[American Gods] Oral- Hayır, Oryantasyon

User avatar
V
American Gods
American Gods
Posts: 53
Joined: 24 May 2024, 23:53

Bu güç, büyük bir hediye. Beni, elime Yoru'nun kolyesini alıp dualar ettiğim tanrının seviyesine çıkaran muhteşem bir kudret. İnsanların, önümde diz çökmesine bayılıyorum. Nefeslerinin yavaş yavaş boğuklaşması, havanın benim kurallarıma göre şekil alması, canlı veya cansız, her türlü varlığın ve maddenin bana biat etmesi, gerçekten güçlü hissettiriyor. Gücümün henüz bir kısmını böyle kullanıyorken, bazen tamamını kullansam ne yaşayacağımızı merak ediyorum. Yine de, yıllar verdiğim bu eğitimlerden vazgeçerek gücümün kontrolünü kaybedemem. Kontrol her zaman bende kalmazsa, bu varlıkların önümde diz çökmesinin bir anlamı kalmayacağını öğrendim. Bu güç, her ne kadar vücudumun her bir uzvuna, hatta duygularıma, hislerime vurulmuş bir pranga gibi gelse de, onun sakinliğini hissetmek bambaşka bir duygu. Kontrolsüzlüğün ne etki yaratacağını biliyorum. Bu gücün beni yozlaştırmasına izin veremem. Bu güç, bir kırbaç gibi olmalı derdi manevi babam Yoru. Gerektiğinde, milletin sırtında kamçılanmalı, gerektiğinde ise sakince belinde durmalı. Bu öğretileri yok sayamam.

Hava, gitgide ağırlaşmaya başladığında, dizlerinin üstüne düşen polisi görmek, daha da kudretli hissettiriyordu. Bir diğeri yere yığılmış, telsiz frekansları bile bozuluyordu gücümün önünde. Ancak, benim de dikkatimi dağıtan şey bir motor sesiydi. Siyah bir araba bariyerin önünde ani bir frenle durmuştu, kapılar açıldığında John aşağı inmişti. Elinde titreyen bir dosya çantası vardı, yan koltuktan ise Gabrielle inmişti. Avukatım buraya geldiğine göre, bu gücü geri çekebilirdim. Auramı yavaş yavaş geri çektikten sonra, Gabrielle'e doğru yürümeye başladım. İki kolumu yine iki yana açarak onu selamladım. "Ah, avukatım geldiğine göre rahatlayabilirim." Dedim. Yanlarına geldiğimde, John'un göğsüne oldukça yumuşak, dostane bir yumruk attım. Suratımdaki nötr ifadeyi korusam da, dostluğumu göstermeye çalışıyordum. "İyisin değil mi?" Sorumu sorduktan sonra, sadece onun duyabileceği bir şekilde fısıldamak için kulağına eğildim. "O kızı ne yaptın?"

John'dan cevabımı aldıktan sonra asıl meselelere geçmem için Gabrielle ile konuşmam lazımdı. Bu yüzden, onu dinledikten sonra avukatıma dönmeyi planlıyordum. "Beni buradan çıkar. Konuşmamız gereken bir sürü şey var. Özellikle de Dedektif Ramirez denen kadın hakkında. Bana vur emri çıkarttı." Dedim sakinlikle. Bir an önce buradan gidip, yeni planlara geçmem gerekiyordu. Öncelikle polislere rüşvet yedirerek kendi adımı bu dosyadan çıkarttıracak, sonrasında Dedektif Ramirez'i öldürmek için iyi bir plan yapacaktım. Ama, her şeyin bir sırası var, değil mi?
Image
User avatar
Synapse
American Gods
American Gods
Posts: 50
Joined: 25 May 2024, 01:52

James anne tarafından Meksikalı olduğunu hatırlatınca Hazel şen bir kahkaha patlattı. Öyle ki kahkahası duvarlarda yankılandı. "American Gods iyiliğini versin senin James yaaa!" Cole ile olan atışmaları ise kahkahalarının daha da boğuklaşmasına sebep olmuştu. Yerlere yatacaktı neredeyse gülmekten. Neyse ki sonunda fikir birliğine varmışlardı. Cole'u satabilirlerdi, işlerine yarayabilirdi. Meksika hükümetinin amına koysalar da koymasalar da Cole bir işe yarayacaktı.

Tam bu esnada bar öyle bir gümbürtüyle açılmıştı ki Hazel bile olduğu yerden sıçramıştı. Cole da kendini tezgahın arkasına fırlatmıştı. Robert hemen hiç çaktırmadan bir kitap bulup onu okuyormuş gibi yapmaya başlamıştı. Hazel ise başını kaldırıp gelenin kim olduğuna baktı. Göbekli keltoş bir polis memuruydu. Meh. Omuz silkerek başını çevirdi. Kendisine doğru yaklaşınca iğrenç ucuz bir koku gelmişti burnuna. Ergenlerin kullandığı deodorantlardan filan mı kullanmıştı bu herif? Axe filan? Iyyy. Nefes almamaya çalışarak adama doğru 32 dişiyle sırıttı. "Buyruuuun?" Polis Vincent'ı sormuştu. Ne alakaydı ki şimdi? Patron başını yine ne belaya sokmuştu? "Yok efenim burada öyle birisiiii. Bara biz bakıyoruz, bi' şeyler içer miydiniz?" Adamın ses tonunu taklit ederek cevap verdi.

