Synapse: Hızlı bir şekilde harekete geçiyorsun. Önce binanın güvenlik sistemlerine erişerek sprinkler sistemini aktive ediyorsun. Tavandan aniden boşalan yapışkan sıvı, silahlı adamların üzerine yağmaya başlıyor. Adamlar şaşkınlık içinde ne olduğunu anlamaya çalışırken, üstleri başları yapış yapış oluyor. Silahlarını tutmakta zorlanıyor, hareket etmekte güçlük çekiyorlar. Bu kargaşadan faydalanarak mor şortlu adama sesleniyorsun. Adam şaşkınlıkla sana döndüğünde, hemen harekete geçiyorsun. Zihnini adamın beynine odaklıyor ve bio-hack yeteneklerini kullanarak onun sinir sistemini ele geçirmeye başlıyorsun. Mor şortlu adam birden duraksıyor, gözleri bulanıklaşıyor. Sonra aniden silahını kendi adamlarına doğrultuyor ve ateş etmeye başlıyor. Diğerleri neye uğradıklarını şaşırmış bir halde, arkadaşlarının neden onlara saldırdığını anlamaya çalışıyorlar. Yapışkan sıvının etkisiyle zaten hareket etmekte zorlanan adamlar, şimdi bir de kendi aralarından birinin saldırısıyla karşı karşıya kalıyorlar. Ortalık tam bir kaosa dönüşüyor. Adamlar birbirlerine bağırıyor, kaçmaya çalışıyor ama yapışkan sıvı yüzünden düşüp kalkmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Mor şortlu adam ise senin kontrolünde, gözü dönmüş bir şekilde etrafındakilere saldırmaya devam ediyor.
Tam o sırada, uzaktan yeni bir figür beliriyor. Bu kişi diğerlerinden oldukça farklı görünüyor. Üzerinde altın ve siyah renklerden oluşan, göz alıcı bir zırh var. Zırhın göğüs kısmında karmaşık desenler işlenmiş ve omuzlarında sivri çıkıntılar bulunuyor. Başında da aynı renklerde, yüzünün üst kısmını örten bir maske var. Beline bir tabanca asılı ve ellerinde parlayan metal eldivenler göze çarpıyor. Bu yeni gelen kişi, mor şortlu adama doğru ilerliyor ve yüksek sesle bağırıyor. "Poison, kendine gel ulan!" Ancak Poison, senin kontrolün altında olduğu için bu çağrıya cevap vermiyor ve saldırmaya devam ediyor. Altın-siyah zırhlı adam bir an duraksıyor, sonra hızla belindeki silahı çekiyor. Gözlerini kısarak nişan alıyor ve tereddüt etmeden tetiği çekiyor. Silahtan çıkan enerji dalgası, Poison'ın alnına isabet ediyor. Poison bir an donup kalıyor, sonra yavaşça yere yığılıyor. Zırhlı adam, Poison'ın hareketsiz bedenine kısa bir bakış attıktan sonra, gözlerini sana çeviriyor. Gözlerinde öfke ve kararlılık okunuyor. Silahını sana doğrultarak meydan okurcasına konuşuyor. "Sen... Sen bunu yapmamalıydın. Şimdi sıra sende, küçük hanım. Bakalım benim karşımda da şansın yaver gidecek mi?" İrlandalı olduğunu aksanından hemen anlıyorsun. Karşındaki bu yeni ve tehlikeli rakiple yüzleşmeye hazırlanırken, etrafındaki kaos hala devam ediyor. Yapışkan sıvıyla kaplı adamlar oradan oraya savrulurken, uzaktan yaklaşan polis sirenlerinin sesi duyulmaya başlıyor. "İsmim Grimstrike. Sen de beyin sikici olmalısın." Adam sana doğru koşmaya başlıyor, bir elinde tabancası, diğer eli ise belinde. Gözlerine bakmamaya çalıştığını fark ediyorsun.
V: Karanlık ve puslu portala adım attığın anda, etrafındaki gerçeklik bir kez daha değişiyor. Gözlerini kırpıştırarak açtığında, kendini sizin şehrin içinde buluyorsun. Ancak bu, Ashley'nin karargahından çok uzak, tanımadığın bir bölge. Etrafına hızlıca göz gezdiriyorsun, binaların mimarisi ve sokak düzeni sana yabancı geliyor. Topladığın gücü kullanarak hızla ilerlemeye başlıyorsun. Adımların neredeyse görünmez, arkanda sadece bir enerji izi bırakıyorsun. Sokaklar ve binalar yanından hızla geçip gidiyor, insanlar seni fark edemeden yanlarından süzülüp gidiyorsun. Aniden, önünde başka bir portal açılıyor. Daha ne olduğunu anlayamadan, az önce savaştığın kadın portaldan fırlayıp üzerine atlıyor. Güçlü bir tekme savuruyor, son anda bloke ediyorsun. Kadın alaycı bir gülümsemeyle, "Ashley'nin düşmanları bu kadar mı zayıf? Neden benim kadar güçlü birine gerek duydu ki?" diye söyleniyor. Sonra da ekliyor: "Bu arada, ismim Aurelia. Hatırlarsın belki, son nefesini verirken."
