Hushfire

Post Reply
User avatar
Hushfire
Kızgın Kor
Kızgın Kor
Posts: 2
Joined: 29 Aug 2025, 00:39

Künye
Geliştirilmiş İsmi: Hushfire
İsim: Barış
Yaş: 33
Cinsiyet: Erkek
Ülke: Türkiye
Kişilik: Adım Barış. İsmimle dalga geçebilirsiniz, alışığım. Bu yüzden çok zikretmem bu adı. Annem, babam bu ismi vermiştir belki de bana. Diğer ihtimal daha acı, yetimhanede katalogdan seçilen bir isim de olabilir. Oraları karıştırmadan annem ve babam koymuş diyelim, tamam. Belli ki huzur getirmem için vermişler 'Barış' ismini. Ben huzurun neye benzediğini hiç görmedim. Parkta oynayan çocuklarını izleyen ebeveynlerin yaşadığı şey mi huzur mesala? Pekala. Böyle bir şey diyelim. Bir çocuğum yok. Parka götürecek bir yakınım da yok. Benim hayatımda hep duman vardı, is vardı, kül vardı. Yanarken huzur veren bir şey biliyor musunuz? Şömine diyeceksiniz. Ben o kesimden değilim. Kaldığım hiç bir yerde bir şömine görmedim. Belki odun sobası, huzur veremeyecek kadar çok zahmetli. O yüzden ismimin bir anlam ifade ettiğini düşünmeyin. Barış peşinde değilim. Benim alevlerim sözlüğünüzde yer alan barış veya huzur için yanmıyor.

Çok mu ciddi durdum? Hayır, ben ciddiyeti beceremem. Bir an konuşurken gülerim, sonra suratım düşer, sonra yine gülerim. İnsanlar yanımda kendini rahat hissedemez. Sadece gidip gelen suratımdan ötürü değil bu. Garip bir aura yaydığım söylenir. Bu hoşuma gidiyor. Rahatsızlık iyidir; insanın gerçek yüzünün ancak rahatsızken açığa çıktığını düşünürüm. Ben de hep rahatsız hissederim. Bu kahpe dünyanın rahat hissettirecek bir yanı da yok.

Biraz daha açılayım. İyi ve kötüye gelelim. Hangisinden taraf olduğumu bilmiyorum. O kelimelere de hiç inanmadım. Çocukken bana 'sen iyi ol' dediler. İyi oldum, karnım doymadı. Sonra kötü oldum, yine doymadım. Hazır olun, bazen iyi bazen kötü oldum. İşte o zaman karnıma bir şeyler girdi. Demek ki doğru yanlış, iyi kötü sadece başkalarının kurduğu oyundaki roller. Ben oyunun kurallarını bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Verilen rollerde oynamıyorum. Rollere girenleri sevmiyorum. İnsanların, hatta benim gibi üst insanların kendilerine verilen rolleri oynaması, kendilerini kataloglatması midemi bulandırıyor. Öldürmeye yetecek kadar mı? Kesinlikle.

Biliyorum başım sonum belli değil. Ben sadece hissediyorum. Dünyayı kurtarmak gibi bir derdim yok. Yaşamak gibi bir derdim yok. Ben sadece rol biçenleri kabullenemiyorum. Ne kahramanım, ne de canavar. Ben sadece... benim. Evet. Hayır. Belki. İşte bu kadar.

Boy: 198cm
Kilo: 65
Görünüm: Uzun ve sıska biriyim. Kambur duruyorum biraz; alışkanlık mı, yük mü bilmiyorum. Siyah kot, siyah spor ayakkabı, uzun siyah pardesü. Beni tarif etmek isteyenler için fazla kolay seçimler. Aynı şekilde, dikkat çekmeyen dümdüz bir erkeğim. Hep aynıyım çünkü. Çirkin olmak görünmezliktir. Suratım uzun, bakımsız. Sakalım bıyığım seyrek, sigaradan sararmış. Dudak kenarımda çoğu zaman sardığım bir sigara vardır. Yanar veya yanmaz. O anki keyfime göre. Dumanı olmayan bir sigara... işte ben de öyleyim. Dışarıdan sıradan ama yanıp sönen bir sigarayı içinize çekince rahatsızlık yapar. Dudağımın sol köşesinde hep bir yanık izi olur. Bazen sigarayı elimde çevirirken yanan tarafı ağzıma götürüyorum. Evet bunu sürekli yapıyorum. Beni her hatasından ders alan biriyle karıştırmayın. Gözlerimin altı mor, yüzüm solgun. Saçım omuzlarıma kadar uzanır; taranmamış, yağlı, dümdüz. Aynaya bakmamayı çoktan öğrendim. Baktığımda karşıma çıkan kişiyle kavgam bitmiyor.