James cringe olarak işi Hazel'a bırakmak istemişti ama polis bunu yakalamıştı. Bu işten öyle kolay yırtmak yoktu. Polis inanılmaz feminen bir tonda konuşmaya devam ediyordu. James'e de yazılıyor gibiydi. Hazel bu sahneye kıkır kıkır gülmekten kendini alamadı. James artık öyle bir bıkmıştı ki kollarını kaldırarak Hazel'a yalvaran bir tonda bakmıştı. Hazel ise eğlencesindeydi. Ruju sorulunca dudaklarını ördek gibi büzüştürerek cevap verdi. "Mac bebeğim. Del Rio ile Whirl'i karıştırdım ve Stone dudak kalemiyle çerçeveledim." Çokbilmişliği ile saçlarını geriye doğru savurdu. "Tavsiye ederim. Erkekler deli oluyor. Her gören bir alt dudak istiyor." Yersen.

O esnada salak Cole'un hapşıracağı tutmuştu. Hazel gözlerini devirdi. Polis memuru da incelemek için o yöne dönmüştü. Şimdi Cole'u görecekti, neden gizlendiğini sorgulayacaktı, belki de tanıyacaktı, bir dünya şey gelecekti başlarına of ya... "AAAAAAAAAAAAAAAAAA!" Gürültüyle bağırdı bir anda durduk yere. "Dil piercingimi görmek istemez miydiniz? Sakso çekerken çok iyi oluyormuş öyle diyorlar." Adam ona döndüğünde Bio-Hack ile zihnine girecek ve buradan hiçbir şey olmamış gibi defolup gitmesini sağlayacaktı. Bir ılık polisleri kalmıştı uğraşacakları.
Image
User avatar
GM - Veil
Admin
Admin
Posts: 70
Joined: 30 Oct 2023, 23:23

V: John dudaklarının kenarına alışılmış o özgüvensiz ama sıcak tebessümünü yerleştiriyor. Gözleri hala birkaç dakika önceki kaosun ağırlığını taşıyor ama sesine neşeli bir tını katmayı başarıyor. "İyiyim patron ya." diyor, omzundaki gerginliği silmeye çalışarak. "Ufak sıyrıklarla kurtulduk sayılır. Kızı kendi evime götürdüm, güvende şu an. İstersen bu iş biter bitmez beraber uğrayalım, hem emin oluruz hem de kız biraz rahatlar." Bu cümledeki sakinlik, onun içindeki fırtınayı gizlemeye yetmiyor. Onu tanıyan biri için bu iyi hali bir savaş sonrası titremeden farksız.

Sen başını yavaşça eğip onaylıyorsun. Damarlarında dolanan kudretin yankısı hala kulaklarında zonkluyor, ama Gabrielle’in yaklaşan topuk sesleri o dalgayı bastırıyor. Gabrielle, koyu renk takım elbisesi ve soğukkanlı duruşuyla yanına geliyor. Yüzündeki ifade, profesyonel bir avukatın yüzünde olması gerektiği kadar ölçülü. Saçlarını kulağının arkasına topluyor, gözlüğünü çıkarıp cebine koyuyor. "Vincent." diyor kararlı bir tonda. "Şu anda yaptığın her şey, davanı her saniye daha da zorlaştırıyor. Gücünü tamamen kesmeni istiyorum. Bana bırak her şeyi." Bir an tereddüt ediyorsun. Bu dünyada güvenebileceğin çok az insan kaldı, ama Gabrielle’in sesi, kontrolün sende kalmasına rağmen dizginleri ona vermen gerektiğini hatırlatıyor. Derin bir nefes alıyor, gözlerini kapatıyorsun. Mor aura, tıpkı denize karışan mürekkep gibi yavaşça dağılıyor. Betonun üzerindeki parıltı sönüyor, havadaki titreşim yok oluyor. Bütün o kudret, içindeki sakin bir merkeze geri çekiliyor.

Gabrielle o an öne adım atıyor, polislerin nefes alışlarını duyuyorsun yeniden. Kadın, içlerinden birinin gözüne bakarak kimliğini çıkarıyor.
"Gabrielle Cortez, sanığın avukatıyım. Müvekkilim ağır travma sonrası panik tepkisi gösterdi, hiçbir sivil ya da görevliye kasıtlı zarar vermedi. Hastane raporları elimde. Ayrıca bu kişinin..." diyor seni göstererek. "Hakkında yasal tutuklama emri çıkarılmamıştır. Gereksiz güç kullanımı anayasaya aykırıdır, bunu bilmeniz gerek." Polislerden biri, gömleği terden sıvanmış genç bir görevli, tereddütle öne çıkıyor. "Hanımefendi, emirlere karşı gelmiş, sahayı tehlikeye atmış bir şüpheliyle karşı karşıyayız. Yine de-" Gabrielle onu anında bastırıyor. "Yine de prosedür var. O prosedürü ben yazdım. Emri kim verdi?"

Görevli yutkunuyor, sesi boğuk çıkıyor. "Dedektif Ramirez." Gabrielle kısa bir iç çekiyor, not defterine bir şey karalıyor. "O halde Ramirez ile konuşalım. Ama şunu bilin, Ramirez’in kendi emriyle verdiği vur talimatı şu anda resmi bir soruşturmanın konusudur. Eğer şu an müvekkilime tek bir adım atarsanız, bu suçunuzu katmerleştirir." Gabrielle'in özgüveni ortamı tamamen değiştiriyor. Polisler bakışlarını kaçırıyor, telsizler cızırtıyla doluyor. Sessizlik birkaç saniye sürüyor. Ardından yaşlıca bir komiser "Peki, ifade için merkeze götürelim. Sakin olalım." diyor. Gabrielle başını sallıyor. "Tabii, merkezde görüşürüz." Sana dönüp alçak sesle konuşuyor. "Şimdi arabanın oraya geçin. Geri kalanını ben hallederim." Birlikte yürürken etrafındaki polislerin hala sende korku izleriyle dolu gözlerini hissediyorsun. Arabaya bindiğinizde Gabrielle ön koltuğa geçiyor, direksiyon başında otoriteyi ele alıyor.

