Kahveler içilmiş, sözcükler yerini eylemlere bırakmış durumda. Senin deftere geçirdiğin cümlelerin ardından ortamda hafif bir kimyasal koku yükselmeye başlıyor. Havada, steril bir laboratuvarın havasına benzeyen, hafifçe yakıcı bir yanık notası var. Boğazında çok hafif bir kaşınma hissediyorsun, bu tip çift yönlü emirlerin sende genelde yarattığı semptomlardan. Aynı anda Yoon’un da burnunu hafifçe çektiğini fark ediyorsun ama herhangi bir şikayette bulunmuyor. Tepkisiz. Bu bile başlı başına bir gözlem verisi.
Sen çantana eşyalarını yerleştirirken, Yoon sessizce konuşmaya başlıyor. "Sana eşlik edecek ekipte şimdilik dört kişi var. Hepsiyle birebir tanışmadan karar vermeni beklemiyorum. Ama en azından neyle karşılaşacağını bilmelisin." İlk ismi anarken sesi biraz daha belirginleşiyor. "İlki, Shadowblade. Gerçek adı artık bir sır, çünkü o kendi adını ölüme gömdü. Kuzey Kore’de üst düzey bir görevde çalışırken, hükümet onu bir pusuya terk etti. Hayatta kaldı ama hayatının anlamı değişti. Antik şamanizmin içinden gelen bir güçle bağlantısı var. Gölgeleri şekillendirebiliyor, illüzyon yaratabiliyor. Sessizdir, hızlıdır, sadıktır."
Sen ayakkabılarını giyerken göz ucuyla ona bakıyorsun. Söyledikleri sana not alınması gereken şeyler gibi geliyor, çünkü bir gün bu insanların her biri ya yol arkadaşın olacak, ya da karşına dikilecek. "İkincisi Technoon. 23 yaşında bir kadın. Ailesi, bir hükümet fabrikasında çıkan sabotajda hayatını kaybetti. Oysa sabotajı yapanın hükümetin kendisi olduğu ortaya çıktı. O günden sonra teknolojiyle konuşmaya başladı… Şu an neredeyse her elektronik aleti kontrol edebiliyor. Uydular, dronlar, gözetim sistemleri… Onunla çalışmak bazen baş ağrıtabilir, çünkü kontrolü seven biridir."
Çantana defterlerini ve keskin kamp bıçağını yerleştirirken bunları aklında sıraya alıyorsun. Güçler önemli. Ama kibir, bir o kadar tehlikeli. "Üçüncüsü Revenant. Eski bir idol. Şöhretinin zirvesindeyken medya endüstrisinde dönen çocuk istismarı ve insan ticaretini açığa çıkarmaya çalıştı. Hükümet, onu yok etmek için elinden geleni yaptı. Şimdi bir tür 'hayalet' gücüne sahip. Görünmez olabiliyor, bazı alanlarda maddeselliğini kaybedip geçebiliyor. Sessizdir, içe kapanıktır, ama asla unutmamalısın, hafızası çok güçlüdür."
Son parçaları da çantana eklerken kadının sesi daha kararlı çıkıyor. Sanki bu isimleri anlatmak onun için bir görev değil, bir tür aileyi tanıtmak gibi. "Son olarak Warden. 38 yaşında. Eski bir tekvando şampiyonu. Genç yaşta bir doping skandalına kurban gitti, ama gerçek hiçbir zaman açıklanmadı. O, gücünü büyüyle birleştirebilen tek birey. Fiziksel ve ruhani enerji arasında köprü kurabiliyor. En sadık savaşçımız o. Ama aynı zamanda, en çok test edilmiş olanımız da." Sen dış kapıyı kapatırken deftere geçirdiğin "kapıdaki parmak izleri bozulur" emriyle birlikte bir tür huzur yayılıyor içine. Temiz, iz bırakmayan, yavaşça silinen bir geçmiş...
Asansöre doğru yürürken yazdığın emir hala tamamlanmamış durumda. Parmakların defterin üzerinde bekliyor, bir tetikçinin namluya parmağını yerleştirmesi gibi. Asansöre Yoon’la birlikte binince, sayacın üstünde yazan “4. kat”tan yukarı doğru ilerleyişini izliyorsun. 13. kata geldiğinizde parmağını oynatıyorsun. Son cümleye noktayı koyuyorsun. Tam o anda, asansör "ding" sesiyle 2. katta duruyor. Yoon, yukarıya çıkış devam ederken omzunu çevirip sana bakıyor. "Çatıya çıkalım. Gelecek olan şey seni şaşırtabilir." diyor.