Cebimde hep bir zippo çakmak taşırım. Pardesümün cebinde ise bir kibrit durur. Yedek. Zippom biraz özeldir. Metalik gri, fırçalanmış diyorlar bunlara. Üzeri kendi doğasından çizilmiş bir paterne sahip. Kime benziyor bu? Evet, bana. Zipponun sağında solunda bazen sigaramı üzerine koyup unuttuğum için hafif sarımsı izler var. Bir de küçük bir kutum var, içinde kül parçalarını ve izmaritleri sakladığım. Doğayı sevdiğimden değil, gece sıkılırsam kaç sigara içtiğimi sayıyorum.

Pardesümün iç sırt tarafında asla belli olmayan bir maske asılı. Özel bir şey değil aslında. Lunaparkta kazandığım bir oyundan, simsiyah bir oni maskesi. Bakmayın öyle dediğime, artık fazlasıyla özel. Gizlenmem gerekirse takıyorum. Bir numarası yok. Sıradan görünüyorum, biliyorum. Ama sokakta bana ikinci kez bakanların gözünde, işte o sıradanlığın altındaki tekinsizlik beliriyor. Ve ben ikinci bakışları severim.

Çok çok nadiren beni bir gitar kutusuyla görebilirsiniz. Hayatımda elime gitari sadece bir kez aldım. O da bu kutudan onu çıkarırken. Bu kutuda birkaç şey taşıyorum, nadide şeyler. Beni gitar kutusuyla gördüyseniz oradan uzaklaşmanızı tavsiye edebilirim.

Image
Geçmiş: Benim annem, babam yok. Belki vardı, belki de hiç olmamıştı. Kayıtlar ne derse o diyorsunuz ama kayıtlar her zaman doğruyu mu söyler? Çocukken devlete bağlı bir yetimhanedeydim. Koca bir bina, koca bir koku: sabun, nem ve bayat çorba. İnsan kendine ait olmadığını orada öğreniyor. Bir sürü çocuk, bir sürü isim. Her birinin hikayesini veya ismini bilmiyorum elbette. Sadece kendiminkini. Bana 'Barış' dediler. Huzur için. Ben huzuru hiç görmedim.

Benliğimi ele geçirdiğim yaşlarım sanırım onbeşlerime geliyor. Yetimhaneden atılmama üç sene kala. Gelecek kaygıları, yaşama katılma hevesi her gencin içindeydi. Ben koca bir boşluktaydım. Yemeğimi yer, odamda uyurdum. Sıska vücudum o zamandan lanetlemişti beni. Daha fazlasını yapmam genelde cüsseli çocuklardan dayak yememle sonlanırdı. Zorunlu olarak uyurdum yani. O gecelerden birini tüm İstanbul gibi ben de hatırlıyorum. Yaklaşık iki yüz çocuğun kaldığı bu yetimhanenin son gecesini. Şöyle özetleyeyim. Her gece baktığım o duvar, her zamanki duvar değildi. Üst kısmı beyaz altı yeşil boyamış o iğrenç duvarın ortasında ışıklar saçan bir yarık gördüğüme yemin edebilirim. Sonrası ise kor alevler. Nasıl başladı bilmiyorum ama o yarığı gördüğümde uyuyakaldım. Dakikalar sonra koşturup duran çocuklardan birinin yatağa çarpmasıyla uyandım. Alevler tüm binayı, dört bir yanımı sarmıştı. Duman kalın ve boğucuydu. Çocuklar koştular, birbirlerini ezdiler. Ben kalakaldım. Nefes alamıyordum. Ciğerlerim yanıyordu. Öleceğime emindim. Ölüyordum. Ölmedim.