Araba ilerlerken şehir ışıkları gözlerinden kayıyor. Gabrielle yola bakarak konuşuyor. "Bu işler birkaç saat sürecek. İfade, belge, rapor... Hepsi hallolur ama zaman alacak." Sonra yan koltukta sessizce oturan John’a dönüyor. "Onu bırakalım istersen, yapacağı bir şey varsa yani." John, gözlerini yoldan sana çeviriyor. O an sessizlik ağırlaşıyor. Farların ışığı yüzüne vuruyor, dudakları arasından bir nefes sızıyor. "Ne yapalım patron?" Cevap senin bakışlarında asılı kalıyor.

Synapse: Adam bir anda çığlık atmanla resmen yerinden fırlıyor. Kısa bir anlık paniğin ardından sana dönüyor, alnındaki ter damlası boncuk gibi süzülürken gözleri dudaklarına takılıyor. "Kız taş gibisin he. Del Rio’yu Whirl’le karıştırmak cesaret ister, ama sanırım sen-" Cümlesi yarıda kalıyor. Gözlerin sanki renk değiştirirmiş gibi, bir anlığına parlıyor. Adamın beyni birden donuyor, ifadesi boşlaşıyor. Zihin bağlantısı kurulduğunda bir sıcaklık hissediyorsun, onun düşüncelerine dokunduğunda ucuz kolonya, ter ve yılların getirdiği yorgunluk kokusunu hissedebiliyorsun. Basit bir komut bırakıyorsun zihnine, hiçbir şey olmamış gibi buradan çık ve unut.

Adam, bir kukla gibi bir anda dikleşiyor. Suratındaki bütün mimikler silinmiş. "Eee, ben şey. Yanlış gelmişim herhalde." diyor donuk bir sesle. "İyi akşamlar." Kapıya yöneliyor, ceketinin eteği bacağını tırmalayarak çıkışa yürüyor ve dışarıda kayboluyor. Kapı kapanır kapanmaz James’in kahkahası barı dolduruyor. "Hazel ya, sen olmasan ne yapacağız kim bilir." Cole masanın altından, saçlarına toz bulaşmış bir halde çıkıyor. "Gitti mi? Ödüm bokuma karıştı yemin ediyorum." Robbie de rafların arasından çıkıp rahatlamış bir nefes veriyor. "Oh be! İnanılmaz korktum bu sefer."

James hala kıkırdarken eliyle tamam tamam der gibi işaret yapıyor. "Neyse gençler, ben kaçıyorum. Bura size emanet." Robbie hemen soruyor. "Nereye abi?" James dönüyor, ciddi ama alaycı bir yüz ifadesiyle "Annenle buluşacağım Robert, tadına doyamamış." diyor. Robbie gülüyor ve "Abi, hesap sormak değildi amacım, kusura bakma." diyor. James kapıya yönelirken konuşmaya devam ediyor. "Bankaya gideceğim. Gabrielle mesaj attı, birkaç işlem yapılacakmış. Diğerleri de çok ortalığı karıştırmasın dedi." Elini kapı koluna koyuyor, sonra son bir kez dönüp sana bakıyor. "Hazel, bir şey istiyor musun dışarıdan?" Sen cevap vermeye kalmadan Robbie senin yanına geliyor. "Abla, bu Cole olayıyla ilgili ya da başka bir konuda yapmamı istediğin bir şey var mı? Sen biraz dinlen istersen." Cole hemen lafa giriyor, elini kalbine koymuş gibi dramatik bir tavırla "Ablacığım, ben de ayaklarına masaj yapabilirim. Kesinlikle art niyetim yok." diyor. Herkesi yönetebileceğin bir konumdasın, tek yapman gereken komutlarını vermek.


Offtopic: Bir sonraki turda geçen zamanı eşitlemek için Synapse'e bir zaman atlaması gerçekleştirilecektir.
User avatar
Synapse
American Gods
American Gods
Posts: 50
Joined: 25 May 2024, 01:52

Yersiz çığlığı polisi çekirge gibi yerinden sıçratmıştı. Adam ona döndüğünde tam ne kadar taş, seksi, mükemmel, çarpıcı, femme fatale, olağanüstü, inanılmaz, güzeller güzeli, cesur falan filan olduğunu söylüyordu ki Hazel şak diye beyninin şalterini attırmıştı. Herifin beyni bile ucuz erkek losyonlarından kokuyordu, o derece bomboştu. Aradığını burada bulamayacağı da aşikardı. Adamın yüzü donuklaşmıştı. Kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırdığı gibi tıpış tıpış kapıya yönelmiş ve defolup gitmişti. Hazel'ı biraz daha övse bir şikayeti olmazdı gerçi. James kahkaha atarken Hazel da ne kadar büyük bir iş başardığını dramatik bir şekilde göstermek ister gibi havayla saçlarını savurdu. "Ben olmasam n'apacaksınız cidden ya? Bi' ödül hak ediyorum bence. Yok mu bi' alt dudak?" James'e yarı şaka yarı ciddi sarkıntılık ederken Cole malı da saklandığı yerden çıkmıştı. Robbie de rahat bir nefes almıştı. Ne panik adamlardı bunlar be.