Aurelia birden senin etrafını saran enerji alanını fark ediyor. Gözleri büyüyor, ama gülümsemesi daha da genişliyor. "Ah, demek hala sürprizlerin var." diyor ve yumruğunu sana doğru savuruyor. Göz açıp kapayıncaya kadar, yumruğun yüzüne doğru geldiğini görüyorsun. Aynı anda, Aurelia'nın arkasında parlak bir ışık patlaması oluyor, gözlerini kamaştırıyor. Yumruk tehlikeli bir şekilde yaklaşıyor ve ışık gözlerini köreltmeye devam ediyor. Şimdi kritik bir an. Aurelia'nın saldırısını savuşturman ve aynı zamanda karşı saldırıya geçmen gerekiyor. Topladığın gücü nasıl kullanacağına hızla karar vermelisin. Işığın etkisiyle görüşün kısıtlı, ama diğer duyularını kullanabilirsin. Aurelia'nın yumruğunun hava basıncını hissedebiliyorsun. Zaman daralıyor. Aurelia'nın yumruğu her an suratına çarpabilir. Ne yapacaksın? Nasıl karşılık vereceksin? Hızlı düşün ve harekete geç!
Midnight Reaper: Fiziksel çakramı oluşturup garabete doğru fırlatıyorsun, ama beklediğin etkiyi görmüyorsun. Çakram, sanki bir sis perdesine çarpmış gibi kaybolup gidiyor. Etrafındaki puslu, organik görünümlü yapılar hala yerinde duruyor ve gerçeklik algın bozulmaya devam ediyor. Synapse'e doğru bağırıyorsun ama sesin boşlukta yankılanıyor. Cevap yok. Sanki sesin bu tuhaf ortamda emilip gidiyor. Çaresiz, yavaş ve dikkatli adımlarla ilerlemeye karar veriyorsun. Ellerini öne doğru uzatmış, neredeyse kör gibi yürüyorsun. Her adımında, ayaklarının altındaki zemin yumuşak ve canlıymış gibi hissettiriyor. Organik yapıların arasından geçerken, sanki seni izliyorlarmış gibi bir his kaplıyor içini. Birden parmaklarının ucunda sert bir şey hissediyorsun. Adamın vücudu olmalı bu. Hızla yumruğunu sıkıyor ve tüm gücünle bir darbe indiriyorsun. Yumruğun bir şeye çarpıyor ve ardından boğuk bir düşme sesi duyuyorsun. Aniden, etrafındaki puslu görüntü dağılmaya başlıyor. Sanki bir perdenin arkasından çıkıyormuşsun gibi, görüşün yavaş yavaş netleşiyor. Gözlerini kırpıştırarak etrafına bakınıyorsun. İllüzyon tamamen dağıldığında, kendini yine şehrin ortasında buluyorsun. Ama burası az önce olduğun yerden farklı. Etrafta yıkıntılar, yanmış arabalar ve kaçışan insanlar var. Gökyüzü kararmış, uzaktan patlama sesleri geliyor.
Ve işte o an, Synapse'i görüyorsun. Ama o da tehlikede! Ona doğru koşan zırhlı bir adam var. Adam, altın ve siyah renkli, gösterişli bir zırh giymiş. Zırhın üzerinde karmaşık desenler var ve omuzlarında sivri çıkıntılar bulunuyor. Başında da aynı renklerde, yüzünün üst kısmını örten bir maske var. Zırhlı adam, Synapse'e doğru hızla ilerliyor. Elinde parlayan bir enerji silahı var ve gözlerinde kararlı bir ifade okunuyor. Synapse ise savunmasız görünüyor, sanki az önce başka bir mücadeleden çıkmış gibi. Tam o sırada, beklenmedik bir şey oluyor. Sokağın sonunda büyük bir kalabalık beliriyor. Bunlar sivillermiş gibi görünüyor, ama hepsi aynı anda size doğru koşmaya başlıyor. Gözlerinde tuhaf bir parıltı var ve hareketleri koordineli, sanki biri tarafından kontrol ediliyormuş gibi. Uzakta, diğer ekip arkadaşlarının seslerini duyuyorsun ama onları göremiyorsun. V'nin öfkeli bağırışları ve Hazel'ın keskin komutları kulağına çalınıyor. Şimdi kritik bir karar anındasın. Synapse tehlikede ve ona yardım etmen gerekiyor. Ama aynı zamanda, bu kontrolsüz kalabalık size doğru geliyor ve büyük bir tehdit oluşturuyor. Üstelik, az önce yaşadığın tuhaf deneyimin etkilerinden tam olarak kurtulabilmiş değilsin. Bedenin hala hafif uyuşuk ve zihnin bulanık. Ne yapacaksın? Synapse'e yardım etmek için hemen harekete mi geçeceksin? Yoksa önce kalabalığı durdurmaya mı çalışacaksın? Ya da belki başka bir planın vardır?