Hayır, olmadı. Alevler bana dokunmadı. Hayır. Hayır, daha kötüsü. Alevler beni seçti. İçime doldu. Etimi yakmadı, derimi kavurmadı. Benimle konuştu. Benimle kalmak istedi. Yatakların yandığını, seslerin kesildiğini gördüm. Arkadaşlarım, yani büyüklerimin bana arkadaşın dediği kişiler, eriyip gitti. Ağlayan çocuklar sustu. Yetimhane kül oldu. Ben kaldım. Sadece ben.

Yanan bina birkaç patlama sonrası çökerken beni sağa sola savuran molozların arasından kurtuldum. Yetimhanenin arka tarafındaki ormanlığa yakındım. O gün neyden kaçtığımı hatırlamıyorum. Sadece özgürlüğün tenime dokunmasını sevmiştim. O geceden sonra ise yalnız değildim. İçimde bir fısıltı vardı. Bazen 'yak' dedi. Bazen 'kaç'. Bazen sadece güldü. Hangisinin ben olduğuna karar veremedim. Evet belki hepsi bendim. Belki hiç birisi. Anlıyor musun? Ben bunu senelerce anlamadım. Bir şizofrenim klişesine girmeyeceğim elbette. Sadece o alevlerin bazen kararlarımı etkilediğini düşünüyorum. Yoksa aklım yerinde çok şükür. İçimde sadece ben varım. Ben ve benle bir olmuş ateşim.

Yangın kayıtlara 'kaza' diye geçti. Güzel. Raporların dili kolaydır. Ama ironiye gel, kazayla ben mi yanmadım? Bahaneye bak. Ben ise kendimi İstanbul sokaklarına attım. Bilmediğim sokaklar, caddeler, kuytu köşeler. İstanbul'un toprağı altındır derler, gerçekten de öyleydi. Aç kalmadım.

Yirmili yaşlarımın başında önce devlet görevlileri beni buldu. Gelişmiş insanları kayıt zımbırtısından, eğitimden, devlet ruhundan, vatani görevlerden bahsettiler. Bana birkaç kağıt imzalattılar. Adam kılıklı memurlar. Kravatlı, dosyalı, kibirli. Bir numara vereceklerdi bana. Bir kod. Etiket. Silah. Bunu o kağıt parçalarını imzaladıktan sonra söylediler. Gerçi imzam da aşırı bozuk olmasından ötürü el yazısına benzeyen 'Barış' ismini yazmamdı. Dava etsem, bu benim imzam değil desem kazanır mıydım? Neyse. Ben numara değilim. Ben hizmet edecek biri değilim. O gün kaçtım. Reddetmek bir seçim miydi bilmiyorum. Daha doğrusu beni kovalamalarının sebebi reddetmem mi yoksa kaçanın kovalanması zırvası mı emin değilim. Önümü kesenler oldu. Ben de yaktım. Bilerek mi? Hayır. Bazen evet. Bazense hayır. Farketmez. Alevler içgüdülerime göre hareket ediyordu, ben sadece düşündüm. Onların gözünde gördüğüm şey, o kibir, o sahiplenme. Yanmayı hakediyordu.

Devleti karşıma almış olmamın bu denli büyük bir şey olduğunu bilmiyordum. Ben sadece kaçmıştım çünkü. O gün anladım ki, kravatlı adamları yakmış olmam herhangi birini yakmamdan daha önemliydi. Her insanın değeri aynı olmuyordu elbette. İnsanlara değer biçenlerin kimler olduklarını da o gün öğrenmiştim.

Sonrası? Merak etme çok geniş bir hikayem yok. Sonrasında, devletten kaçan her insan gibi gölgelere yakınlaştım. Nemli duvarların dibinde uyudum, köprü altlarında ıslandım. Kimseyle uzun kalmadım. İnsanlara güvenmedim, insanlar da bana güvenmedi. Doğru olan buydu. Ama doğruyla karın doymuyordu. Önce küçük işler yaptım. Uyuşturucu kuryeliği, hırsızlık, tetikçilik. Yeteneğimi kontrol ettikçe daha yüklü kontratlar almaya başlamıştım. Zaten bir kere yanmaya alışınca, kimseyi yakmaktan çekinmiyorsun. İnsanlar parayı önüne koyuyor, sen de tetik oluyorsun. Adımı kimse bilmedi. Lunaparktan kazandığım bir maskeyi bu işleri yaparken suratıma geçirdim. O maske işimi kolaylaştırdı. Ben sustum, onlar sustu. Susmayanlar susturuldu.