James onun sarkıntılığını, muhtemelen alışkanlıktan, tamamen görmezden geldikten sonra mekanı onlara emanet ederek gideceğini söylemişti. Robbie nereye gidiyor olduğunu sorunca da annen şakası yapmıştı. Bu ilkokul mizahı hiç eskimiyordu. Hazel şen bir kahkaha patlattı. Bankaya gidecekmiş. Gabbie mesaj atmış falan filan. Hazel ilgilenmiyordu. Öyle banka, hukuk, bunlar karmaşık işlerdi. Hazel bir şeye kafa yormaya çalışmaktan hoşlanmazdı. Zevk varsa vardı sadece. Ve zevk de burada başlıyordu. James dışarıdan bir şey istiyor mu diye sormuştu. Robbie da ona dönerek dile benden ne dilerse demişti. Cole da ayaklarına masaj yapmayı teklif etmişti. Hazel cennetteydi. "PİZZA!" diye haykırdı heyecanla. "Lütfen pizza sipariş verir misin çok acıktııım!!! Seni çok seviyorum Jamessss LÜTFEEEN! Yanında da diyet kola." Sonra diğer ikiliye döndü. "Robbie sen dinlen kuzum sen bugün çok çalıştın. Ama yemek gelince servis edersen sevinirim muck. Cole sen ayaklarıma değil ama omuzlarıma masaj yapabilirsin. Nasıl gerildim senin yüzünden. Gevşeyip minnoşlaşmam lazım yoksa bu çektiğim stres güzelliğimi bozacak. Zavallı ben!" Dramatik bir şekilde elini alnına götürdü.
Image
User avatar
V
American Gods
American Gods
Posts: 53
Joined: 24 May 2024, 23:53

John’un, sıcak tebessümüyle birleşmiş bir şekilde söze girmesi, yaşanılan anlara rağmen bir şekilde yüzünü güldürebilmesi beni sevindiriyordu. Bu gerçekten iyi bir özellikti. Önde yürüyecek her erkeğin, dostlarının yanında sağlam bir şekilde duracak her adamın edinmesi gereken bir özellikti. Bazı adamların korkuyla arkasında yürüttüğünü görmüşlüğüm oldu, saygıyı bu şekilde kazanmışlardı. Ama hiçbirinin başındaki taç, kendilerinde kalmadı. Oysa böylesine anlarda bile sıcak gülümsemesini korumayı başaranların yanında ve arkasında duran adamlar, taçları yere düşmeye yaklaştığında dostları geri yerleştirmişti. Hiçbir zaman, istediğim gibi gülümseyememiş bir adam olarak, bu duruma hep imrenmiştim. Duygularımı kontrol edebilmek için o kadar ağır antrenmanlardan geçmiştim ki, böyle içten bir şekilde gülümsemeyi unutalı yıllar olmuştu. Benimkiler yapmacık gözükürdü hep, ama yanımda olan dostlarımın hiçbiri samimiyetimi sorgulamazdı. Hep kaliteli insanlar biriktirmiştim yanında. Özellikle Kings Palace çetesindeyken. Hiç yargılandığımı hatırlamıyorum. Martinez, her gülümseyişimde, sırtıma dostane bir tokat atardı. Samimiyetimi anladıklarını böyle kabullenirdim. Sanırım, bir gün başıma bir şey gelirse diye doğru birisini seçmiştim, zor anlarda bile gülümseyebilen birisi. Tek gereken şey, olgunlaşması ve gerçek bir erkek olmasıydı.

“Olur, uğrarız.”

Diyerek cevaplamıştım John’un ağzından çıkan kelimeleri. Buraya gelmeden önce onun sorgulamış olduğunu bekliyordum ancak böyle bir durum yaşanmamıştı. Sorun değildi, sonrasında halledilebilecek bir meseleydi. Gabrielle’in sesi kulaklarıma geldiğinde, verdiği emir ile birlikte gücümü iyiden iyiye kesmeye başlamıştım. İnsanların yavaş yavaş kendine gelmesini izlemek, muazzam bir görüntüydü. Bir tanrının gücüne şahit olmuşlardı ve bundan sonra hayatlarına normal bir şekilde devam edemeyeceklerini biliyor olmalıydılar. Belki, uslu davranırlarsa bana biat etmelerine bile izin verebilirdim. Ramirez hariç, onu kesinlikle öldüreceğimden eminim. Bana vur emri çıkartan birisini yaşatacağımı zannetmiyorum. Gabrielle, gücümü tamamen kestiğimde ileriye doğru geldi ve konuşmaya başladı. O konuştukça, sanki patron oymuş gibi sadece dinledim ve sahne ışıklarını ona doğru döndürdüm. Polislerden birisi, hakkımda bir şeyler sıkmaya başladığında, canım da sıkılmaya başlamıştı, işaret parmağımı baş parmağım ile kıtlattığım sırada Gabrielle söze giriyordu tekrardan. Burayı yönetme işi tamamen ona kalmıştı.

İfade için beni merkeze götüreceklerini söylediklerinde, sadece hafif bir şekilde gülümsemekle yetindim. Herhangi bir şekilde Gabrielle’in yönettiği bu ortama müdahale edemezdim. Merkeze gideceğimiz için, arabaya doğru ilerlemiştik. Gitmeden önce, polislerin gözlerine teker teker bakarak ilerlemiştim. Ne ile karşı karşıya olduklarını her zaman bilmelilerdi. Bu yüzden, bu tehdidi iliklerine kadar hissetmelerini istiyordum. Arabada, John’u ön koltuğa oturtmuş, kendim arka koltuğa geçmiştim. Bu işlerin birkaç saat süreceğini söylüyordu Gabrielle, sonrasında John’u ne yapacağımızı sormuştu.