Asansör, 15. katın üzerindeki son katta durduğunda çatı kapısı sessizce açılıyor. Soğuk ve rüzgarlı bir gece. Şehir ışıkları aşağıda titriyor, gökyüzünde ise birkaç yıldız zar zor seçiliyor. Ama en önemlisi, uzaktan bir ses yaklaşıyor. Titreşim, çatıdaki metal parmaklıklarda belli belirsiz bir uğultuya dönüşüyor.
Bir helikopter, şehre yukarıdan iniyor. Önce gövdesi görünüyor. Sonra projektörleri, rüzgarı, gürültüsü. Siyah, aerodinamik bir model, askeriye kökenli gibi ama devlet işaretleri taşımıyor. Var olmaması gereken bir araç sanki. Görünmez kalmak için var edilmiş gibi. Yoon, rotayı işaret ediyor. "Bu helikopter bizi bir adaya götürecek. Ekibin geri kalanıyla orada buluşacağız. O nokta, gözetim dışı bir bölge. Radarlar bizim olduğumuzu bile anlamıyor. Herkes seni orada bekliyor."
Helikopter iniş takımını çatıya yerleştirdiğinde, alt kapak açılıyor. Pilotun yüzü maskeli. Arkadan ışık süzmesiyle birlikte iç kabin görünüyor, koyu gri deri koltuklar, bir uç noktada bir ekran paneli, sarsıntıyı azaltmak için geliştirilmiş sabit iç dizayn. İçeride kısık ışıkla aydınlatılan bir alan var, profesyonel, soğuk ve steril.
Yoon, helikoptere bindiğinde sana elini uzatmıyor. Sadece içeri yürüyerek koltuğa oturuyor. Gücüne karşı saygılı ve sana acemi davranmıyor. Sen de adımlarını net şekilde atıp içeri giriyorsun, çantanı yan koltuğa yerleştiriyorsun. Oturduğunda, kapı otomatik olarak kapanmaya başlıyor. Helikopter hafifçe sarsılıyor ve yükselmeye başlıyor. Yoon, motor sesinin biraz bastırıldığı bu sessiz kabinde sana dönüyor. "Rahat etmen için elimden geleni yapıyorum. Şu noktada başka bir sorunun varsa, cevaplamaya hazırım. Bu yolculukta seni dinleyeceğim."
Bakışları kararlı, ama bu sefer biraz daha insani. Gözlerinde belki ilk defa kısa süreliğine bir yorgunluk görüyorsun. Uzun bir planın başlangıcı bu. Ve şimdi, bu planın merkezinde sen varsın.
Sen çantana eşyalarını yerleştirirken, Yoon sessizce konuşmaya başlıyor. "Sana eşlik edecek ekipte şimdilik dört kişi var. Hepsiyle birebir tanışmadan karar vermeni beklemiyorum. Ama en azından neyle karşılaşacağını bilmelisin." İlk ismi anarken sesi biraz daha belirginleşiyor. "İlki, Shadowblade. Gerçek adı artık bir sır, çünkü o kendi adını ölüme gömdü. Kuzey Kore’de üst düzey bir görevde çalışırken, hükümet onu bir pusuya terk etti. Hayatta kaldı ama hayatının anlamı değişti. Antik şamanizmin içinden gelen bir güçle bağlantısı var. Gölgeleri şekillendirebiliyor, illüzyon yaratabiliyor. Sessizdir, hızlıdır, sadıktır."
Sen ayakkabılarını giyerken göz ucuyla ona bakıyorsun. Söyledikleri sana not alınması gereken şeyler gibi geliyor, çünkü bir gün bu insanların her biri ya yol arkadaşın olacak, ya da karşına dikilecek. "İkincisi Technoon. 23 yaşında bir kadın. Ailesi, bir hükümet fabrikasında çıkan sabotajda hayatını kaybetti. Oysa sabotajı yapanın hükümetin kendisi olduğu ortaya çıktı. O günden sonra teknolojiyle konuşmaya başladı… Şu an neredeyse her elektronik aleti kontrol edebiliyor. Uydular, dronlar, gözetim sistemleri… Onunla çalışmak bazen baş ağrıtabilir, çünkü kontrolü seven biridir."