Ama para denen şey... hiçbir şey değiştirmedi. Karnım doldu, ruhum boş kaldı. Kartellerle daha çok iş yapmaya başladım. Onlar benden korkuyordu. Haklıydılar. Çünkü bir gece karar verdim. Kartellerin de yanma zamanı gelmişti. Paraları, silahları, adamları... hepsini yakmaya başladım. Onların gücü, benim alevlerimin yanında kül oldu.

Evet, ergenliğimin bittiği yerlere yaklaştık. Kanımın kaynadığı bu evrelerde suç işlediğim için kısmen pişmanım. Daha doğru bir hayat sürebilirdim, sadece seçim yapabileceğim bir durumda değildim. Belki doğru bir insan olur, güzel bir kadın bulur, huzurlu bir hayat yaşardım. Kader, bunları başaracak kadar güzel doğmamıştım.

Ergenliğim bittiğinde, 25'lerimde artık daha portatif birine dönüştüm. Yeteneğimle birlikte fikirlerim ve karakterim de olgunlaştı. Öyle umuyorum. Artık "Hushfire" olarak anılıyordum. Neden yabancı bir isimle anıldığıma emin değilim. Muhtemelen bütünleşik ülkeler zımbırtısının bir dayatması olabilir. Devlete karşıydım, onların katalog düzenine başkaldırmıştım. Suç örgütlerine karşıydım, onların hadsiz güçlerine başkaldırmıştım. Peki ben kendimi bu köhne ülkenin neresine konumlandırmıştım? Benim gibi boşvermiş, çirkin, umarsız birine uymayacak bir yol seçtim.

Yanlış anlamayın, ülkelerin varlığıyla herhangi bir derdim yoktu. Sonuçta insanların toplaşıp, kendileri adına karar vermek için yetili kişileri seçtiği bir oluşumdan bahsediyoruz. Ne güzel. Ben sadece 'özel' insanların birer araç olduğu fikrini dayatan kellelerle ilgileniyordum. Bu yüzden kendim gibi insanları aramaya başladım. Özel güçlere sahip olan, devletin düzenine başkaldıran. Ben artık 'Hushfire'dım. Bulduğum, başlarda yönlendirdiğim insanlar ise artık bir örgüt olarak anıldı. Çirkin bir isim verdiler bize. "Kızgın Kor". Bu isim benden mi kaynaklanıyor bilmiyorum. Peki bu örgütü ben mi yönetiyordum? Kısmen. Otuzlarıma kadar bulduğum insanlarla gerilla usulü saldırılar düzenledim. Devlet daireleri, geliştirilmiş eğitim alanları, arşivler, devlet üyelerinin evleri. Gurur duymuyorum ama bir kez çocuklarını rehin bile aldım. Ortalığın durulması için bir sene boyunca bir barda çalışıp kafamı eğmem gerekmişti. Bir manifestomuz yoktu. Kendimizi tanıtmıyor, bir mesaj vermiyorduk. Devlet bu nedenle bizi medya aracılığıyla terörist olarak tanıtmıştı, kaderimiz de bu yönde ilerledi.

Otuzlarıma geldiğimde biraz geri çekildim. 'Kızgın Kor' artık benim kurduğum gibi değildi. idealist olmuşlardı. Manifesto yazıyor, halka bildiriler dağıtıyor, kameraların önünde kahraman kesiliyorlardı. Ülkenin her yerinde destekçileri türedi. Eylemleri daha düzenliydi. Kriz anlarında ortaya çıkıyor, halkı kurtarıyor, sonra mesajlarını verip kayboluyorlardı. Artislerdi.

Ben dışarıda kaldım. O gösterişli taraf bana göre değildi. Ben hala gölgelerdeyim. Onlar halka umut verirken, ben onların pis işlerini yapıyordum. Birini susturmak gerekiyorsa bana haber salıyorlardı. Bir yere ateş düşecekse, çakmağı bana veriyorlardı. Maskeyi takıyordum, iş bitiyordu. Onların temiz kalması için benim kirlenmem gerekiyordu. Bir kriz anında ortaya çıkıp poz verdiklerinden bahsetmiştim ya? O kriz anlarını da ben planlıyordum. Aslında eforsuz geçirmek istediğim hayatımda çok şey yapıyordum.