“Bizimle gelmesinin bir gereği yok. Bankadan yüklü bir miktar para çek, bu dosyadan ismimi çıkartmak için birilerini beslemenin vakti geldi.” Dedikten sonra arka koltuktan John’un omzunu sıktım. “Dedektif Ramirez kimin nesiymiş araştır. O kaltağı öldüreceğiz. İkimiz.” Dedim bütün soğukkanlılığım ve ciddiyetim ile.
Image
User avatar
GM - Veil
Admin
Admin
Posts: 70
Joined: 30 Oct 2023, 23:23

Synapse: Son konuşmanızdan tam yarım saat sonra pizza elinize ulaşıyor. Pizza gelince herkesin keyfi yerine geliyor. Sen koltuğa yayılmış, bir elinde diyet kolanla rahatına bakarken Robbie pizzayı dilimleyip tabaklara koyuyor. Cole ise büyük bir hevesle omuzlarına masaj yaparken "Vallahi hiç art niyetim yok ablacığım, sadece kan dolaşımını hızlandırıyorum." diyor. Kahkahaları barın duvarlarında yankılanıyor, arkada Elizabeth arada bir gülüp başını iki yana sallıyor. O sırada Elizabeth ile telefonda konuşan James "Şu kadının enerjisini şişeleyip satsak milyoner olurduk." diye homurdanıyor. "Şişe değil, tankla satılır o enerji." diyor Elizabeth, ağzında pizza olduğu için doğru düzgün anlaşılmıyor.

Birkaç saat sonra bar sessizleşmiş. Sokaktan sadece ara sıra geçen arabaların sesleri duyuluyor. Cole tezgahın arkasında oturmuş, Robbie’yle laflıyor. "Yani diyorsun ki..." diyor Cole. "Meksika mutfağı deyince aklına Taco Bell geliyor?" Robbie omuz silkiyor. "Ne bileyim abi, ben hamburger insanıyım." diyor ve gülümsüyor. "Utanç verici." diyor Cole sahte bir ciddiyetle. James arka taraftan içeri geldiğinde saat neredeyse gece yarısını geçiyor. Yorgun görünüyor ama elinde birkaç dosya taşıyor. "Hala ayaktasınız demek." diyor ve herkesi selamlıyor. Tam o sırada kapı gürültüyle açılıyor. İçeriye John giriyor. Toz toprak içinde, ama yüzünde o tanıdık ukala gülümseme var. "N'abıyonuz lan kader mahkumları?" diyor.

Başını kaldırıp göz deviriyorsun. John ise direk yanına geliyor. "Peşine düşmemiz gereken bir kadın var." diyor alçak sesle. "Dedektif Ramirez. Onunla ilgili her şeyi anlatacağım." Robert'ın yüzü anında ciddileşiyor, James de dosyaları tezgaha bırakıyor. John konuşmaya başlıyor. "Son birkaç saattir izini sürüyorum. Ramirez göründüğü gibi biri değil. Polis akademisinden bile doğru düzgün geçmemiş. Torpille girmiş. Ama mesele bu değil. Kadın aslında çift taraflı çalışıyor. Meksika’daki bir suç örgütüne bilgi sızdırıyor. Hem buradaki operasyonları manipüle ediyor hem de oradan aldığı parayla kendi ekibini besliyor. Bayağı tehlikeli bir kadın. O yüzden onu bulmamız gerekiyor. Çabuk."

O sırada Cole’un sesi araya giriyor, tiz ve panik dolu bir tonla. "Abi onlar benim de peşimde la!" John bir anda ona döndü, kaşları çatıldı. "Sen kimsin oğlum lan?" Cole hemen parmağını kaldırıyor. "Ben Cole. Hazel’ın... eee... geçici yükümlülüğü." John sana dönüyor, yüzünde ifadesiz bir merak. "Neyse. Kısacası bana fikir lazım. Nasıl buluruz bu kadını? Acilen bulmamız lazım." James o sırada tezgahın kenarına yaslanıyor, gözlüğünü çıkarıp alnına koyuyor. "Hop, tamam bulalım da neler oluyor John? Sen nereden geliyorsun böyle? Hikayeye tersten başladın, ne yaşandı da bir dedektifle atışıyorsun?" John başını kaldırıyor, gözlerini odadaki herkesin üzerinde gezdiriyor. "Anlatayım." diyor. Ve o anda hava ağırlaşıyor, John V ile başlarından geçen her şeyi detaylı bir şekilde anlatıyor. Geriye konuyla ilgili beyin fırtınası yapmak kalıyor.

V: Gabrielle arabayı kavşakta yavaşlatıyor, elini direksiyona gevşekçe yaslıyor. Gözleri aynadan sana kayıyor. "Buradan sonrası düz. İstersen John’u şurada bırakalım." John başını sallıyor, elindeki dosya çantasını dizine vuruyor. "Tamam, patron. Ne yapacağımı biliyorum." Sen ona dönüp omzuna dokunuyorsun, parmakların kısa ama güçlü bir baskı bırakıyor. John gülümsüyor, arabadan inmeden önce başını eğip kısaca "Sana haber vereceğim." diyor. Kapı kapanıyor, araba tekrar hızlanıyor. Karanlık caddeler boyunca polis merkezinin neon ışıkları ufukta beliriyor.

Merkeze vardığınızda ortam alışılmadık derecede sakin. Koridorda yankılanan ayak sesleri, floresan ışıklarının soğuk titreşimiyle birleşiyor. Gabrielle güvenlik masasındaki memura kimliğini uzatıyor. "Avukat Stanton. Vincent Bentley'nin işlemleri için geldik." Memur, gözlerini kısarak seni süzüyor. "Bu gece biraz kalabalık olacak gibi." diyor kısık sesle. "Yeni gelenler var." Gabrielle "Ne geleni?" diye soruyor içgüdüsel bir şekilde. Adam kısa bir duraksamadan sonra "Meksika’dan." diyor. "Bir çete transferi varmış." Gabrielle bakışlarını seninkine çeviriyor. "Tesadüf." diyor alçak bir sesle, ama yüzündeki kas hafifçe geriliyor.

