayı bundan sonra kendisinin süreceğini söylemesiyle sadece tebessüm etmiştim. "Tamam. Şoför sensin." Dedikten sonra yüzüm gene nötre döndü ve elimi götüme götürdüm. Götümü kaşıyormuş gibi garip duran birkaç hareketten sonra Hazel'ın gözlerinin içine bakarak parmaklarımda minnacık duran kurşunu gösterdim. "Beni götümden vurdun. Hareketlerine daha çok dikkat etmen gerekiyor. Markov'a vururken ateş alan silahın kurşunu bu." Dedim. Sol elimle Hazel'ın elini yakaladıktan sonra avcunun içine kurşunu bıraktım. "Hatıra olarak sakla." Diyerek göz kırptım ve Markov'un başına ilerledim. Karnını tutup kusmaya devam eden adamın sırtına ayağımı attım, hafifçe bastırarak kaçmasını engellemek amacıyla bir engel koydum. Kusması bittiğinde içeri götürmeyi planlıyordum.

Yihuu! Artık patronun özel şoförüydü. Birkaç kere pratik yapsa herkesten iyi kullanırdı arabayı zaten. Tecrübesi yoktu sadece, tek sorun oradaydı. Üstelik patron ona doğru hafifçe gülümsemişti. Tebessüm etmişti! Bunu hak etmek için gerçekten muazzam bir şey yapmış olmalıydı. Kendisiyle gurur duyuyordu. İçten içe patronunun duygusal nötrlüğünü bozacak ve kontrolünü kaybetmesini sağlayacak bir şey yapma fikri onu heyecanlandırıyordu. Birazcık buna uğraştığını söylemek yalan da olmazdı. Patronun elini götüne götürmesiyle bütün dikkati dağıldı gitti. O ele odaklandı. Ne yapıyordu? Götü mü kaşınmıştı? Böyle ulu orta mı kaşıyordu? Götünden bir şey çıkarıp parmaklarının arasına almıştı. Siyah, küçük bir şeydi. Yani aslında çok da küçük değildi ama Vincent'ın elinde her şey küçücük görünüyordu. Adam resmen modern dönemin Shaq'ıydı. Patron sonrasında ona dönüp dünyanın en normal şeyini söylüyormuş gibi bir ifadeyle Hazel'ın kendisini götünden vurduğunu söylemişti. Ne?
Hazel şaşkınlıkla neler olduğunu idrak etmeye çalışırken Markov'u bayıltırken silahtan kaçan kurşunun bu kurşun olduğunu anlamıştı. Resmen patronunu ilk birlikte çıktıkları görevde götünden vurmuştu. GÖTÜNDEN VURMUŞTU! Hem de istemeden, yanlışlıkla. "Ne? Ben çok özü-" ne diyeceğini bilemeyip lafları dilinde döndürmeye çabalarken Vincent onun elini tutmuş ve kurşunu avucunun ortasına bırakmıştı. Hazel hala ne olduğunu anlamamış vaziyetteyken patron hatıra olarak saklamasını söyleyip bir de üstüne göz kırpmıştı. Vaov! Bu Hazel'ın hayatında gördüğü en karizmatik hareketti. Kalbi resmen küt küt atmıştı. Tam bir beklentiyle öne doğru eğilmişti ki Vincent arkasını dönüp Markov'un yanına gitmişti. Ha? Ne? Burası öpüştükleri kısım değil miydi? Ama oyunlarda ve filmlerde böyle olmuyor muydu? Şaşkınlıkla başını kaşıyarak avuçlarının arasında duran kurşunu incelemeye başladı. Patronun götünden çıkan kurşunu... Bu hatırayı iyi değerlendirmesi lazımdı. Belki bunu bir yüzük ya da kolye haline getirirdi. Kurşunda hala biraz kan izi vardı ama umursamayıp ceketinin cebine attı.