Örgütle bağımı koparmadım. Sadece başkalaşım sürecinde yapabileceğim şeylere odaklandım. Üstün insanların devlet ve şirketler altında çalışmasına karşı çıkan, onların özgürlüklerini savunan bir kitleydik herkesin gözünde. İşin özü farklıydı. Biz üstün insanların hüküm sürmesini, özgür olmasını istiyorduk. Bu uğurda yaklaşık üç senedir otorite yanlısı geliştirilmişleri zevkle avlıyorum. Onları yönetenleri de avlıyorum. Halkı kendi tarafımıza çekmek için türlü sinsilikler kurguluyorum. Örgüt daha derin planlar yapadursun; ben, zippom ve maskem İstanbul'u kavurmaya devam ediyoruz.

Güç
Güç Adı: Kara Alev
Açıklama: Yetimhanede yaşadığım boyutsal bozulma zımbırtısından sonra hücrelerim biraz farklı işlemeye başladı. Cahil cesaretiyle anlatacağım size. Temel olarak hücrelerim boyutlar arası enerji sızıntısına rezonans göstererek mutasyona uğradı. Buradaki tepkimeyi ise o gün çevremde olan tek enerji kaynağıyla mühürledi. Ateş.

Vücudum ateş üretebiliyor. Normal ateş değil. Mutasyona uğrayan hücrelerim kontrol ettiği ateşi de mutasyona uğratarak onları kara alevlere çeviriyor. Bu ateş normal bir şekilde yakmıyor. Maddelerin moleküler bağlarını bozarak yok ediyor. Şimdi düşününce, normal bir ateş gibi yakıyor. Kara alevleri üretiyor ve kontrol ediyorum diyelim. Daha basit olur.

Kısa bir odaklanmadan sonra bedenimden kara alevleri salgılayabiliyorum. Bu alevler boyutsal bozunma yarattığı için oksijene ihtiyaç duymuyor. Alevler ise zihnim nasıl isterse öyle hareket ediyor. Hareket ediyor, sıkışıyor, yoğunluğunu ve şeklini ayarlayabiliyorum. Odaklanarak sıkıştırabiliyorum, form verebiliyorum. Bu alevlerin sönmesi ayrı bir dert. Zira normal ateş dedik ama bozunma sayesinde yakıyor. Bu nedenle su, köpük, klasik söndürücüler işe yaramaz. Kuvvetli rüzgar akışı şekli bozabilir ama söndürmez. Ancak kendisinden daha yüksek bir enerjiyle karşılaşırsa negatif entropi sayesinde sönebilir.

Yüzyıllarca yanar demiyorum elbette. Yaktığı şey yokolunca çok güzel söner.


Sınırlamalar ve Zayıflıklar: Alevleri mutasyona uğramış hücrelerim sayesinde dönüşüme uğrattığımı söylemiştim. Bu bir nevi çift taraflı çalışıyor. Hücrelerim alevleri mutasyona uğrattıkça kendileri de mutasyon süreçlerini devam ettiriyor ve bir süre sonra yok oluyor. Bu nedenle aşırı kullanımda aslında kendimi de yok ediyorum. Dinlenirsem tekrar yenilenme sürecine giriyorum. Ama genel olarak bozuk bir haldeyim. Bunu şöyle özetleyeyim. Beni öldürmeyen bir kanser bu. Gerçek kanserden bahsediyorum. Güçlerimi kullandıkça safha atlıyorum. Dinlendikçe eski halime geri geliyorum.

Bir de duygusal bağlamı var. Her zaman istediğim gibi dövüşemiyorum diyelim. Çok sinirliysem, acı çektiysem kontrol edemediğim şiddette alev salgılıyorum. Hiç keyfim yokken, canım sıkkınken alevler bir sirk gösterisine dönüyor. Ha bir de takım çalışmasına yatkınlığım. Neyi yakacağımı gerçekten seçemiyorum. Kendim yanamadığım için çok rahat davrandığımdan mi bilmiyorum ama güçlerimi kullandığımda öldürmek istemediğim insanların yanımda olmaması iyi olurdu. Zira yanan bir şeyi ben de söndüremiyorum. Sanırım başka bir şey yok.