İçeri geçtiğinizde bekleme salonunun köşesinde üç yabancı adam fark ediyorsun. Üzerlerinde sivil kıyafetler var ama davranışları asker gibi disiplinli. Konuşmuyorlar, sadece fısıltıyla aralarında İspanyolca birkaç kelime paylaşıyorlar. Kulak kabarttığında Ramirez adını duyuyorsun. O anda boğazındaki kaslar istemsizce kasılıyor. Bir köşede, masanın üzerinde birkaç parça eşya fark ediyorsun, eski bir gazetelik, birkaç boş dosya, bir fincan kahve, bir de metal bir kalemlik. Ellerin otomatik olarak cebine gidiyor ama silahın olmadığını hatırlıyorsun. Metal kalemliği alıyorsun, ağırlığı dengeli, gerektiğinde bir bıçak gibi kullanılabilir.

Gabrielle seni bekleme alanında bırakıyor, işlemler için içeri geçiyor. Onun kapının arkasında kaybolduğu an, çevrendeki atmosfer değişiyor. Koridordan bir telsiz sesi geliyor. "Ramirez ekibi protokole geçti. 12 numaralı odayı hazırlayın." Tuhaf bir şekilde tüm personel sessizleşiyor. Birkaç polis, dosyalarla uğraşır gibi yaparken arada bir sana bakıyor. Birinin elindeki dosyada kırmızı mühür dikkatini çekiyor, üzerinde "CONFIDENCIAL - MÉXICO" yazıyor. Kafanda taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor. Sandalyende hafifçe arkaya yaslanıyorsun, metal kalemliği parmaklarının arasında çeviriyorsun. Gabrielle içerideyken senin yapabileceğin tek şey, gözlem yapmak.

Bir süre sonra masadaki polislerden biri yan masaya geçerken cebinden bir kart düşürüyor. Kartın üzerinde bir logo var. "La Sangre Nueva." Bu isim, hafızanın karanlık bir köşesinden yankılanıyor, Meksika’da aktif, devletle bağlantılı bir suç şebekesi. Elleri dizlerinin üzerinde birleştiriyorsun. Yüzündeki o nötr ifade, içten içe kaynayan öfkeyi bastırmaya çalışan bir maskeye dönüşüyor. Gabrielle hala içerideyken sen bekleme odasında oturuyorsun, düşüncelerin çetrefilleşiyor. Etrafını dikkatlice süzüyorsun, olası çıkışları, kamera açılarını, duvarların zayıf noktalarını belirliyorsun. Eğer işler kötüye giderse, her saniye önemli olacak.

Bu şehirde herkesin bir efendisi var, ama senin yok.
User avatar
V
American Gods
American Gods
Posts: 53
Joined: 24 May 2024, 23:53

John, ne yapacağını bilen bir çocuk. Özellikle zor anlarda, en azından gözüme girmek için götüne motor takılmış gibi çalışacağını biliyorum. John'un haber vereceğini söylemesiyle birlikte, kafamla onayladım. Sonrasında arabanın hızlanmasına ayak uydurarak tekrardan camdan manzarayı izlemeye başladım. Sırtımda koltuğun rahatlığını hissetmek, beni rahatlatıyordu. Polislerin neon ışıkları gözlerimi alsa da, bu güzel sokakların manzaralarını izlememe engel olmuyordu. Bu sokakların hakimi olduğumu düşünmek, bu kaosun efendisi olduğumu fark etmek beni içten içe mutlu ediyordu. Bu saçma sapan olayları geride bıraktıktan sonra, yine bu sokakların hakimi olmaya devam etmeliydim.

Merkeze vardığımızda, derin bir nefes aldım. Uzun bir süredir karakol gibi yerlere uğradığımı hatırlamıyorum. Hapisten çıktığımdan beri bu aynasızların eline düşmemek için uğraşıyordum, ancak zamanının geleceğini de biliyordum. Gabrielle memura kimliğini uzatmış, geri cevap olarak ise etrafın kalabalık olacağı bilgisini almıştı. Meksika'dan bir çete transferi olduğunu söylediğinde otomatik olarak gözlerim etrafı taramaya başladı. Buraya neyin, hangi çetenin transferi yapılıyordu merak ediyordum. Bekleme salonunun köşesinde duran üç yabancı adamı dikkatle incelemeye başladım. Sivil kıyafetler giymiş olmalarına rağmen asker gibi disiplinli duruyorlardı. Konuşmalarına biraz kulak kabarttım, İspanyolca'yı tam olarak bilmesem de, aradan yakaladığım bir isim vardı; Ramirez.

Bu kaltağın adını tekrardan duyduğumda hissiyatlarımın yanlış olmadığı konusunda emin oldum. Kesinlikle bu kadında bir şey var. Gabrielle kapıdan kaybolduğu anda ortam benim için daha da ağırlaştı. Bu karının ne işler peşinde olduğunu çözmem gerekiyordu. Devils çetesiyle olan derdim bitmemiş gibi, şimdi Meksika çetesini karşıma alacağım gibi duruyordu. Ramirez ekibinin protokole geçtiğini duyduğumda, tüm personelin sessizleşmesini izledim. Birkaç polis, dosyalarla uğraşır gibi yapıyordu, elindeki dosyada kırmızı bir mühür vardı. Üzerinde ise, CONFIDENCIAL - MEXICO yazısı vardı. Belli ki, Meksika'yı karşımıza almaya çetemi hazırlamam gerekiyordu. Biraz daha gözlem yapmak için koltukta rahat bir şekilde yayılmış otururken, polislerden birinin düşürdüğü karta gözüm takıldı. Elime aldığım gibi, üzerindeki logoyu tanımam uzun sürmedi.

La Sangre Nueva, Meksika'da aktif, devletle bağlantılı bir suç şebekesiydi. Buraya bir aktarım yapıyor olmalıydılar, bir an önce Gabrielle ile buradan çıkmam gerekiyordu. Burada birkaç saat geçiremezdim. Ayağa kalktıktan sonra, bütün kaslarımda dolmuş öfkeyi iyice yaymak için esnemeye başladım. Kısa bir esneme seansından sonra, girişte bekleyen polislerin yanına gittim. Yüzümdeki nötr ifadeyi koruyacak, gözlerimin içine yılların antrenmanıyla dolmuş soğukluğumu gözlerinin içine yansıtarak konuşacaktım.

