[Author] Psikopat

User avatar
GM - Veil
Admin
Admin
Posts: 70
Joined: 30 Oct 2023, 23:23

Kahveler içilmiş, sözcükler yerini eylemlere bırakmış durumda. Senin deftere geçirdiğin cümlelerin ardından ortamda hafif bir kimyasal koku yükselmeye başlıyor. Havada, steril bir laboratuvarın havasına benzeyen, hafifçe yakıcı bir yanık notası var. Boğazında çok hafif bir kaşınma hissediyorsun, bu tip çift yönlü emirlerin sende genelde yarattığı semptomlardan. Aynı anda Yoon’un da burnunu hafifçe çektiğini fark ediyorsun ama herhangi bir şikayette bulunmuyor. Tepkisiz. Bu bile başlı başına bir gözlem verisi.

Sen çantana eşyalarını yerleştirirken, Yoon sessizce konuşmaya başlıyor. "Sana eşlik edecek ekipte şimdilik dört kişi var. Hepsiyle birebir tanışmadan karar vermeni beklemiyorum. Ama en azından neyle karşılaşacağını bilmelisin." İlk ismi anarken sesi biraz daha belirginleşiyor. "İlki, Shadowblade. Gerçek adı artık bir sır, çünkü o kendi adını ölüme gömdü. Kuzey Kore’de üst düzey bir görevde çalışırken, hükümet onu bir pusuya terk etti. Hayatta kaldı ama hayatının anlamı değişti. Antik şamanizmin içinden gelen bir güçle bağlantısı var. Gölgeleri şekillendirebiliyor, illüzyon yaratabiliyor. Sessizdir, hızlıdır, sadıktır."

Sen ayakkabılarını giyerken göz ucuyla ona bakıyorsun. Söyledikleri sana not alınması gereken şeyler gibi geliyor, çünkü bir gün bu insanların her biri ya yol arkadaşın olacak, ya da karşına dikilecek. "İkincisi Technoon. 23 yaşında bir kadın. Ailesi, bir hükümet fabrikasında çıkan sabotajda hayatını kaybetti. Oysa sabotajı yapanın hükümetin kendisi olduğu ortaya çıktı. O günden sonra teknolojiyle konuşmaya başladı… Şu an neredeyse her elektronik aleti kontrol edebiliyor. Uydular, dronlar, gözetim sistemleri… Onunla çalışmak bazen baş ağrıtabilir, çünkü kontrolü seven biridir."

Çantana defterlerini ve keskin kamp bıçağını yerleştirirken bunları aklında sıraya alıyorsun. Güçler önemli. Ama kibir, bir o kadar tehlikeli. "Üçüncüsü Revenant. Eski bir idol. Şöhretinin zirvesindeyken medya endüstrisinde dönen çocuk istismarı ve insan ticaretini açığa çıkarmaya çalıştı. Hükümet, onu yok etmek için elinden geleni yaptı. Şimdi bir tür 'hayalet' gücüne sahip. Görünmez olabiliyor, bazı alanlarda maddeselliğini kaybedip geçebiliyor. Sessizdir, içe kapanıktır, ama asla unutmamalısın, hafızası çok güçlüdür."

Son parçaları da çantana eklerken kadının sesi daha kararlı çıkıyor. Sanki bu isimleri anlatmak onun için bir görev değil, bir tür aileyi tanıtmak gibi. "Son olarak Warden. 38 yaşında. Eski bir tekvando şampiyonu. Genç yaşta bir doping skandalına kurban gitti, ama gerçek hiçbir zaman açıklanmadı. O, gücünü büyüyle birleştirebilen tek birey. Fiziksel ve ruhani enerji arasında köprü kurabiliyor. En sadık savaşçımız o. Ama aynı zamanda, en çok test edilmiş olanımız da." Sen dış kapıyı kapatırken deftere geçirdiğin "kapıdaki parmak izleri bozulur" emriyle birlikte bir tür huzur yayılıyor içine. Temiz, iz bırakmayan, yavaşça silinen bir geçmiş...

Asansöre doğru yürürken yazdığın emir hala tamamlanmamış durumda. Parmakların defterin üzerinde bekliyor, bir tetikçinin namluya parmağını yerleştirmesi gibi. Asansöre Yoon’la birlikte binince, sayacın üstünde yazan “4. kat”tan yukarı doğru ilerleyişini izliyorsun. 13. kata geldiğinizde parmağını oynatıyorsun. Son cümleye noktayı koyuyorsun. Tam o anda, asansör "ding" sesiyle 2. katta duruyor. Yoon, yukarıya çıkış devam ederken omzunu çevirip sana bakıyor. "Çatıya çıkalım. Gelecek olan şey seni şaşırtabilir." diyor.