Markov arabadan indiğinden beridir kusuyordu. Anasının karnından doğduğundan beridir yediği her şey çıkıyordu sanki içinden mübareğin. Patron da onu ayaklarının altına almış kendisine gelmesini bekliyordu. Hazel ona doğru yürürken patronun sağ götünden şıp şıp kan damladığını fark etti. Kıyafeti siyah olduğu için belli olmuyordu ama o da belli ki hep kan izi olmuştu. Regline hazırlıksız yakalanmış kız gibiydi. "Patron götün kanıyor!" dedi ona doğru ilerlerken. "Pansuman yapayım mı?" dedi muzip bir şekilde sırıtarak. Sonra yerde hala öğürmeye devam eden Markov'u ayağının ucuyla dürtükledi. "Şoförlüğümden memnun kaldın anlaşılan. Saçını da tutayım mı aşko?" dedikten sonra kıkır kıkır gülmeye başladı. "Kusmuk kokuttu her yeri ya, sanki burası yeterince kokmuyormuş gibi. Bitmedi mi hala kusman? Koca memeli ablayı bekletiyoruz bak kızacak sonra bize." Hızla içeri dalıp girişte patronun neredeyse öpüşecek gibi olduğu bodyguardı buldu. "V'nın çantasını güvende tuttun mu bakayım sen?" Adam onu görünce oldukça hayattan bezmiş ve gergin bir şekilde çantayı uzattı. "Aferin aferin, good boy. Biz koca memeli ablayı görmeye geldik arkadaş kusuyo da kusması bitince giricez içeri ok?" Çantayı iki eliyle kapıp kucakladığı gibi geri dışarı çıkmıştı. "Patroooon senin eşyaları aldım ben! Ama götün kanıyorken giyme bence boşuna lekelenmesin. Hadi içeri girelim! Koca memeliye yakınmak istiyorum biraz. Bu da o kadar kustu ki yakında mideyi de bırakacak buraya."
Hazel şaşkınlıkla neler olduğunu idrak etmeye çalışırken Markov'u bayıltırken silahtan kaçan kurşunun bu kurşun olduğunu anlamıştı. Resmen patronunu ilk birlikte çıktıkları görevde götünden vurmuştu. GÖTÜNDEN VURMUŞTU! Hem de istemeden, yanlışlıkla. "Ne? Ben çok özü-" ne diyeceğini bilemeyip lafları dilinde döndürmeye çabalarken Vincent onun elini tutmuş ve kurşunu avucunun ortasına bırakmıştı. Hazel hala ne olduğunu anlamamış vaziyetteyken patron hatıra olarak saklamasını söyleyip bir de üstüne göz kırpmıştı. Vaov! Bu Hazel'ın hayatında gördüğü en karizmatik hareketti. Kalbi resmen küt küt atmıştı. Tam bir beklentiyle öne doğru eğilmişti ki Vincent arkasını dönüp Markov'un yanına gitmişti. Ha? Ne? Burası öpüştükleri kısım değil miydi? Ama oyunlarda ve filmlerde böyle olmuyor muydu? Şaşkınlıkla başını kaşıyarak avuçlarının arasında duran kurşunu incelemeye başladı. Patronun götünden çıkan kurşunu... Bu hatırayı iyi değerlendirmesi lazımdı. Belki bunu bir yüzük ya da kolye haline getirirdi. Kurşunda hala biraz kan izi vardı ama umursamayıp ceketinin cebine attı.
Markov arabadan indiğinden beridir kusuyordu. Anasının karnından doğduğundan beridir yediği her şey çıkıyordu sanki içinden mübareğin. Patron da onu ayaklarının altına almış kendisine gelmesini bekliyordu. Hazel ona doğru yürürken patronun sağ götünden şıp şıp kan damladığını fark etti. Kıyafeti siyah olduğu için belli olmuyordu ama o da belli ki hep kan izi olmuştu. Regline hazırlıksız yakalanmış kız gibiydi. "Patron götün kanıyor!" dedi ona doğru ilerlerken. "Pansuman yapayım mı?" dedi muzip bir şekilde sırıtarak. Sonra yerde hala öğürmeye devam eden Markov'u ayağının ucuyla dürtükledi. "Şoförlüğümden memnun kaldın anlaşılan. Saçını da tutayım mı aşko?" dedikten sonra kıkır kıkır gülmeye başladı. "Kusmuk kokuttu her yeri ya, sanki burası yeterince kokmuyormuş gibi. Bitmedi mi hala kusman? Koca memeli ablayı bekletiyoruz bak kızacak sonra bize." Hızla içeri dalıp girişte patronun neredeyse öpüşecek gibi olduğu bodyguardı buldu. "V'nın çantasını güvende tuttun mu bakayım sen?" Adam onu görünce oldukça hayattan bezmiş ve gergin bir şekilde çantayı uzattı. "Aferin aferin, good boy. Biz koca memeli ablayı görmeye geldik arkadaş kusuyo da kusması bitince giricez içeri ok?" Çantayı iki eliyle kapıp kucakladığı gibi geri dışarı çıkmıştı. "Patroooon senin eşyaları aldım ben! Ama götün kanıyorken giyme bence boşuna lekelenmesin. Hadi içeri girelim! Koca memeliye yakınmak istiyorum biraz. Bu da o kadar kustu ki yakında mideyi de bırakacak buraya."