"Avukatım nerede? Yanında olmam gerek."

Eğer burada saatler geçireceksek bile, Gabrielle'yi korumam gerekiyor.
Image
User avatar
Synapse
American Gods
American Gods
Posts: 50
Joined: 25 May 2024, 01:52

Pizzaları midesine bir bir gömerken tüm yorgunluğu siniri stresi geçmişti. Bir mayışmış, bir rahatlamış, bir mutlu olmuş, bir neşelenmişti. Şeker gibi bir insana dönüşmüştü. Cole'un omuzlarına masaj yaparken hafiften azıtıyor olması bile zerre umurunda değildi. Hazel şen şakrak kahkahalarla kendini eğlendiriyordu. Birkaç saat boyunca böyle gel keyfim gel yuvarlanıp durdular. Hazel televizyon seyrediyordu. Robbie ile Cole ise tezgahın arkasında boş boş şeyleri tartışma konusu haline getiriyorlardı. Erkek milleti işte. İşleri güçleri boş boş dırdır etmek, ellerinden bir iş gelmesini beklediğinde de ağlayıp kaçarlar. Patron hariç. O errrrkek gibi errrrkek. Adamın hası. Sahi... Patron nerede la?

James'in sesini duymasıyla başını ona çevirdi. "Patron nerede la?" İçinden geçenleri sesli olarak da dile getirdikten sonra teatral bir edayla ekledi. "Bende ayrılık anksiyetesi var bu kadar uzun süre ayrı kalamam patrondan!" Kesinlikle amacı Cole üzerinden özgü almak değildi. Övgü alma saati geçiyordu, bir doz alması şarttı. Tam bu esnada kapı gürültüyle açılmıştı ve... içeriye patron değil driftçi John girmişti. Hazel gözlerini devirerek başını çevirse de John onu görür görmez dibinde bitmişti. Peşine düşmesi gereken kadın varmışmış. "Bana ne be senin kadınından. Senin karının kızının peşine de mi ben düşücem? Üstüme iyilik sağlık." Sonra kadının dedektif olduğunu söylemişti. "Latina dedektiflerle mi iş pişiriyorsun şimdi de? Ne garip zevklerin var." Sonra anlatmaya devam etmişti. Kadın sahte polismiş. Ajanmış. Meksika çetesinin adamıymış. Çok tehlikeli falanmış. "Böyle tehlikeli kadınlarla oynaşırsan ağlarsın sonra bulalım diye. Başka kapıya. Zaten bir çete mağdurumuz var." Cole aynı çetenin kendi peşinde olduğunu söylemişti hızlıca lafa girerek. Tabi John ile tanışmadıkları gerçeğini herkes unutmuştu. Cole kendini "geçici yükümlülük" olarak tanımladıktan sonra John hiçbir şeyi sorgulamadan geçmişti. Sağlam gerzek böyle olunuyordu işte. Patron olsa... AHHH PATRON OLSA!

Nihayet James'in sorusuna cevap vererek dedektif ile nasıl tanıştıklarını anlatmaya başlamıştı. Hikaye çok uzundu ve aralarda Hazel'ın dikkati dağıldığı için tamamını dinleyememişti ama özetle patron ona dava açanlardan hesap soracakken polis basmıştı ve bu dedektif kadın da ona kafayı takmıştı. Onu zorla tuttuğu için de bu kadından kurtulmaları lazımdı. "KİMSE PATRONU ZORLA ALIKOYAMAZ! KİMSE ONDAN HESAP SORAMAZ! YAKARIZ ULAN BU MEMLEKETİ! YA-KA-RIZ!!!" Hazel biraz gaza gelmişti. Kollarını göğsünde birleştirdi. "Elizabebişth nerede? Ona sorsak ya. Polis değil mi o biliyordur adresini felan kayıtlı bir şeyleri vardır illa. Ama bu kadına bulaşırsak çeteyi düşman edinmiş olmayacak mıyız? Cole'u mu satsak onlara rüşvet olarak? Ya da o kadını öldürsek, Cole onun kılığına girse, bize içten bilgi sızdırsa filan? Hmmm? Bilemedim. Fikir yürütün."
Image
User avatar
GM - Veil
Admin
Admin
Posts: 70
Joined: 30 Oct 2023, 23:23

V: Polislerin önüne geldiğinde, seni fark ettiklerinde aralarında kısa bir sessizlik oluyor. Biri kalın sesli, yaşça büyük olan diğerine göz ucuyla bakıyor, sonra sana dönüp omuz silkerek konuşuyor. "Avukat içeride efendim. Şu anda sorgu odasında. Beklemeniz gerekiyor." Sesinde mekanik bir ton var, sanki ezberlenmiş bir cümleyi tekrarlıyor. Diğer memur elindeki dosyayla oynarken gözlerini senden kaçırıyor. Göz bebekleri hafifçe titriyor, alnındaki ter boncuklarını silmeye bile yeltenmiyor. Odaya girmek istediğini belirtiyorsun. "Protokol izin vermiyor." diyor bir diğeri, dudaklarının arasından yarım yamalak dökülen kelimelerle. O an bir şeylerin yolunda gitmediğini fark ediyorsun. Gabrielle’in kimliğiyle buraya girdiğinizde hiçbir problem yaşamamıştınız, şimdi ise herkes garip şekilde ketum. Gözün sağ koridordaki aynalı cam kapıya takılıyor. İçeride hareket eden siluetler var, Gabrielle’in oturuşunu seçebiliyorsun. Ama onun karşısında kimse oturmuyor.