Asansör, 15. katın üzerindeki son katta durduğunda çatı kapısı sessizce açılıyor. Soğuk ve rüzgarlı bir gece. Şehir ışıkları aşağıda titriyor, gökyüzünde ise birkaç yıldız zar zor seçiliyor. Ama en önemlisi, uzaktan bir ses yaklaşıyor. Titreşim, çatıdaki metal parmaklıklarda belli belirsiz bir uğultuya dönüşüyor.

Bir helikopter, şehre yukarıdan iniyor. Önce gövdesi görünüyor. Sonra projektörleri, rüzgarı, gürültüsü. Siyah, aerodinamik bir model, askeriye kökenli gibi ama devlet işaretleri taşımıyor. Var olmaması gereken bir araç sanki. Görünmez kalmak için var edilmiş gibi. Yoon, rotayı işaret ediyor. "Bu helikopter bizi bir adaya götürecek. Ekibin geri kalanıyla orada buluşacağız. O nokta, gözetim dışı bir bölge. Radarlar bizim olduğumuzu bile anlamıyor. Herkes seni orada bekliyor."

Helikopter iniş takımını çatıya yerleştirdiğinde, alt kapak açılıyor. Pilotun yüzü maskeli. Arkadan ışık süzmesiyle birlikte iç kabin görünüyor, koyu gri deri koltuklar, bir uç noktada bir ekran paneli, sarsıntıyı azaltmak için geliştirilmiş sabit iç dizayn. İçeride kısık ışıkla aydınlatılan bir alan var, profesyonel, soğuk ve steril.

Yoon, helikoptere bindiğinde sana elini uzatmıyor. Sadece içeri yürüyerek koltuğa oturuyor. Gücüne karşı saygılı ve sana acemi davranmıyor. Sen de adımlarını net şekilde atıp içeri giriyorsun, çantanı yan koltuğa yerleştiriyorsun. Oturduğunda, kapı otomatik olarak kapanmaya başlıyor. Helikopter hafifçe sarsılıyor ve yükselmeye başlıyor. Yoon, motor sesinin biraz bastırıldığı bu sessiz kabinde sana dönüyor. "Rahat etmen için elimden geleni yapıyorum. Şu noktada başka bir sorunun varsa, cevaplamaya hazırım. Bu yolculukta seni dinleyeceğim."

Bakışları kararlı, ama bu sefer biraz daha insani. Gözlerinde belki ilk defa kısa süreliğine bir yorgunluk görüyorsun. Uzun bir planın başlangıcı bu. Ve şimdi, bu planın merkezinde sen varsın.
User avatar
Author
Geliştirilmiş
Geliştirilmiş
Posts: 9
Joined: 04 Sep 2024, 13:15

Asansörü beklerken Yoon'un bilgilendirmesini dinliyordu.

Önce Shadowblade... Eski bir casus, ihanete uğramış bir gölge. İhanet, insanı sadakat aramaya iter ya da dünyayı yakma arzusuna. Ji-Hun için ideal bir tetikçi. Ona bir amaç, bir intikam yolu sunulursa, Shadowblade sorgusuz sualsiz bir silaha dönüşebilirdi. Sessizliği bir avantajdı; Ji-Hun sessizliği severdi.

Sonra Technoon... En büyük risk. Ailesini kaybetmiş, öfkeli bir teknopat. Ji-Hun’un dijital dünyadaki hayalet kimliğini ifşa edebilecek tek kişi. Onu kontrol etmek zor olacaktı. Ji-Hun, onunla yakın durmalıydı. Belki de ona, sistemden intikam alması için yardımcı olan bir dost rolü oynamalıydı. Teknolojiye hükmeden biri, Ji-Hun'un analog gücünü tamamlayacak en büyük parça olabilirdi. Ama aynı zamanda fişi çekilmesi gereken ilk kişi de o olabilirdi. Buna zaman karar verecekti. Eğer uslu bir köpek gibi eğitilebilirse işe yarar bir kale taşı olabilirdi

Revenant... Kırık bir oyuncak. Medya, istismar, travma. Duygusal boşlukları olan insanlar, manipülasyona en açık olanlardır. Ona biraz anlayış, biraz da sahte bir "koruyucu" şefkati göstermek, görünmez bir kalkan kazanmak demekti. Hafızası güçlüydü, bu yüzden Ji-Hun onun yanında asla hata yapmamalı, çelişkili konuşmamalıydı.

