Yavaş yavaş yerinden kalkıyorsun. Göz kapakların biraz ağır, gece boyu aklında dolaşan görüntüler yorgunluğunun kaynağı. Evin sessizliği seni sarıyor ama dışarıdan gelen şehir uğultusu, seni yeni bir güne çağırıyor. Perdeden sızan sabah ışığı yüzüne vuruyor, seni çekiştirerek gerçekliğe geri getiriyor. Çok oyalanmadan hazırlanıyorsun. Silahlarını ve tıpkı gölgen gibi ayrılmayan birkaç temel ekipmanını üzerine alıyorsun. Kemerini bir kez sıktığında, omurgandan aşağı güvenli bir kararlılık süzülüyor. Bugün sıradan bir gün olmayacak.
Kapıyı açtığın anda Madrid seni içine çekiyor.
Sokaklar… sokaklar capcanlı. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen şehrin kalbi ritmini çoktan yakalamış durumda. Güneş, kırmızı kiremitli çatılarda dans ediyor, kafelerden yükselen taze kahve kokusu dar sokaklara yayılıyor. Bir köşe başında flamenco gitar çalan bir adam, müziğin titreşimini kaldırımlara bırakıyor. Çiçekli elbiseler giyen, kalçalarını ritmikçe sallayan İspanyol kadınlar sabah yürüyüşlerine çıkmış, sıcak gülümsemelerle selam veriyorlar. Onların yanında, beyaz keten pantolonlar giymiş, gri sakallı zarif adamlar ince bastonlarıyla adım adım ilerliyor. Her yer parfüm, her yer tütün kokusu. Her yer hayat...
Bir anda, caddelerin parlaklığına zıt düşen bir detay gözünü yakalıyor. Gözlük camına yansıyan siyah bir araç köşe başındaki durakta sessizce seni bekliyor. Aracın ön plakası yok, camları zifiri karanlık. Kapıları açılmamış bile, ama senin geleceğini çoktan biliyor gibiler. Yavaş adımlarla yaklaşıyorsun. Her adımda arabanın siyah kaplaması sana biraz daha devleşiyor gibi geliyor. Yanına vardığında, sürücü koltuğundan iri yapılı, kel bir adam iniyor. Tam bir protokol gardı. Gözlük camının ardından göz teması kuruyor, dudakları aralanmadan başıyla seni selamlıyor. Ardından ön kapıyı açıyor.
İçeri adımını attığında koyu gri döşemeler, dijital ekranlar ve özel yapım iç aydınlatma seni karşılıyor. Hemen karşında oturan üç kişilik bir ekip var. Her biri farklı bir karakterin vücut bulmuş hâli gibi. Sağ köşede, jöleli saçları ve ütülü kravatıyla oturan adam hafifçe başını eğiyor. Gözlüğünü düzeltiyor ve neredeyse fısıltı tonunda konuşuyor. "Bay Colt... Ya da Nico diyelim artık. Zamanında gelmen memnuniyet verici." Ortada oturan daha yaşlı, kambur ama çelik gibi bakan biri var. Kravat takmamış. Yalnızca siyah gömleğinin düğmesi açık, bilekleri sıvanmış, sigara kokusu üzerine sinmiş. Sana bir göz atıyor, sonra başını çevirip pencereye bakmaya devam ediyor. "Adamı geç kalmakla suçlamayın. Çocuk yaşta molozun altından çıktı bu herif. Beş dakika rötar koysun dünyanın sonu değil."
Sol köşede ise genç, enerjik biri var. Yaşı senden belki birkaç yıl büyük, belki birkaç yıl küçük. Fark etmek zor. Sneakers giymiş. Ceketinin içinde tişört var. Açıkça en rahat olanı o. Gülümsüyor. "Abi, seni sonunda gördüm ya... artık içim rahatladı. Kendi gözümle görene kadar varlığından emin değildim. Hala şu anın gerçek olduğuna inanmakta zorlanıyorum. Büyük hayranınım, imzanı-" derken ilk konuşan adam "Yeter, Iglesias." diyerek sözünü kesiyor. Sana oturman için yer gösteriliyor. Koltuğa yerleştiğinde araç sessizce hareket ediyor. Süspansiyonlar yumuşak, camlardan dışarıya dair hiçbir ses sızmıyor. Madrid dışarıda tüm çıplaklığıyla yaşanıyor ama içeride bir başka dünya kurulmuş sanki. Burada devlet konuşuyor. Ama yüksek sesle değil. Alçak, net ve güvenli tonda.
Sohbet, kendiliğinden başlıyor. Gözlüklü olan bilgi vermeye başlıyor, kurumsal bir robot gibi. "Komutan Gabriel şu an özel bir bölgede, görüşme yeri tarafınıza söylenmeyecek. Aracımız sizi oraya götürecek. İlk buluşma protokol düzeyindedir. Herhangi bir test veya operasyon olmayacak. Sadece tanışma ve ön değerlendirme." Yaşlı olan omuz silkiyor. "Yani o çenesini açarsa diye şimdiden söylüyorum. Adam biraz deli. Kafa kırık ama yürek sağlam. Onu bir tanıdığında, yani... seversin belki. Belki de yumruklarsın. Bilemeyiz." Sneaker’lı olan ise biraz öne eğiliyor, heyecanla "Abi, bu görevin sonunda gerçekten değişeceksin. İçine çekileceğin şey... bu dünyada bildiğin hiçbir şeye benzemiyor. O yüzden kendini hazırla. Çünkü biz karanlıkta geziyoruz. Ama ışığı da biz getiriyoruz." Gözlüklü olan ise gence dönüyor ve "İlla havalı bir şey söyleyeceksin, tam bir keko bu çocuk ya." diyor.
Araba bir tünele giriyor. Dışarısı kararıyor. Sadece iç aydınlatma kalıyor yüzlerinde. Camlar matlaşmaya başlıyor. Artık yalnızca içerisi görünür. Dışarısı devletin gölgesi. Ve Nico, senin yeni hikayen başlıyor. Madrid’in yüzeyinde eğlence var. Ama sen derinlere gidiyorsun.