Yalnız değil.

Camın yansımasında, Gabrielle’in arkasında bir gölge beliriyor. Siluet kısa, tıknaz bir adama ait, elinde küçük bir cihaz tutuyor, kayıt cihazına benziyor ama yanıp sönen kırmızı ışık farklı ritimde yanıyor, bir sinyal yayıyor gibi. Bir adım ileri atıyorsun, ama iki polis aynı anda önüne geçiyor. "Dedik ya efendim, protokol izin vermiyor." Beden dillerinde garip bir senkron var, sanki biri onları uzaktan iplerle yönetiyor. Aynı anda nefes alıyor, aynı anda gözlerini kırpıyorlar. Arkandan bir telsiz sesi geliyor. "Protokol onaylandı. Sangre Nueva içeri alındı." Telsizden çıkan İspanyol aksanı kulak zarını gıdıklıyor. İlk polis kulağını kaşıyormuş gibi yapıyor, ama parmaklarını kulağının içine çok fazla sokuyor. Bir anda alnının hemen altındaki damarlar belirginleşiyor. Senin bakışlarını fark edip kaskatı kesiliyor. Diğer polis de sende aynı tepkiyi görüyor. "Bir sorun mu var, Bay Bentley?" diyor, sesi tuhaf bir tizlikle yükseliyor. Arka kapının ucundan bir gölge süzülüyor. Gözlerin alıştığında fark ediyorsun, o gölge, az önce camın arkasında duran tıknaz adamın ta kendisi. Ama şimdi elinde bir kayıt cihazı değil, susturuculu bir tabanca var.

O an bütün ortam donuyor. Polislerden biri elini yavaşça beline götürüyor. Diğeri hala sana gülümsemeye çalışıyor, ama yüz kasları istemsiz titriyor. Reflekslerin devreye giriyor. Kasların geriliyor. Bir adım bile atsan silah patlayacak gibi. Tam o anda, içeriden Gabrielle’in sesi geliyor, yüksek, gergin ve keskin. "VINCENT, ŞİMDİ!" Tam olarak ne ile karşılaştığını bilmiyorsun, ama ne yapman gerektiğini çok iyi biliyorsun.

Synapse: Barın içindeki hava, kahkahalarla başlayan bir neşe dalgasından sonra giderek ciddileşiyor. Fikir isteyişinle herkesin bakışları bir anda ortada buluşuyor. Cole elindeki pizza kutusunu kapatıyor, yüzünde iğrenmiş bir ifade beliriyor. "Yani... beni rüşvet olarak satmak fikri çok yaratıcı evet." diyor. "Ama ben canlı kargo olarak hiç fatura kesmedim. Üstüme KDV bindiriyor muyuz hanımefendi, haberim olsun ki ona göre hareket edeyim." Robbie kahkaha atıyor. "Vallahi Cole, seni satsak kim alır emin değilim. Adamlar seni fare kılığına girerken görse parayı geri ister." Cole gözlerini deviriyor. "Kardeşim öncelikle fare olmak kolay bir şey değil, o konuda bir anlaşalım." Arka taraftan, pizza yediği için olaylara karışmayan Elizabeth’in sesi duyuluyor. "Hazel." diyor sessiz ama net bir tonda. "O kadını öldürmek çözüm olmaz. Ramirez sistemin içinde. Onu ortadan kaldırırsak sistem sadece yenisini getirir. Benim eski erişim kodlarım hala aktif olabilir. Polis kayıt sistemine girebilirsem, Ramirez’in görev yerini ya da sahte kimliğini bulurum. Ama o sırada biri dışarıda oyalama yapmalı."

"Ben yaparım abi." diyor Robbie hemen. "Zaten sıkıldım burada pineklemekten." Cole parmağını kaldırıyor. "Ben de Elizabebişth’e yardım ederim. En kötü, dijital sistemlere ben girerim. Eski sevgilimin Netflix hesabını bile üç kere hackledim." James arkasını dönmeden konuşuyor, sesi daha ciddileşmiş. "Hayır Hazel. Sen o kadını bulacaksın. Ramirez sahaya inmiş." Tam o anda, barın ışıkları bir anlığına gidip geliyor. Bir uğultu duyuluyor, hem elektriksel, hem de dışarıdan gelen bir motor sesi. James barda duran silahını eline alıyor, Cole refleksle tezgahın altına eğiliyor. Kapının altından bir gölge süzülüyor, ardından bir kırmızı lazer noktası senin göğsünde geziniyor. "Keskin nişancı mı bu lan?!" diye bağırıyor Robbie.

Dışarıdaki motor sesleri çoğalıyor. En az üç araç, biri SUV, biri motosiklet, biri zırhlı minibüs sesi. James dişlerini sıkıyor. "Hazel, ya burada kalıp Elizabeth’le savunma kurarsın..." Duvardaki silah rafına bakıyor. "...ya da arka çıkıştan kaçıp Ramirez’i sen bulursun. Bu bar, birazdan savaş alanı olacak." Lazer noktası tekrar Hazel’ın omzuna kayıyor, dışarıdan gelen sesler artık çok yakın. James, John'a dönüyor ve "İyi bok yediniz kardeşim, şu barı yaktılar, yıktılar, bir bombalamadıkları kalmıştı." diyor. John ise istemsizce olayın trajikomikliğine kıkırdıyor ve ayağa kalkıyor. "Gerekirse güçlerimi kullanabilirim." diyor. Bir anda herkes kıkırdayıp gülmeye başlıyor. John ise "Ya sikicem ama sizin de ha." diyor, doğru düzgün cümle kuramadığını bile fark etmiyor. İki arada bir derede kalmış durumdasın, acilen bir karar vermen gerek. Ama sen Synapse'sin, belki de James'in söylediklerinden farklı bir rota bulursun.
Post Reply