İlişkili Ekipman ve Malzemeler:
  • Alevsaçar : Kızgın Kor'da mühendis bir çocuk var. Ona ilk kez kara alevlerimi gösterdiğimde heyecanla evine koştu. Birkaç gün sonra yanıma geldiğinde elinde garip bir alet ve bir şişe 5w-30 motor yağı vardı. Bu aleti nasıl tarif etsem... 90 santim uzunluğunda, iç boşluğu 5 santim çapında titanyum bir boru. Borunun bir ucunda elimle tutmam için bir yer var. Elim direk olarak borunun boşluğuna bakıyor tuttuğumda. Hemen yanında ise İstanbul hurdalığından çaldığı bir parça. Bu ne dediğimde eski bir Mercedes'ten çaldığı turbo fanı olduğunu söyledi. Çok detaylara boğmayayım. Bu silahı tutup aleve boğduğumda, nasıl bilmiyorum, bu turbo fanı da alevlerimden güç alarak delicesine dönmeye başlıyor. Ardından bu fan sayesinde titanyum borunun içinden alevlerim büyük bir ivmeyle fırlıyor! İlk denediğimde aşırı heyecanlanmıştım, artık bir dost gibi. Sıkıcı.

    Ara ara bozuluyor. Nedenini sorduğumda 'Turboda yağ kaçakları oldukça normal.' diyor. Veriyorum, birkaç gün sonra tamir edip getiriyor. Çok uzun süre kullanamıyorum bunu. Çünkü turbo bildiğimiz motor yağını kullanıyor. Dibine kadar kullandığımda en fazla 20-30 saniye alev püskürttü. Ardından tüm yağı içtiği için 'tartartartartartar' sesleri çıkarıp gücünü kaybediyor. Yağ koysam devam eder de, belimde 5 litrelik motor yağı taşıyamam. Bazen gitar kutusu sırtlandığımdan bahsetmiştim, ana amacı bu canavarı muhafaza etmek.
  • .500 S&W Magnum : Bunu avladığım ilk geliştirilmişin bedeninden almıştım. O zamanlar taşımak aşırı güçtü. Artık elim alıştı. İçinde mermi yok. İlk zamanlar mermiyle kullanmıştım evet, sonraları ise birkaç dakika odaklanarak alevlerimi sıkıştırmayı ve bu evladımın mermi kınlarına yerleştirmeyi öğrendim. Alevden mermiler delip geçmiyor, çarptıkları yerde güzel bir patlama ve yangın yaratıyor. Bu da gitar kutusunun içinde duruyor.
  • Boyutsal Enerji Rezonans Tarayıcı (BERT) : Zart zurt bert. Teknolojiyle aram hiç yok. Alevsaçarı yapan mühendis çocuk geliştirdi bunu. Bir avuç büyüklüğünde, ince bir metal kutu. Ön yüzünde yeşik bir radar ekranı var. Benim bildiklerim bu kadar, onun sözlerini ileteyim. "Bak bunu avucunun içinde tut ve arkasındaki pimi çek. Bu alet çevredeki boyutsal enerji imzalarını algılayarak çevrede bir geliştirilmiş var mı yok mu onu gösteriyor. Ana ekrandaki radarı görüyor musun? Eğer bir enerji imzası yakalarsa onun olduğu yeri gösteriyor. Menzili çok yüksek değil. En fazla elli metre. Elli metreden uzaksa bunlar ya radarda göstermez, ya da ekranın en ucunda yanıp sönen bir nokta olarak belirir. Bir modu daha var. Radarda gördüğün kişiye yeterince yaklaşırsan onun imzasını devlet sistemlerinin veritabanında arıyor. Geliştirilmiş nereye bağlı, kimdir, çok başarılı bir girişimse güçlerini bile anlatır sana!

    Ama dikkat et. Bu yaptığın tarama elbette bir sinyal yolluyor. Devlet yerini tespit edebilir, çevrendeki elektronik aletler cızırdar vesaire. Ölçüm her zaman doğru olacak diye bir şey de yok. Ona göre."
Diğer Notlar:-
Image
User avatar
Barisu
Admin
Admin
Posts: 21
Joined: 11 Oct 2023, 15:21

Onaylandı. İyi RP'ler!
Post Reply