Çantana defterlerini ve keskin kamp bıçağını yerleştirirken bunları aklında sıraya alıyorsun. Güçler önemli. Ama kibir, bir o kadar tehlikeli. "Üçüncüsü Revenant. Eski bir idol. Şöhretinin zirvesindeyken medya endüstrisinde dönen çocuk istismarı ve insan ticaretini açığa çıkarmaya çalıştı. Hükümet, onu yok etmek için elinden geleni yaptı. Şimdi bir tür 'hayalet' gücüne sahip. Görünmez olabiliyor, bazı alanlarda maddeselliğini kaybedip geçebiliyor. Sessizdir, içe kapanıktır, ama asla unutmamalısın, hafızası çok güçlüdür."
Son parçaları da çantana eklerken kadının sesi daha kararlı çıkıyor. Sanki bu isimleri anlatmak onun için bir görev değil, bir tür aileyi tanıtmak gibi. "Son olarak Warden. 38 yaşında. Eski bir tekvando şampiyonu. Genç yaşta bir doping skandalına kurban gitti, ama gerçek hiçbir zaman açıklanmadı. O, gücünü büyüyle birleştirebilen tek birey. Fiziksel ve ruhani enerji arasında köprü kurabiliyor. En sadık savaşçımız o. Ama aynı zamanda, en çok test edilmiş olanımız da." Sen dış kapıyı kapatırken deftere geçirdiğin "kapıdaki parmak izleri bozulur" emriyle birlikte bir tür huzur yayılıyor içine. Temiz, iz bırakmayan, yavaşça silinen bir geçmiş...
Asansöre doğru yürürken yazdığın emir hala tamamlanmamış durumda. Parmakların defterin üzerinde bekliyor, bir tetikçinin namluya parmağını yerleştirmesi gibi. Asansöre Yoon’la birlikte binince, sayacın üstünde yazan “4. kat”tan yukarı doğru ilerleyişini izliyorsun. 13. kata geldiğinizde parmağını oynatıyorsun. Son cümleye noktayı koyuyorsun. Tam o anda, asansör "ding" sesiyle 2. katta duruyor. Yoon, yukarıya çıkış devam ederken omzunu çevirip sana bakıyor. "Çatıya çıkalım. Gelecek olan şey seni şaşırtabilir." diyor.
Asansör, 15. katın üzerindeki son katta durduğunda çatı kapısı sessizce açılıyor. Soğuk ve rüzgarlı bir gece. Şehir ışıkları aşağıda titriyor, gökyüzünde ise birkaç yıldız zar zor seçiliyor. Ama en önemlisi, uzaktan bir ses yaklaşıyor. Titreşim, çatıdaki metal parmaklıklarda belli belirsiz bir uğultuya dönüşüyor.
Bir helikopter, şehre yukarıdan iniyor. Önce gövdesi görünüyor. Sonra projektörleri, rüzgarı, gürültüsü. Siyah, aerodinamik bir model, askeriye kökenli gibi ama devlet işaretleri taşımıyor. Var olmaması gereken bir araç sanki. Görünmez kalmak için var edilmiş gibi. Yoon, rotayı işaret ediyor. "Bu helikopter bizi bir adaya götürecek. Ekibin geri kalanıyla orada buluşacağız. O nokta, gözetim dışı bir bölge. Radarlar bizim olduğumuzu bile anlamıyor. Herkes seni orada bekliyor."
Helikopter iniş takımını çatıya yerleştirdiğinde, alt kapak açılıyor. Pilotun yüzü maskeli. Arkadan ışık süzmesiyle birlikte iç kabin görünüyor, koyu gri deri koltuklar, bir uç noktada bir ekran paneli, sarsıntıyı azaltmak için geliştirilmiş sabit iç dizayn. İçeride kısık ışıkla aydınlatılan bir alan var, profesyonel, soğuk ve steril.
Yoon, helikoptere bindiğinde sana elini uzatmıyor. Sadece içeri yürüyerek koltuğa oturuyor. Gücüne karşı saygılı ve sana acemi davranmıyor. Sen de adımlarını net şekilde atıp içeri giriyorsun, çantanı yan koltuğa yerleştiriyorsun. Oturduğunda, kapı otomatik olarak kapanmaya başlıyor. Helikopter hafifçe sarsılıyor ve yükselmeye başlıyor. Yoon, motor sesinin biraz bastırıldığı bu sessiz kabinde sana dönüyor. "Rahat etmen için elimden geleni yapıyorum. Şu noktada başka bir sorunun varsa, cevaplamaya hazırım. Bu yolculukta seni dinleyeceğim."
Bakışları kararlı, ama bu sefer biraz daha insani. Gözlerinde belki ilk defa kısa süreliğine bir yorgunluk görüyorsun. Uzun bir planın başlangıcı bu. Ve şimdi, bu planın merkezinde sen varsın.