Ve Warden... Sadık savaşçı. "Sadık" kelimesi Ji-Hun’un sözlüğünde "tasması sahibinin elinde" demekti. Şu an o tasma Yoon’un elindeydi. Ama tasmalar el değiştirebilirdi. Onuruna düşkün, haksızlığa uğramış bir sporcu...

Ji-Hun için gurur, karnını doyurmayan bir yanılsamadır. Gerekirse bu ekibin içinde "uyumlu", "sessiz" hatta "yardımcı" rolünü oynardı. Liderlik koltuğunda kimin oturduğu önemli değildi; önemli olan senaryoyu kimin yazdığıydı. Başta bir takım istememesinin sebebi güvenlik sorunuydu. Ancak gizliliği ortaya çıktığından beri güvenlik bir seçenek olmaktan çıkmıştı.

Bu düşünceler zihninde bir plana otururken, midesinde hafif bir huzursuzluk hissetti. Asansör... İkinci katta durmuştu. Defter yanılmazdı. Orada biri vardı. Onu almaya gelen, kapıdaki izleri takip eden biri. Ucu ucuna kaçmışlardı. Bu ihmal edilemeyecek bir veriydi. Devlet sandığından daha hızlıydı ya da Yoon’un bilmediği başka oyuncular vardı. Belki de her ihtimale karşı kendisini sağlama almıştır. Bir sorun çıkarsa müdahale edecek bir ekip?.. Şimdilik akışa bıraktı Ji-Hun.

Bir süre sonra Helikoptere binmişlerdi. Ji-Hun Yoon'un karşısına oturdu.

Helikopterin içini süzdü. Steril, gri, teknolojik... Devlet kayıtlarında olmayan hayalet bir araç. Yoon’un kaynakları hafife alınamazdı. Gidilen yer bir ada... Radar dışı bir sığınak. Bu, iki ucu keskin bir bıçaktı. Bir sığınak olabileceği gibi, kaçışın imkansız olduğu bir hapishane de olabilirdi. Eğer takımı manipüle edip kontrolü ele alırsa, o ada Ji-Hun’un kalesi olurdu. Eğer başarısız olursa, okyanusun ortasındaki mezarı.

Ji-Hun, bakışlarını yavaşça Yoon’a çevirdi. Kadının yorgunluğunu fark etmişti ama bunu dile getirmedi. Duygusallık zayıflıktı. Bunun yerine, kendi stilinde, soğuk bir takdir sundu.

""Kriz yönetimini takdir ettim," dedi sesi helikopterin motor gürültüsünü bastıracak kadar net ama alçak bir tonda. ""Paniğe kapılmadan, prosedürü uyguladın. Profesyonelceydi."

Çantasını yan koltukta hafifçe düzelttikten sonra, bakışlarını Yoon'un gözlerine dikerek asıl meselelere, zihnindeki soru işaretlerine geçti.

""Ancak asansör ikinci katta durdu," dedi, bu bir soru değil, bir durum tespitiydi. "Defterime yazdığım emir kesindi: 'Beni almaya gelenler varsa durur.' Bu da demek oluyor ki peşimizdeki her kimse, apartmanın içine kadar girmişti. Binaya sızdılar. Bu kadar hızlı olmaları... Senin adamlarından mı yoksa devlet mi?

Cevabı beklemeden, parmaklarını dizinde hafifçe, ritmik bir şekilde vurarak diğer sorularını sıraladı.

""İkincisi, bu 'aile' tablosu... Ben normalde yalnız çalışırım. Ekiptekilerle ne kadar entegre olmam bekleniyor? Onlarla asker arkadaşı gibi mi olacağım, yoksa sadece operasyonel bir ortaklık mı? Ve en önemlisi... Onlar benim hakkımda ne biliyor? Benim gücümü, kimliğimi, geçmişimi? Bilgi güçtür Yoon ve benim hakkımdaki bilginin ne kadarının onlara servis edildiğini bilmek istiyorum."

Kısa bir es verdi, helikopterin camından dışarı baktı.

""Son olarak... Ada. Radar dışı, güvenli. Peki ya ben çıkmak istersem? O ada benim için bir sığınak mı olacak, yoksa bir kafes mi? Giriş serbest ama çıkış izne mi tabi?"
Image
Post Reply